İklim araştırmalarının ilk dehası Fourier’in, keşfettiği şeyler karşısında delirmekle yüz yüze kaldığı yıllar geride kalmıştır artık.

Callendar’ın oluşturduğu, CO₂ gazına bağlı iklim değişikliği çizelgesi karşısında duyulan şaşkınlıklar da.

SSCB’ye karşı yürütülen savaşta aktüelleşen CO₂ etkilerinin peşine büyük bir heyecanla düşen Keeling zamanları da.

Bütün bu keşiflerin kapitalizmin gelişmesi yönünde canhıraş kullanılmasının ardından, bilim insanlığın kuyusunu kazmaya başlamıştır bile.

Sera gazı etkisi 1824’te keşfedilmiş ve yüz yılı aşkın bir zaman tartışılıp durulmuştur. Artık iş işten geçmiştir!

1960 yılına gelindiğinde, böylesine erken bir tarihte; insanlık arkasında 9,2 milyar ton karbondioksit bırakmıştır.

60’lı yıllarda bilgisayar keşfedilince her şey daha da belirgin hâle gelir.

Ve İKLİM ilk kez 1972’de siyaset sahnesine oturur.

Doğanın öğrencisi olan insan, onu sistemli olarak yok etmeye başlamıştır artık. Onu ve üzerindeki tüm canlıları!

2000’ler devrildiğinde, insanlığın havaya bıraktığı CO₂ gazı her yıl rekor üzerine rekor kırar.

Dijital medyanın olanaklarıyla çığlıklar yükseltilir: “İklim değişikliğine karşı önlemler almalıyıııııız!” Bu çığlığa kulak verenler de işin boyutunu araştırmaya başlar. Bu tarihi okuyan-öğrenen gençler çıldırır! “Önlem almaktan başka çaremiz kalmadı” diyen araştırma görevlileri işlerinden istifa eder. Doktorlar nükleer silah tatbikatları yapılan bölgelerde Sivil İtaatsizlik eylemlerini sürdürür. Hepsi, sürekli sokaklara dökülür.

Önce Sosyal Demokratlar, sonra da Yeşiller büyük bir manipülasyon kampanyası yürütür. Araştırmalardaki net verilere rağmen “şüpheli” noktaların altını çizerek, insanlığı yapay bir umudun peşinde koşturmayı hedeflerler. Sokağa dökülünmesini desteklerler. Sokağa dökülen insanlığı kendi potalarına akıtmak için aç kurtlar gibi telaşa düşerler.

Kesin bilimsel sonuçlar elde olmasına rağmen, kurtuluş “Bilimsel sonuçların belirsizliğinin altını çizmeliyiz” yönlü bir perspektifte görülür! Halklar böyle manipüle edilecektir, güzergâh belirlenmiştir. Halbu ki Toprak Ana’nın, üzerinde yaşayan bu parazitlerin manipülasyonlarına zerre kadar tahammülü kalmamıştır! Aç kurtların hizmetine kan sunmaya mecali kalmamıştır. İsyanını seliyle, rüzgârıyla, gök gürültüsüyle, depremiyle haykırır!

Hayvanlar duyar bu isyanı. Bitkiler duyar. Hava duyar. Su duyar. Hepsi şaşkındır! İnsan da duyar. Ancak dünyaya çivi çakabileceği yanılgısı ve bu yanılgıyla birlikte depreşen mülkiyet hırsı, onun kulaklarını sağır gözlerini kör eder.

Toprak Ana’nın isyanını duymaktan vazgeçmeyenler daha güçlü haykırdıkça, “suçlu” ilan edilen yine onlar olur.

Doğanın öğrencisi olan insan, onu yok etmeyi rehber edinmiştir artık. Kâr yasalarına boyun eğer. Boyun eğmeyenlerin başı gider. Ve bu vahşet daha da artarak sürer.

Doğanın öğrencisi olan insan, doğadan öğrendikleriyle doğaya hükmedebileceğinden zerre kadar şüphe duymamaya başlamıştır. Şüphesizlikle dolu bu vahşet yolunun bedelleri ise çok ağırdır. Bu yolun sonu, tahminlerimizden çok daha yakındır. Ve elbette her yolun sonunda yeni yollar açılır. Elbette hep yola koyulan tertemiz yeni yolcular olacaktır ...

Bu yazı Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, Ocak-Şubat-Mart, Sayı 103’te; konuyla ilgili bir çeviri dosyasıyla birlikte yayınlanmıştır.