Sürgün, göçmen ve mülteci sorunu bitip tükenmeyen toplumsal bir yabancılaşmayı konu alsa da bu duygunun yani sürgünlüğün, mülteciliğin, göçerliğin sayısız anısı ve yaşanmışlığı vardır.

Kimi çalışan, kimi emekli, kimi mülteci olsa da hepsi ikinci bir yaşam sürmektedir. Kimileri ise ya hastane köşelerinde ya kimsesizler mezarlığında ya müslüman mezarlığında ya da Aleviler mezarlığında toprağın altındalar…

Sonuçta hepsi yaşadığı, kimlik bulduğu, büyüdüğü topraklardan uzak, başka bir yaşamın içinde çok farklı bir yaşam sürdürüyorlar. Tüm bu olumsuz koşullara karşın sürgün/ mültecilik ve göçerlik durmuyor; dünyanın dört bir yanında her gün yeni boyutlar kazanarak devam ediyor…

Savaşlardan, siyasi baskılardan, ölüm tehdidi nedeniyle zorunlu olarak kaçanlar; acı, gözyaşı ve hasretlikle yoğruluyorlar. Aslında bir nevi “Acıyı Bal Eyliyor”lar, hayatta kalabilmenin ve insan gibi yaşayabilmenin zorluklarına katlanıyorlar.

20 Haziran Mülteciler Günü Hatırına/Hatıratına

Sen hiç bilmediğin ülkeye gittin mi? Cebinde ne para, ne pasaport  ne kimlik olmadan. Sen hiç  dağları, tepeleri aştın mı? Nehirleri, dereleri geçtin mi? Sen hiç kuşatmalardan, mayınlardan  sınırlardan korka korka geçtin mi? Sen hiç dilini bilmediğin insanlar arasında yaşadın mı?dilsizliğin acısını çektin mi? Sen hiç yeni bir şehrin ortasında dımdızlak ortada kaldın mı? Yaşama yeniden yeniden sıfırdan başladın mı? Militanlığın, kahramanlığın itibar görmediği mülteci kamplarında çırılçıplak hissettin mi kendini? Sen hiç gece yarıları uykunda çığlık çığlığa uyandın mı? her gün gönderilme paniğini-korkusunu yaşadın mı? Sen hiç gülmenin, ağlamanın yasak olduğu şehirde yaşadın mı?

Sen hiç sevdiklerinden zorunlu ayrılmanın acısını çektin mi?

Sürgün ve göç hangi nedenle olursa olsun; yaşadığı topraklardan ayrılmak  zorunda kalanların  özlem ve hasretidir.

Göçer haller hep hasretlik

Bir insanın doğup büyüdüğü topraklardan zorla koparılıp çok farklı bir yerde, çok farklı bir kültürde yaşamını sürdürmektir.  

Sürgünlük/Mültecilik, Göçerlik, muhalif siyasal tercihler; farklı yaşamın acı ve zorlukları yanında hasretlik, özlem, hayatta kalabilme gibi insani duyguları da ortaya çıkarmaktadır. 

12 Eylül darbesi sonrası; aydınları, sanatçıları, devrimcileri Avrupa’nın çeşitli kentlerini mesken tutan sürgün "mülteciler" nasıl yaşadılar? Neyin özlemini duydular? Yarına nasıl baktılar? Mutsuzluğa dönüşen neydi? Her satırda uzayıp giden mülteci yıllar da özlemin adı umutmuydu. Ama umut öyle bir tohumdu ki, yeşermeyeceği hiçbir ortam yoktu. Bu umudun tek ilacı kendi toprağına dönüştü o zamanlar.       

Çok zaman “Bir iki yıl içinde döneriz” diye düşünülen, ancak uzun yıllar geçmesine rağmen bir türlü dönülmeyen bir haldir göçerlik… Tabi ki bu halin sosyolojik ve psikolojik nedenleri var. 

