1989 yılında Berlin Duvarı yıkılıp sosyalizm krize girince karşı devrimci dalga hız kazandı.

Bundan sonra, tek kutuplu dünyada devrimlerden söz etmek saçmalık olur. Çünkü, Marksizm ölmüştür, cesedi gömülmüştür. Sosyalizm dünya haritasından çıkarılmıştır. Temel görevimiz kapitalizmi iyileştirmektir. Değişim, dönüşüm demenin karşılığı kapitalist sistemin ‘mükemmelleştirilmesidir’.

Artık işçi sınıfından da söz edilmemelidir. Marksistlerin sözünü ettiği işçi sınıfı yok olmaktadır. Komünist Manifesto’dan esinlenerek, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” cümlesini kurmaya gerek kalmamıştır.

Çok kutupluluktan tek kutupluluğa geçen dünyayı, Elon Musk, Mark Zuckerberg, Jeff Bezos gibi, ‘zenginlerin en zenginleri’ yönetmelidir. Her şey sermayenin bekasına hizmet etmelidir.

Cüneyt Arkın gibi ‘dünyayı kurtaran adam’ rolünü oynayan emperyal güçler, kendilerine tam bağımlı ülkeleri paramparça etmelidir. Küçücük devletçikleri yönetmek çok daha kolaydır.

Yarı sömürgecilik, yeni sömürgecilik ilişkilerinden söz etmek anlamsızdır. “Neokolonyalizm” döneminde gürültücü aykırı sesler susturulmalıdır. Bu çerçevede, Amerika’nın ‘arka bahçesi’nde yaygınlaşan sol tandanslı iktidarlara derhal son verilmelidir. Chavez, Lula de Silva, Maduro, N.Kirchners, E.Morales, R. Correa, M. Bachelet, Gustavo Pedro gibi ‘aykırı tipler’ iktidardan alaşağı edilmezse kötü örnekler dünyaya yayılacaktır.

ABD’nin ‘ileri karakolu’ İsrail,’Yinon Planı’ doğrultusunda, ‘Büyük Kudüs’ü kurmalıdır. Kapsam alanına Mezopotamya’yı da alan ‘Büyük Kudüs’ yolunda, Rusya Ukrayna ile boğuşturularak güçten, çaptan düşürülerek Esad ile İran yalnızlaştırılmalıdır.

İran’ı etkisizleştirme doğrultusunda Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Yemen’de Husiler nokta atışlarla yok edilmelidir. İran ve Rusya aradan çıkarılmışken, kravat taktırılıp takım elbise giydirilen HTŞ isimli cihatçı örgüte Şam fethettirildi.

İsrail ise, Şam’ın yirmi kilometre ötesine konuşlandırılıp, Suriye politikalarında belirleyici hale getirilir. Hazır fırsat bulmuşken Gazze sıkıntısı giderilmelidir. Fiili olarak işgal edilen Gazze’de yaşayan 2 milyon Filistinli üç, beş bin dolar rüşvet karşılığı sürgüne gönderilerek, Gazze yok edilecek. ABD ve İsrail karşıtı politika üretmekten kaçınan Türkiye, ‘uluslararası barış gücü’ adı altında Gazze’ye asker gönderecek. Cuma günü Emeviler Camiinde namaz kılamayanlar, Gazze Seferi’nde emperyalistlere askerlik yapacak. Trump-Erdoğan görüşmesinde anlaşıldığı şekliyle, ‘manda’ haline getirilecek Gazze’nin ‘sömürge valisi’ ise, Saddam’ın katili Tony Blair olacak.

Latin Amerika ile Orta Doğu’yu düzelttikten sonra imha sırası Şanghay İşbirliği Örgütü’ndedir. ŞİÖ’ye sıcak bakan tüm ülkeler, bölgesel savaşlar ve içten karışıklıklarla etkisizleştirilmeye çalışılmalı, ABD’nin güdümüne alınmalıdır.

Emperyalistler Suriye’yi de tıpkı Libya ve Irak gibi birkaç parçaya (Cihatçılar, Aleviler, Kürtler, Dürziler) ayırma hesabındalar. Suriye sorununu kendi lehlerine çözmek için ellerinden geleni artlarına koymayanların halletmeleri gereken sıkıntı şu: “Kürt Sorunu”.

İşte bu noktada, faşist Bahçeli’nin yeni misyonu Kürt sorununa hamilik yapmak. Kendisine verilen göreve öylesine bağlı ki kendisinde, PKK ile SDG’nin ne yapması gerektiği konularında talimat verme cesaretini bulmaktadır. Sıkıntı şurada başlıyor: PKK varlığına son verip, az sayıdaki gerilla sembolik anlam taşıyan ‘silah yakma’ eylemini gerçekleştirdikleri halde, çözüm doğrultusunda şu ana kadar atılmış tek adım yoktur.

TBMM’de kurulan "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" ise, önüne geleni dinleme dışında işlevi olmadığından, top çevirmektedir. Kürt sorunu konuşulurken komisyona çağrılan Kürt annenin ana dilinde konuşmasına izin vermeyenler, sorunu çözmekten ne kadar uzak olduklarını bir kere daha göstermiş oldular.

Aslında ne olup biteceği hakkındaki karar mekanizması olan Beyaz Saray, çıkarlarının gerekleri neyse onu yapıyor. ABD Devlet Başkanı ile 5 dakika görüşmek için, her türlü tavizi vermeye hazır olanlar, diplomatik görüşmelerde sus pus oluyorlar. ‘Meşruiyet’lerinin sağlanması uğruna, kendilerinden istenenleri harfiyen yerine getiriyorlar. Birkaç yüz Boeing uçağı almak; enerji ürünlerini komşu ülkeler yerine iki, üç kat fazla fiyata ABD’den almak; F-35 ve Kaan uçağının motorlarını almak için birkaç şey daha…

Peki, yüzlerce milyar dolarlık ödemeler nasıl yapılacak? Ülke bütçesinin bunu karşılayacak gücü olmadığından, karşılık olarak emperyalistlere ‘nadir toprak elementleri (NTE)’ rezervleri sunulacaktır.

Görüldüğü üzere, dünya pazarlarını yeniden paylaşma kavgasındaki emperyalist güçler, ‘neokolonyalizm’ politikaları doğrultusunda sadece bugünümüzle yetinmeyip geleceğimizi de belirleme çabasındalar.

Emperyalistler arası çelişkilerden yararlanarak, sırtımızı bu güçlerden birine yaslayarak sonuca gidebilir miyiz? Bu tür sorular sorulduğunda akla, Kızılderililerin şu sözü geliyor:

"Ayıyla yatağa giren sonuçlarına katlanır!"