Her bireyin ve her toplumun bir geçmişi vardır.

Eleştirilerimizin yaraları kaldığı sürece geçmiş bugün olarak kalır. 

Bilim siyaseti, yaşamımıza diyalektik olarak yön verdiği oranda fark etmenin bir ayrıcalığını yaşarız. Emekten yana yolumuz, yol  tutarlılığımız, düşlerimiz ve hatta duygusal yaşamımız eylemimiz oldu

Hesaplaşma ve yüzleşme kavramı üzerinden öncelikle epistemolojik kopuş sorununa değinmek elzemdir.

Burada amaç, yaptıklarımızla ortaya çıkan sonuçlarla yaşam ilişkilerimizdir.

Asıl kaybettiklerimizi sorgulamadan derin derin haksızlıklardan bahsederken, bizi buralara getiren ağır bedellerden çıkan sonuç iliskileriyle yüzleşmemiz gerekiyor. Hiç bir şey geç kalınmış değil. 

Kendi  kendimize çalıp oynadığımız yerlerde, kendi ritmimizle yolumuzu aradık. Kendi kendimize devlet kurduk devlet yıktık. 

Ama elele tutamadık, omuz omuza veremedik, yan yana gelemedik. sevgiyi saygıyı paylaşamadık 

Bilimsel sosyalizme, diyalektik materyalist felsefeye yönümüzü dönemedik, siyaset sosyolijisinden kaçtık, İslam kültüründen otlandık. Yanlış tarafa döndüğümüz noktalar daha ağır bastı. Hiç bir siyasi değeri olmayan emek düşüncesini tanımlanamayan  Ateizme sarıldık ve Allah'ın yokluğunu tartıştık. İslamla yüzleşmeyi emek sermeye çelişkisi üzerinden değil Allah'ın varlığı yokluğu tartışmasına  indirgedik. Siyaset bilimi ve Aydınlanmanın yolunu açamadık. Kendimizle barışık olamadık, kendi aramızda sevgiyi saygıyı ve yoldaşlığı geliştiremedik.Birbirimizle uğraştık. Mutlak doğru benim partimin  kavgasına tutuştuk. tutuşmaya devam ediyoruz hala.  Bilmek istediğimiz varmak istedigimiz düşlerimizden koptuk. Kariyerizm batağında kıvrananlar kıvrandıkça kıvranıyor.

Devrimci önderlerin cenaze işlemleri islami usullere göre yapılıyor ve islamın cihat bayraklarıyla uğurlanıyordu. İmamın-hocanın vaazları yol gösteriyordu. Ölen devrimcilerin kıblesi camiler oldu. Oysa bir gelenek yaratmalıydık. Kendine sosyalistim, komünistim ve parti önderlerinin cenaze törenleri islami usullere göre oldu. Bilimsel sosyalizmin yolu takip edilmediği gibi,  Materyalist felsefenin düşüncesine bağlı devrimci törenler de yapılmadı. (Bir kaç istisna dışında)

Hiç dinmeyen sorunlar, hep derinleşen kavgalar…

Yaşamımız kişisel kimlik ve benlik arasında sıkı  bir ilişki sıkı bir bağ vardır görüşüne katılırım. 

Yaşamla kurduğumuz ilişkinin ve bağın bugünü ve yarını konusunda önemli bir ayrıntıdır diye de düşünüyorum  

Sadece kendi çevremize baksak etrafımızdaki kimliksizlikten ve benlikten  geçilmez ama biz hep ötekilerinin kimliksizliğini görmek istedik. 

Büyük laflar ettik, gözlerimizi ve kulaklarımızı büyük bir rüyanın başlangıcı şeylerle doldurduk. İçimizdikiler eşitlik-adalet-özgürlük  dedikçe kendimizden geçtik ama şunu soramadık; peki biz dediklerimizi  yapıyor muyuz, yaşıyor muyuz? Uyguluyor muyuz diye birbirimize sorabildik mi? soramadık.

Çünkü olumsuzluklarımızı benliğimizi içimizde değil; hep başkalarında aradık. 

