“Adı palavra olsa da, orada söylenen her söz, yaşanılan her şey hayat kadar ciddiydi.” (Hıdır Eren Çelik)
1970’li yılların Dersim’inde gençlik; siyasetle, umutla ve devrim düşleriyle yoğrulmuştu. Şehrin kalbinde, Cumhuriyet Meydanı diye bilinen bir yer vardı ki, yaşlılarımız oraya Palavra Meydanı derdi.
Kim bu ismi ilk koydu, kim dilimize doladı, kim bilir? Bildiğimiz tek şey, 1970’lerin ortalarından itibaren bu adla anıldığıydı.
Meydan aslında öyle büyük bir yer değildi. Belediye binasının karşısında, sıra sıra dükkânların uzandığı bir caddeden ibaretti. Bugün orada bir insan hakları heykeli yükseliyor ama o zamanlar meydanın ortası bomboştu; sadece biz vardık — gençlik, umut ve devrim hayalleriyle.
O yıllarda Palavra Meydanı, bir tür ayaküstü siyaset akademisiydi.
Sabah ve akşam otobüslerin kalkışını izleyen, etrafta “soğuk su, soğuk gazoz!” diye bağıran çocukların sesleri yankılanırdı. Akşamüstü güneş Munzur Dağları’nın ardına inerken biz liseliler, siyasi örgütlerden abilerimizle birlikte meydanı bir uçtan bir uca turlardık.
Bir yandan çocukların “soğuk su, gazoz!” sesleri, bir yandan şehirlerarası otobüslerin kalkış gürültüsü bize eşlik ederdi. Siyasetin önde gelenleriyle birlikte görünmek, bize ayrıcalık kazandırırdı. Çünkü o yıllarda orada bulunmak sadece bir yürüyüş değil, bir siyasi kimlik göstergesiydi. Hava atmayı da severdik elbette.
Sonra Belediye Parkı’nın çay bahçesinde buluşur, masa masa oturur, devrimi konuşurduk. Gün batımında geleceği planlardık. Munzur’un suyunda umutlarımızı büyüterek uzak toprakları sulardık. Biz, Dersim gençliği olarak Türkiye’deki gençlik hareketinin de suyu, ruhuyduk — ve öyle de kaldık.
1970’li yıllarda bu meydandan üç ara sokak, kışla tarafına düşen şehir merkezini birbirine bağlardı. Bu sokaklardan biri Ovacık yoluna çıkardı. Meydan’ın iki sokağından biri, o dönemin Tunceli Lisesi’ne ve oradan Dündül Tepesi’ne kadar uzanırdı. Biz buna Liseler Sokağı derdik. Bu sokağın üzerinde önce Yapı Sanat (Tunceli Güzel Sanatlar Lisesi), ardından Kız Meslek Lisesi, sonra da Tunceli Kalan Lisesi bulunurdu. Meydan’ın bir diğer sokağı ise Dağ Mahallesi’ne çıkar, o yapıların bir kısmı hâlâ ayakta dururdu.
Kent Oteli ilk yapıldığında dönemin koşullarına göre şehrin en modern binasıydı.
Meydan küçüktü belki ama hayallerimizde kurduğumuz dünya büyüktü.
Marx’tan, Lenin’den, Stalin’den, Mao’dan alıntılar yapardık — kimi zaman ezberden, kimi zaman yürekten. Her birimizin örgüt adı vardı. Herkes birbirini o kadar iyi tanırdı ki, yine de bir saklambaç oynar gibi kendimizi kendimizden saklardık.
Fikirler çarpışırdı ama aramızdaki bağ hep sıcaktı, dostçaydı, kardeşçeydi. Biz, kendi geleceğimizi orada kurduğumuza inanırdık.
Zaman geçtikçe hayat bizi dağıttı.
Kimimiz üniversite için, kimimiz çalışmak için büyük şehirlere gitti. Kimimiz dağlara çıktı, kimimiz yurt dışına...
O küçük meydanda başlayan tartışmalar, zamanla büyük çatışmalara dönüştü. Kardeş kardeşe silah doğrulttu. O günlerin sıcaklığı yıllar geçtikçe yerini acıya ve sessizliğe bıraktı.
Hayal ettiğimiz devrim gelmedi, devrimi yaşamadık. Belki hayallerimiz yarım kaldı ama Palavra Meydanı bizimle yaşamaya devam ediyor — bir kuşağın yüreğinde, bir şehrin belleğinde.
Evet, adı Palavra Meydanı’ydı. Ama orada söylenen hiçbir söz palavra değildi.
Bugün, elli yıl sonra geçmişe bir yolculuk yaptığımızda, tüm acılara rağmen 1970’lerin gençliği olarak daha umutluyduk. Adı Palavra Meydanı da olsa, hayatımıza bıraktığı hikâyeler bugün hâlâ aramızda konuşuluyor. Zaman zaman Palavra Meydanı’na bir yolculuğa çıkıyoruz. Evet, Palavra Meydanı’nda biz devrimi konuşuyorduk.
Bugün Palavra Meydanı’nı düşündüğümüzde hâlâ içimizde bir sızı, bir sıcaklık var. Tüm acılara rağmen o yılların gençliği olarak daha umutlu olduğumuzu fark ediyoruz. Çünkü o meydanda sadece devrimi değil; dostluğu, dayanışmayı ve birlikte düşünmeyi de öğrendik.
Munzur’un suları akıp uzak toprakları sularken, zaman da akıp geçti. Yıllar birbirini kovaladı; bizler anılarımızla yaşlandık, yurtsuzluğa mahkûm olduk.
O zamanlar Dersim’in merkez nüfusu on beş binin altındaydı; genel nüfusuysa 160 bin civarındaydı. Köyler henüz boşalmamıştı. Bugünse şehirde yaşayanların sayısı 90 binin bile altında. Göç, Dersim’i otobüs otobüs dolusu insanıyla Türkiye’nin büyük kentlerine, oradan da Avrupa’ya ve dünyanın dört bir yanına taşıdı.
Herkes bir sabah o küçük şehri arkasında bırakıp, yavru kuşlar gibi yeni hayatlar kurmak için başka diyarlara uçtu.