Bazen hastalık, bazen ölüm, bazen intihar, bazen özleme dayanamayıp depresyona girmeler, bazen de; “Artık buraya alıştık, emekli olduk, sağlık sorunlarımız var, çoluk çocuk burada büyüdü, torunlar oldu diyenler. İstesek de gidemeyiz” gerekçelerinin arkasına sığınılan sosyolojik haller de geri dönmeye engel gibi görülmektedir… 

Mültecilik ve sürgünlük zor yaşamdır, dinmeyen bir yürek sızısıdır; yitirmişliktir, yalnızlıktır… 

bedenim mülteci
yüreğim sınırsız
sürgünüm yalnızım
dilsiz dolaşırım
düşlerim o yanda
ben bu yanda

 İnsanın kendi doğduğu topraklardan kopup, adı her ne kadar ”umuda yolculuk” olsa da, o kadar bedeli ödemesi, hatta ölümü göze alması, hiç bir şeyle değil, ancak ölüm-kalım savaşı vermek zorunda kalmasıyla açıklanabilir. Ve ne kadar acıdır ki; bu ölüm kalım savaşının temelinde savaşlar var. Ölümden yaşama gidişte, ironik olarak, mayınlı yolları, ya da batması çok muhtemel teknelerle yolculuk yapmayı göze almaları savaşın getirdiği çaresizliktir.

“Umuda yolculuk” a çıkan insanların, Akdeniz'in dibindeki hikâyeleri çok şey anlatmakta/ya da anlatamamaktadır. “Umuda” doğru yola çıkarken ölümün en trajiğini yaşayan göçmenlerin, istatistiklere bakıldığında ölüm oranları, bir iç savaşta ölen insan sayısını fazlasıyla geride bırakacak kadar dudak uçuklatmaktadır. Unicef’in, “87 milyon çocuk savaş bölgesinde yaşıyor. Savaş en çok çocukları mağdur ediyor” açıklaması gelinen vahim durumu sergilemektedir. Unuttuklarımız; sadece 1980-83 yılları arasında 29.500 insanTürkiye'den kaçmak zorunda kaldı. 12 Eylül darbecilerinin baskı ve zulmünden dolayı Avrupa ülkelerine iltica başvuruları yaptılar.1990'lı yıllarda Kürd coğrafyasında Devlet tarafından17.500 faali belli cinayetler işlendi, dört bin köy boşaltıldı, 300 bin insan Avrupa'ya zorunlu göç etti. 

 Devlet kindarlığını sürdürüyor..

‘‘Halkların Demokratik Partisi (HDP) Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ve Van Milletvekili Tuğba Hezer ile eski Milletvekili Özdal Üçer’in de bulunduğu 130 kişiye, Türkiye’ye dönüş için üç ay süre tanındı.

Resmi Gazete'de yer alan ilan şöyle: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 302'nci, 309'uncu, 310'uncu, 311'inci, 312'nci, 313'üncü, 314'üncü ve 315'inci maddelerinde yazılı suçlar nedeniyle haklarında Cumhuriyet Savcılıkları/ Mahkemeler tarafından soruşturma ve kovuşturma yürütülen ve yabancı ülkede bulunmaları nedeniyle kendilerine ulaşılamayan aşağıdaki kimlik bilgileri yer alan kişilerin, 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 29'uncu maddesinin 2'nci fıkrası gereğince bu ilanın Resmi Gazete'de yayınlandığı tarihten itibaren 3 ay içinde Türkiye'ye dönerek ilgili mercilere müracaat etmedikleri taktirde anılan Kanun hükümlerine göre Türk vatandaşlıklarının kaybettirileceği ilanen tebliğ olunur." (ANF - 5 Haziran 2017)

Ne mülteciliğin

Ne de sürgünlüğün

Paralosı yok

Ne yeniden başlamaktır

Ne silebilmektir

Ne de yabancılaşmadır

Uzak olan hasret çeker...

Sürgün adı zorunlu kaçmak...

Sürgün ile zorbalık ve zulümlük arasında bir bağıntı söz konusudur.

Musa, Firavun’un zulmünden, Hz. Muhammed ise Mekke’lilerin zulmünden kaçan sürgünlerdi.

Şili Devlet yöneticisi O'Higgins 1823 yılında düşürüldü ve Peru’ya sürgüne gitmek zorunda kaldı.

Sürgün deyince isimler çok kabarık, bazılarını aktarmak gerekirse: Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Behice Boran, Bertolt Brecht,  Ariel Dorfman, Eduardo Galeano, Heinrich Mann, Albert Einstein, V. İliç Lenin, Ho Shi Minh, Leon Troçki, Karl Marx, José Marti ve daha niceleri sürgün yaşamı iliklerine kadar yaşayanlardır...

bedenim mülteci
yüreğim sınırsız
sürgünüm yalnızım
dilsiz dolaşırım
düşlerim o yanda
ben bu yanda

Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul 49 yıldır hala sürgünde yaşıyor.

