2023'ün başına denk gelen bu ilk yazı için bilgisayar klavyesini dövmeye başlamadan önce Türk günlük medyasının birinci sayfalarını tararken, en Tayyipçi birinin cafcaflı manşetiyle karşılaşınca yüksek sesle "Mamma Li Turchi!" diye ünlemişim...

O sırada yarım yüzyıldır ayrı düştüğü Türkiye'deki dostlarının yılbaşı kutlamalarını sevinç ve hüzün karışımı bir duygusallıkla yanıtlamaya çalışan İnci şaşkınlıkla bana dönerek sordu: "Hayrola, çıldırdın mı? Ne Mamma'sı, ne Türki'si?"

Belçika'daki hem çok kültürlü sosyo-kültürel çalışmalarımızda, hem çok milliyetli mahalle ilişkilerinde Türkçe'nin yanısıra Fransızca ve İngilizce'yi de kullanmak zorundayız... Dil konusunda benden daha yetenekli olan İnci bunlara ek olarak gerektiğinde derdimizi Almanca ve İspanyolca da anlatır... 

Üç dilli federatif bir devlet olan Belçika'nın iki ana dilinden biri olan Flamanca'yı öğrenememiş olmamız büyük ayıbımız... Tıpkı Türkiye'nin iki ana dilinden biri olan Kürtçe'yi de öğrenememiş olmamızın ayıbı gibi...

İtalyanca'ya gelince, ona Türkiye'de 60'lı yılların devrimci mücadele döneminde Bella Ciao, Bandiera Rossa, Avanti Popolo başta olmak üzere direniş türkülerini temrin ede ede aşina olmuştuk... Ama tıpkı 1915 soykırımı gerçeğini korkunç ayrıntılarıyla ancak sürgünde öğrenebilmiş olmamız gibi, Türk fütuhatının yüzyıllarca Avrupa'yı nasıl dehşet içinde bıraktığı gerçeğini de bu İtalyanca çığlıkla öğrenmiştik: Mamma Li Turchi (Anam, Türkler geliyor)!

Evet, 2023'ün ilk günü sabahı Diriliş Postası'nın manşetini görünce "Mamma Li Turchi!" demem de bundandı... Türk Ordusu'nun Irak'a, Suriye'ye, Yukarı Karabağ'a ölüm yağdıran, Yunanistan'ı sürekli tehdit eden silahları, Türk bayrağını dalgalandırarak at süren bir Osmanlı süvarisi ve de Türk Ordusu'nun başkomutanı Recep Tayyip Erdoğan portresiyle süslenmiş sayfanın manşetinde işte o ifade: "Türkler geliyor!"

Diğer gazeteler de ondan farklı değil:

2023'e güçlenerek girdik! (Akşam)

Türk SİHA'ları çok daha yetenekli olacak! (Analiz)

Türkiye destanlar yazacağı bir çağa giriyor! (Aydınlık)

2023 Türkiye yılı olacak (Türkgün)

Hoşgeldin Türkiye yüzyılı (Türkiye)

Gayet net... İçine girdiğimiz 2023'ün ortalarında yapılacak olan cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerinde Erdoğan Beştepe'deki sarayından kovulamadığı ve de AKP-MHP grupları TBMM'de azınlığa düşürülemediği takdirde sadece TC vatandaşlarının değil, yakın coğrafyalardaki insanların anaları ağlamaya devam edecek...

Görünüşe göre, aylardır muhalefete oy vermeye kararlı vatandaşların büyük bir merak ve hattâ belli bir tedirginlik içinde bekledikleri cumhurbaşkanı adayları konusu 2023'ün ilk haftalarında belli bir açıklığa kavuşacak... 

Muhalefet cephesindeki diğer iki ittifakın özellikle cumhurbaşkanı adaylığı konusundaki kararlarını da hiç kuşkusuz 6'lı masanın bu konudaki nihai tercihi etkileyecek.

Kendisini tüm konuşmalarıyla ve davranışlarıyla çoktan 6'lı masanın adayı olarak lanse eden Kılıçdaroğlu ve de yine kendisini daha baştan başbakan adayı ilan etmiş olan Akşener'in bu makamlar için diğer ortaklarının da onayını almaları sürpriz olmayacak.

