AB içişleri bakanları toplantısının yapıldığı 28 Eylül perşembe günü, Almanya Hessen Eyaleti’nin mülteci kamplarının merkezi olan Gießen şehrinde de protestolar gerçekleşmekteydi (bu protestolar 6-8 Ekim tarihinde, Almanya çapında merkezi bir kampanya şeklinde gerçekleştirilecek).

Bu protestolara başta Seebrücke, Alman Sendikalar Birliği, Antifaşistler Birliği, Sol Parti Gençlik Kolu, Yabancılar Meclisi, Üniversite Öğrencileri Birliği, Uluslararası Af Örgütü, kiliseler, sosyal alanda çalışmalar yürüten kurumlar olmak üzere çok sayıda kurum katıldı.

Gerçekleştirilen yürüyüşe ve yapılan konuşmalara ağırlıklı olarak sağ karşıtı- antifaşist sloganlar damgasını vurdu. Üniversitelilerden diğer tüm kurumlara yaklaşık 15 Gençlik Kolu, özellikle basın mensuplarının soruları üzerine, kendi sloganlarının yer aldığı plaketlerle bir yelpaze oluşturdu. Ve sağa-faşizme karşı omuzomuza mücadeleye devam edileceğini deklare etti. 

(Tam bir yelpaze yaptı gençler. Muhteşemlerdi. Manzarayı tam yakalayamadım, üzgünüm. Sonra mum ışıklarıyla birlikte bir küçük "anıt"hazırlanıp, plaketler şehrin ortasında öylece anıtlaştırıldı.)

Şu sloganlar ortak ve güçlü bir şekilde haykırıldı:  

“Mülteciler kalsın, Naziler sürülsün!”, “Avrupa etrafında duvara hayır. Herkes için daimi olarak kalma hakkı!” “Haritadaki sınırları kaldırın-Devletler insanları kutsayın!”, “Dayanışma bir pratiğe dönüşmeli. Sınır dışı etme makamları yanıyor. Deportasyona son!”, “Denizlerde insan kurtarmak suç değildir!”, “Hiç bir insan illegal değildir-Kalma hakkı, her yerde-herkese!”, “Yaşasın enternasyonal dayanışma!”  

Frankfurt’tan Darmstadt’a dek, mültecilerin sınır dışı edilmesini engellemeye çalışan kurum temsilcileri de bu protesto yürüyüşüne katıldılar. Yaptıkları konuşmalarda ağırlıklı olarak şu noktaların altını çizdiler:  

Ülkesinde politik ve cinsiyetçi sebeplerle takipte olan, hatta hatta ölüm cezasına çarptırılan insanların dahi sığınma hakları ellerinden alınmış vaziyette. Frankfurt ve Darmstadt’ta bu insanlara koruma sağlama mücadelesini vermek üzere oluşturduğumuz komünler var. İran’dan, Gana’dan ve toplam 12 ülkeden gelen; politik takibatta ve üçüncü cinsiyet oldukları için ölüm cezasına çarptırılmış olan insanlarla çalışma olanağımız oldu. İltica Yasaları Reformu gereğince; henüz Almanya’ya gelir gelmez, bir hafta içerisine sıkıştırılmış bir ‘savunma hakkı’ veriliyor. Bu bir hafta içerisinde ne dil olarak, ne belge temini olarak ne de maddi olarak bu savunmayı hazırlamaları mümkün değil. Bu durumda olan, ulaşamadığımız çok sayıda insan sürüldü. Akıbetleri hakkında bilgimiz yok. Ulaşabildiğimiz insanları barındırma olanaklarını genişletmek için de çok yoğun bir mücadele veriyoruz.  

İnsan hakları resmi olarak yok edilmiş vaziyette. Biz bu hakları korumaktan vazgeçmeyeceğimizi yineliyoruz.