Toplumsal gelişmeleri, emek sermaye çelişkisini kollektif bir şekilde tartışamadan söz yetki ve kararı ben mekanizmasına teslim edilmesi gibi bir sonuç yaratıldı. Bunun etki ve sonuçları nasıl bir sonuç verdi. Görülmüştür…

Eksiklikler, olumsuzluklar, yanlışlıklar, iç kavgalar ve sorunlar vb  topluca mahkum etmek değil, normallestiren hatta meşrulaştırmak yoluna gidildiği de görülmüştür.

Örgüt içinde devrimci öldürme emri karşılık  bulması ve hemen  cinayet makinesinin devreye girmesi sonucu devrimci katilliğine ses çıkarılmıyordu .

 Peki 30 Mart sonrası siyaset neye yaradı? 

1972 sonrası Kariyerist ilişkilerle yüklü bir geçmişin etkilerini tanımlamak gerekir.

özellikle 30 Mart 1972 KIZILDERE devrimci dayanışma eylemi, devrimin en gerçeğiydi.

Devrimci dayanışmanın eşsiz örneğiydi. KIZILDERE devrimci tarihimizin mirasıydı.
 Şu mutlak gerçek değişmez: Bu isyanın kendi dinamiği, süreci ve ahlakı var. Kızıldere’de katliamla sonuçlanan bu isyan, 1970’ler dünyasında başka kıtalarda da benzer trajedilerle biten bir dizi devrimci isyanın, dünya çapında bir sosyalist kurtuluş çağrısının yansımasıydı.

Bu gerçeğe göre devrimci ilişkileri sonrası cevaevinden çıkan kariyeristlerin özeleştiri, sorgulama, yüzleşme yazılarını göremedik ve okuyamadık malesef.  

Yaşanan olumsuzlukları inkar etmek ve üzerinde konuşmaktan kaçınmak değil olumsuzlukları kabul etmek açıkça dile getirmektir mesele. Acı öyle büyüktür ki…bir şekilde görmemezlikten gelindi. Oysa acı; devrimci duruşun temellerini zedelemiştir.

Beklentim ve dileğim o dur ki bir gün mutlaka bu gerçekle yüzleşenlerin devrimci dayanışma kültürünü içselleştiriler. Ve bu kariyeristlerin kötülüğünden kurtuluruz.

Her insanın her toplumun bir geçmişi vardır. Evden aldığımız  kültürden tutalım egemenlerden aldığımız kültüre kadar bu kültürler yaşamımıza yön verdi. Toplumsal olarak  kimlik ve benlik deneyimleri çok  etkili oldu. Bunların materyalist dünya görüşüne değişim ve dönüşmesi de kolay olmamaktadır. 

Oysa, Özür dilemenin değerini, etkilerini ve sonuçlarını yazamadık, konuşamadık.

 Ne yapmak istedik ve neler yaptık? 

Emek sermaye çelişkisini ne kadar işleyebildik. Eşitlik adalet düşlerimi ne kadar yasama geçirebildik? Toplumsal sorunları ne kadar irdeyebildik? Siyaset bilimini kendi ilişkilerimizde göstermeden, bulunduğumuz kurumlarda, çalıştığımız alanlarda yaratmadan neyin devrimciliği oldu, olur? Sevgimizi, saygımızı, dostluğumuzu, yoldaşlımızı yaşama geçirmede olumlu bir gelişme olumlu bir farklılık  yoksa yaşamımızı değiştirmeyi başarabilir miyiz?…

Materyalist felsefenin siyaset sosyolojisi ile yüzleşmek istiyorsak; Gerçekten en samimi duygularla, kolektif düşünceyi pratikte uygulamaktır.

Yaşanan olumsuzlukları inkar etmek ve üzerinde konuşmaktan kaçınmak değil olumsuzlukları  kabul etmek açıkça dile getirmektir mesele… Materyalist felsefenin siyaset sosyolojisi ile yüzleşmek istiyorsak; ben değil biz olmaktır bütün mesele…

Bilmek isteyen sorgulayarak yola çıkar...