Görünüşe göre sorun, milletvekili ve bakanlık sayılarının altı parti arasında paylaşımında yaşanacak... 

28 yıl önce CHP'nin Tayyip'e sunduğu kırmızı halı

Zaman hızla akıp gidiyor... Bu gelişmeleri dikkatle izlerken, 20 yıldır Türkiye'yi islamo-faşist kafayla yöneten Erdoğan'a iktidarın, sırf CHP'nin acz ve gafleti nedeniyle, nasıl altın tabakta sunulduğunu unutmamak gerek...

Evet, son 20 yıldır Türkiye insanının kaderine hükmeden Recep Tayyip Erdoğan, bundan 28 yıl önce yapılan 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı için seçim şansı hiç de yüksek olmayan, ismi pek duyulmamış sıradan adaylardan birriydi. 

Bugün HDP'yi dışlayıp beş sağcı partiyi ittifakına alarak "hellaleşme" operasyonlarıyla iktidara oynayan CHP ise, o dönemde seçimlere üç ayrı parti olarak ve üç ayrı adayla katılmıştı. Bu partilerden CHP'nin başında Deniz Baykal, SHP'nin başında Murat Karayalçın ve DSP'nin başında Bülent Ecevit bulunmaktaydı.

Büyükşehir belediye başkanlığı seçiminde Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan sadece yüzde 25,19 oy alabilmişken, seçmenlerin "orta sol" üç partiye verdikleri oyların oranı yüzde 34,08'i buluyordu. Ne var ki, bu oyların yüzde 20,3'ü SHP adayı Zülfü Livaneli'ye, yüzde 12,38'i DSP adayı Necdet Özkan'a, yüzde 1,4'ü de CHP adayı Ertuğrul Günay'a gittiğinden, Erdoğan yüzde 25,19 oyla belediye başkanlığı koltuğuna yerleşip müstakbel iktidarının, yani başbakanlığının ve cumhurbaşkanlığının temellerini atmaya başlamıştı.

Kaldı ki, eğer Erdoğan'ın oyları o seviyeyi bulmasaydı bile, Livaneli "orta sol" oyların bölünmesi nedeniyle yine de belediye başkanı olamayacak, oy oranı ondan daha yüksek olan ANAP'lı İlhan Kesici yüzde 22,14 oyla başkanlık koltuğuna oturacaktı.

Okuduğu bir şiir nedeniyle hapse mahkum edilerek belediye başkanlığından uzaklaştırılan Erdoğan, bu operasyonun sağladığı doping sayesinde AKP'yi kurup 2002 seçimlerinde oyların yüzde 35'iyle tek başına iktidar olacaktı.

Türkiye'nin yakın tarihi açısından asıl acı olan, o seçimde oyların yüzde 19'unu alan CHP'nin, asıl amacının Türkiye'de islamcı bir rejim kurmak olduğu bilindiği halde, Erdoğan iktidarı karşısında tutarlı bir muhalefet oluşturamaması, Kürt ulusuna baskılar, komşu ülkelere operasyonlar konusunda Tayyip'e sürekli destek vermesiydi.

Maalesef, CHP'nin solundaki güçlerin bir bölümü de yıllarca aynı hatalı tutumu paylaştılar.

20 yıl önce Türkiye'de Tayyip diktasının temellerinin atılması üzerine, Brüksel Kürt Enstitüsü'nün yayın organı De Koerden'e 2003 yılı başında yazdığım uzun bir makalede şunları söylemiştim:

"AKP'nin liderlerinin Erbakan'ın bir dizi partisinin siyasi okulunda yetiştiği unutulmamalıdır: Nizam Partisi (NP), Milli Selamet Partisi (MSP), Refah Partisi (RP) ve Fazilet Partisi (FP). 

"Türkiye'de İslam'ın siyasallaşması, bir yandan Kemalist güçlerin sadece İslam'a karşı değil, aynı zamanda halk kitlelerinin her türlü örgütlenmesine (sol partiler, sendikalar, ulusal, etnik veya kültürel azınlık grupları) karşı baskıcı politikalarının, diğer yandan da Sovyetler Birliği'ne yakın milliyetçi ve anti-emperyalist hareketlerin yükselişini engellemek için ABD'nin bölgeye müdahalesinin bir sonucuydu. 