Diğer kurumlar adına yapılan konuşmalarda da genel olarak şunlar ifade edildi: “Irkçı sığınma tartışmasında neden ve sonuç kasıtlı olarak çarpıtılıyor: Önce hastaneler, okullar, kreşler, sosyal konutlar, yerel toplu taşıma araçları vb. özelleştirildi ve maliyetler düşürüldü. Bu gelişmelerin ardından ‘sürpriz’ bir şekilde yönetim ve altyapının bunalımları önümüze serildi. Nihayetinde her şey yeni gelen insan sayısına bağlanmaya başlandı. Bu sadece sahtekârlık ve ırkçılık değil, aynı zamanda her bakımdan yıkıcı bir yönelimin işareti. Çünkü mevcut sorunlara yönelik gerçek bir çözüm (özelleştirme, neoliberal kemer sıkma politikaları, gecikmiş dijitalleşme, bürokrasi) hâlâ ve ısrarla reddedilmekte.  

Sağcı popülistler, ırkçı korku çığırtkanlığının ötesinde belediyelerin kabul politikalarına olan ilgisizliklerini de bu şekilde ortaya koymaya devam ediyorlar. Yaratılan tartışmalar oldukça tehlikeli bir aşamaya geldi. Sağın bu şekilde hortlatılışına karşı mücadelemize-direnişimize devam edeceğiz. Olacakları engelleyemeyebiliriz. Ancak bu ülkenin yeni katliam tarihlerinin tanıkları olmamak için tüm gücümüzle, omuzomuza direnmeye devam edeceğiz.”  

AB içişleri bakanlarının 28 Eylül 2023’te AB Konseyi'nde yaptığı toplantıda, uzun zamandır tartışılan kriz düzenlemesi, kitlesel protestolara rağmen üye ülkeler arasında kabul edildi. AB Konseyi'nde mutabakata varılan bu pozisyona dayalı olarak, Avrupa Parlamentosu ile müzakereler (üçlü olarak adlandırılan) artık başlayacak. İtalya, kriz düzenlemesine ilişkin çekinceleri nedeniyle anlaşmayı engelleme ısrarını sürdürüyor. Bu tür tavırlar, AB üye ülkeleri arasındaki müzakerelerin başlangıçta göründüğünden daha da zor olacağının açık bir işareti.  

Kriz zamanlarında, “elde olmayan sebepler” ya da “araçsallaştırma” durumunda, sığınma hakkını büyük ölçüde baltalayan istisnai kuralların uygulanması gerekirken: Federal Hükümet İltica Yasaları Reformu’nun daha da sıkılaştırılmasını kabul ederek, AB mülteci politikası alanındaki koalisyon anlaşmasına da tamamen veda etmiş oluyor. Bu anlamda, Brüksel’deki müzakerelerde herhangi bir olumlu gelişme olacağına dair hiç bir umut yok.  

AB içişleri bakanları toplantısının hemen ardından PRO ASYL’ün hukuk politikası sözcüsü Wiebke Judith bu gelişmeleri şöyle özetledi:  

Federal Hükümetin kriz düzenlemesini onaylaması, insan haklarının artık hiç bir rolünün kalmadığının çarpıcı bir işaretidir. Trafik Işığı Hükümeti, koalisyon anlaşmasında yasadışı ‘geri itmelere’ ve dış sınırlarda yaşanan mağduriyetlere son vermek için yola çıkmışken, şimdi de tam olarak bunu büyük ölçüde sıkılaştıracak bir düzenlemeyi kabul ediyor. Bunu yaparken aynı zamanda kendi gündemlerini bir kez daha başarıyla hayata geçiren AB’deki aşırı sağcılara da boyun eğiyor. Avruma Seçimlerine bir yıldan daha az bir süre kalmışken yaşanan bu gelişmeler bizi gerçekten korkutuyor. Eğer her gün insan haklarını ihlal eden önerilerle ‘böyle düşünülebilir, konuşulabilir ve yapılabilir’in sınırları zorlanıyorsa, AB’nin değerler temeli baltalanmış demektir. Hararetli kamusal tartışmalar son derece tehlikeli bir şekilde ivmelendiriliyor. Ve bu söylemleri eylemler takip ediyor. Almanya ve AB’de mültecilere yönelik gerçekleşen saldırıların sayısı gerçekten çok korkutucu.”