Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'ya, “Bir tuğla çekersem devlet yıkılır” diyen Mehmet Ağar, o tuğlalar çekildiğinde sistemin çökeceğinin farkındadır. Çünkü mevcut sistem bütün sorunları askeri açıdan çözmeye çalışmaktadır.

Mevcut sistem, siyaset-mafya-kontrgerilla ittifakı ile yürütülüyor. Onların tezgahladığı kirli işler hep var oldu, bundan sonra da var olacak.

1996'da “Susurluk” yaşandı. 2011'de ise, Ayhan Çarkın, “bin kişiyi öldürdük” itirafını yaptı. Bugün de, Sedat Peker'in videolarını izliyoruz. Her videoyu on milyona yakın insanın izlemesi dikkat çekicidir. Peker'in videoları karşısında kendini temize çıkarmaya çalışan suç ortaklarının demeç verdiklerinde, onlar da gizledikleri gerçekleri ortaya serecektir. İktidar, sessizlik, inkar ve reddederek süreci atlatma çabasında.

Yönetenler arasındaki çıkar çatışmalarının derinleşmesi, sınıf mücadelesi açısından olumludur. Susurluk türü bilgiler propaganda açısından büyük yarar sağlar. Bu süreçlerde dile getirilenler yeterli düzeyde açıklandığında, faşizmin teşhirine hizmet edecektir.

İktidarın gerilemesi sürecinde ortaya çıkan it dalaşının nereye kadar uzanıp, nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz. Devlet mekanizmalarından, saraylarını oluşturdukları tuğlaları çekmeleri beklenemez. İtalya'daki gibi, Gladio'nun üzerine giden savcı Di Pietroların çıkma olasılığı da sıfıra yakın. Ülkemizde yasama-yürütme-yargı arasındaki “kuvvetler ayrılığı” yok edildi. Gerçek anlamıyla Gladio yargılama süreci yaşansa, devlet kurumları ile dünya politikasına yön verdiği iddia edilen politikacılar sanık sandalyesine oturacaktır. Bundan dolayı, suçlular kendilerini ihbar ettiği halde, yargı mensupları saraydan gelecek emirleri bekliyorlar. Çünkü, bağımsız hareket etmeye kalkıştıklarında başlarına neler geleceğini biliyorlar.

“Bunlar daha iyi günler” diyerek muhalefeti ve toplumu tehdit edenlerin iç savaş çığırtkanlığı yapması karşısında kuyruğunu kıstıran muhalefet, olan bitene karşı çıkıyor “muş gibi” davranıyor. Olayların üzerine gitmeye korkuyor. Çubuk ve İkizdere'de olduğu gibi provokatif saldırıların kaygısıyla sokağa çıkamıyor.

İktidar derinleşen ekonomik, siyasi krizden nasıl çıkacağının ince hesaplarını yapıyor. Emperyalist ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarından yararlanarak ve büyük sermaye güçlerine rüşvet tarzı ihaleler verme yönlü toplantılarla dış baskılardan kurtulmaya çalışıyor.

Dış politikayı şekline sokmaya çalışırken, iç politikada, “Bunlar daha iyi günler” diyerek, yeni saldırılara hazırlanıyor. Faşist saldırıların son bulduğu bir dip bölge yoktur. Aynı şekilde faşist saldırıların bir noktada duracağı, sonunun geleceği de beklenemez. Bu açıdan, iktidarlar kendi lehine kullandığı mafya örgütlenmelerine ve kontrgerillaya muhtaçtır. Siyaset-mafya-kontrgerilla tezgahlarına sahip çıkmazlarsa başlarına düşecek ağır tuğlaların altında ezilecekleri korkusu yaşarlar.

Bundan sonra neler olacağına ilişkin olasılıkları tartışırken, şu nokta çok önemli: Kürtlerle sürdürülen savaşın(*) ülke geneline, organize saldırılar şeklinde yansıtılması olasılıklar içindedir. SADAT, yıllardan beri bu yöndeki hazırlıkları yürüttü, yürütmeye devam ediyor. Suriye ve Libya'da lejyoner olarak savaşan cihatçılar bu görevleri yürütmeye hazırlar.

Diğer yandan, 1965-67 yılları arasında, Suharto iktidarının Endonezya'da yaklaşık 1 milyon muhalifi katlettiği gerçeğini gözden kaçırmamalıyız.

İktidarın hızla oy kaybettiği, seçimle işbaşından gideceği iyimserliğine de kapılmamak gerekiyor. Gece yarısı kararnamelerle seçim yaptırılmayabileceği gibi, bilinmez tarihlere ötelenebilir. Diyelim ki seçim yapıldı ve mevcut hükümet çoğunluğu kaybetti. Hükümetin sözcüleri, bu tür durumlarda da tıpkı 7 Haziran 2015 seçiminde yaptıkları gibi seçimleri sonucunu tanımayıp, iktidardan inmemek için silahlı güçlerini sokağa salabilir.

Bütün olasılıkları tartışmalıyız. Peki, bu noktada çözüm yolu nedir?

Şu nokta tartışılmaz bir gerçektir: Kontrgerilla tuğlalarını çekip, gizlenmeye çalışılan gerçekleri açığa çıkaracak olan tek güç, toplumsal muhalefettir. Suçluları yargılatmanın tek yolu, sokaklara çıkıp zaptetmektir.

Tam burada, nelerin yapılması gerektiğini tartışırken en önemli eksikliği vurgulamak zorundayız. Sol/sosyalist kesim, mevcut koşullarda “etkisiz eleman” durumunda. Muhalefeti organize ederek yönetebilecek pozisyonda, kitlelere güven veren örgütlü bir yapı bulunmadığı gibi, faşist saldırılara direnebilecek örgütlü bir cephe de yoktur.

Bertolt Brecht; “Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşur,” demişti. Eğer faşizme karşı birleşerek mücadele etmeyi başaramazsak, galiba faşizmin zindanlarında da buluşamayacağız.

(*) “Levent Gültekin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın iç savaşı göze aldığını iddia ederek, "Adını vermeyeyim, çok üst düzey bir bürokrat, emekliye ayrılma aşamasında Tayyip Bey'le vedalaşmaya gidiyor. Tayyip Bey o bürokrata, yapacakları ile ilgili bazı şeyler anlatınca bürokrat diyor ki ‘Bu dediklerinin yarısını yap, iç savaş çıkar bu ülkede' Tayyip Bey de “çıksın, ezer geçeriz” diye karşılık veriyor.” (T24, 13 Haziran 2016)