"Suudi Arabistan, Türkiye'de İslam'ın siyasallaşmasında ana rolü oynamıştır. Yeni Başbakan Abdullah Gül'ün 1983-1991 yılları arasında Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde bulunan İslam Kalkınma Bankası'nda ekonomi uzmanı olarak görev yaptığını hatırlamak gerekir.

"AKP'nin kurucularının veya aktif üyelerinin çoğu, ilk İslamcı partinin kurulmasından önce bile, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Komünizmle Mücadele Cemiyeti (KMC) gibi çeşitli aşırı sağcı veya köktendinci örgütlerde İslami aktivizm içinde yer almıştır. 

"AKP üyeleri ya da seçmenleri arasında, 1969 Kanlı Pazar, 1978 Kahramanmaraş ya da 1993 Sivas katliamlarına katılmış olabilecek, şiddetle anti-komünist olan kişilerin bulunması oldukça olasıdır."

Kürt muhalefetine baskılar konusunda tutarsızlıklar...

Aynı yazıda, AKP iktidarı karşısında tek tutarlı muhalefetin Türkiye Kürdistan'ında oluştuğunu belirtmiştim:

"AKP ve CHP dışında oylarını artıran tek parti DEHAP olmuştur. HADEP 1999'da oyların %4,73'ünü alırken, DEHAP ülke çapında oyların %6,22'sini almıştır. Ancak %10'luk ulusal baraj uygulayan seçim sistemi, Türkiye Kürdistanı'nın tüm illerinde bu barajı aşmış olmasına rağmen DEHAP'ın Meclis'e yeniden seçilmesini engelledi: Diyarbakır %56,20, Batman %47,10, Şırnak %46,00, Hakkari %45,20, Van %40,90, Mardin %39,60, Muş %37,90, Ağrı %35,10, Iğdır %32,70, Tunceli %32,50, Siirt %32,20, Bitlis %30,00, Bingöl %22,00, Urfa %19,3."

Ne yazık ki, ana muhalefet partisi CHP, Kürdistan illerinde ve Batı metropollerinde gerçek temsil gücüne sahip bulunan DEHAP, ardından HDP ile bir muhalefet cephesi oluşturmaktan sürekli kaçınmış, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıkların kaldırılması ve hapsedilmeleri karşısında hiçbir zaman itiraz yükseltmemiş, 2016 çakma darbesinden sonra Yenikapı ruhunda AKP ile birlik olmuştur.

Yaklaşan 2023 seçimleri öncesinde de beş sağcı partiyle can ciğer kuzu sarması olurken, Meclis'teki üçüncü grubu oluşturan HDP'ye karşı sürekli mesafeli davranmıştır.

Şimdi gözler 6'lı Masa'nın 5 Ocak'ta yapacağı toplantıya çevrilmiştir. 

Gelen haberlere göre, bu toplantıda, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun başörtüsü konusunda yaptığı gafın Tayyip tarafından "anayasa değişikliği" önerisiyle kendi lehine kullanılması karşısında zevahiri kurtarmak için ne tavır takınılacağı tartışılacak. 

Kılıçdaroğlu'nun Ankara'da başörtüsü önerisiyle islamcı, Kayseri'de Bozkurt selamı verenlerle hizaya girerek ırkçı oyları çekme manevraları hiç kuşkusuz başta Akşener olmak üzere masadaki hiçbir ortağı rahatsız etmemekte, aksine büyük memnuniyetle karşılanmaktadır.

Türkiye'nin gerçekten demokratikleşmesini içtenlikle savunanlar için güncelde asıl önemli olan soru: 

6'lı Masa, Tayyip'in HDP'yi kapatma komplosuna karşı gerçekten tutarlı bir tavır alacak mıdır, yoksa partinin kapatılmasını fırsat bilip partisiz kalan seçmenlerin oylarını çekmek için "helalleşme" türü ucuz manevralara mı başvuracaktır?

İmamoğlu hakkında dava açılıp belediye başkanlığından uzaklaştırma girişiminin başlatılması karşısında kıyameti koparan 6'ların Kürt belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılması, yerlerine kayyumlar atanması karşısındaki sessizliğini unutmadık.

HDP konusundaki tavırlarını da sabırla bekliyoruz, göreceğiz…