1971 Nisan ayında Doğan Özgüden için toplam 195 yıl, eşi İnci Özgüden için ise 140 yıl hapis isteniyordu. Bu koşullarda Özgüdenler, Nazım Hikmet gibi, Pertev Boratav hoca gibi çok sevdikleri ülkelerinden koparak sürgün yollarına düştüler. Ancak mücadeleci bir ruha sahip Özgüdenler, 50 yıla yaklaşan sürgün hayatlarında çok meyve ağaçları diktiler; diktikleri ağaçların meyveleri kitap oldu, makale oldu bütün dünyaya yayıldı… 

Doğan abi ile yaptığım bir roportaj da şöyle demişti.

Bizim için bağlayıcı olan Türkiye'nin, Türk, Kürt, Ermeni, Asuri, Ezidi halklarının gerçekten özgür ve eşit yaşayacağı demokratik bir ülke olmasıdır 

Yaşım 80’i aştığı için bunu şahsen görebilme umudum hızla azalıyor… Ama bizden sonraki kuşakların görebilmesi için mücadeleye devam…” 

Evet, neydi sürgün/mülteci? Bazı sıkıntılardan kopup "refah" in sıcak kollarına koşmak mı? Yoksa, zoraki ve katlanması zor, ucu ucuna bir yasam mı? Özlem mi, mutsuzluk ve yalnızlık mı? Sürgün yeri mültecilik mi?, geçici bir kimlik mi?

İşte tüm bu aranılanlara yanıt ise; farklı toplumlarda ve farklı ortamlarda yaşamanın bir bedeli oldu, bu farklı yasam. Getirdiği alışkanlıkları beraberinde getirdi. Siyasal kırılmalar, Alman usulü hesap ödemeler ve farklı kültürel eğilimler,  mülteci siyasiler  arasında da başladı. İntiharlar, boşanmalar, ayrılıklar,  şiddetli geçimsizlikler, şiddete başvurmalar ‚ öldürmeler yaşandı.

Cumhuriyet sonrası zorunlu Sürgünler

Fahrettin Petek, Nazım Hikmet, Şefik Hüsnü Deymer, Dr Hikmet Kıvılcımlı, Zeki Baştımar ,İsmail Bilen, Abidin Dino, Güzin Dino, Zekerya Sertel, Sabiha Sertel, İlhan Koman, Pertev Naili Boratav, Mihri Belli, Fakir Baykurt, Dursun Akçam,Vedat Türkali, Osman Sakalsız, Sıtkı Coşkun, Nurettin Öztürk, Doğan Özgüden-İnci Tuğsavul, Ahmet Kaya, Mehmet Uzun,Sümeyra Çakır, Aram Tigran,Yılmaz Güney, Behice boran, Cem Karaca,Taner Akçam, Gültekin Gazioğlu, Kemal Daysal, Melike Demirağ-Şanar Yurdapan, Şivan Perver, Ali Asker, Ozan Emekçi, Cegerxun, Demir Özlü, Yaşathak Aslan, Tektaş Ağaoğlu, Nihat Behram, Mahir Sayın, Bülent Uluer , İbrahim Çenet, İlkay Demir, Ramazan Yürükoğlu, Haluk Yurtsever, Aydın Engin, Zübeyir  Aydar, Remzi Kartal, Sibel Yiğitalp,  Leyla Birlik, Hatip Dicle, Osman Baydemir , Faysal Sarıyıldız , Tuğba Hezer, Özdal Üçer, Ertuğrul Kürkçü vd...

Kısacası sürgün ve mülteci yaşam, sürekli mutsuzluk ve yalnızlıktır. Bu böyle biline.
Aklında, duygularında, ruhunda yaşadığını sokağa çıkınca yaşayamamak… Senden uzak olanı, dokunamadığını, ama seni sen yapan şeyi dışarıdan yaşamak…

Zaman kum saati gibi akıyor
Ve hala hasret

Ve hala baskı

Ve  hala zulüm

Ve hala kindarlık

Her şeye rağmen insanın insanca yaşayabileceği, bütün dünya güzelliklerinin insanlığın hizmetine eşit düzeyde sunulduğu, yaşanacak güzel bir dünya ve ülke özlemini hayal etmek insana dair güzel düşlerdir.