“Kadın devrimi, devrim içinde devrimdir.” (F.Castro)

Mücadeleci kadınların hikayesi, daima önde gözüken erkeklerin hikayeleri arasında çoğu kez görünmez hale getirilir. Kadınlar mücadele tarihine hak ettikleri şekilde kaydedilmek zorunda olduğundan, önemli kimi gelişmeleri anımsatmak istedim.

Kadın işçiler, 1820’lerde ortaya çıkan İngiliz işçi sendikalarına kaydolup, 1833’te Derby ipek yolunda ve 1842 Lancashire’daki genel grevde yer aldılar. Onlar sosyalist hareketin ayrılmaz parçası haline geldiler. Adlarını tarihe kazıyan komünar kadınlar, Paris Komünü'nde barikatların en önünde erkek yoldaşlarıyla birlikte çarpıştılar.

Paris’in kadın işçilerinin istediği barış değil, topyekûn savaştır! Bugün uzlaşmak ihanet anlamına gelir! … Paris teslim olmayacak. Paris’in kadınları Fransa’ya ve dünyaya … halk uğruna, Komün uğruna erkek kardeşleri gibi canlarını verebileceklerini kanıtlayacaktır!”

'Union des Femmes (Kadınlar Birliği)' isimli örgüt, Enternasyonal üyesi sekiz kadın işçi önderliğinde hareket etti. Marx’ın görevlendirdiği Elizaveta Dmitriyeva başkanlığında, “Paris’in Savunulması ve Yaralılara Yardım için Kadınlar Birliği” oluşturuldu. Nitekim, Marx’ın eşi Jenny ile kızları Caroline, Laura, Eleanor da mücadelenin orta yerindeydiler.

Kadınların devrimdeki önemini Lenin şu sözlerle dile getirir; “Bütün özgürleşme hareketlerinde biriken deneyim, bir devrimin başarısının kadınların katılımına bağlı olduğunu göstermiştir.(...) Milyonlarca kadın bizimle birlikte olmaksızın, proletarya diktatörlüğünü yürütemeyiz, komünist inşaya girişemeyiz. Onlara ulaşmanın yolunu aramalıyız, bu yolu bulmak için incelemeli ve denemeliyiz.”

Lenin, Çarlık döneminde kadınların, diğer ülkelerde olduğu gibi, din ve koca boyunduruğu altında olduğunun bilincindeydi. Kadınların ağırlıklı bölümü tarımda çalışıyor olsa da, toprak üzerinde hiçbir hakları yoktu. Rusya'da nüfusun %8’ini oluşturan 5 milyon kadın ücretle çalışmaktaydı. 1872 yılında Moskova’da, 1874 yılında Petersburg’daki işçi eylemlerinde yer alan kadın işçiler, 1895 yılında Petersburg’da bir sigara fabrikasında ayaklandılar. Bu süreci omuzlayan kadın işçilerden bazıları mücadelenin önder konumuna yükseldiler.

“Başlarında eşarp (çok nadiren kızıl bir bandana), eski bir etek, yamalı bir kışlık ceket… Genç ve yaşlı, kadın işçiler ve asker eşleri, köylü kadınlar ve kentli yoksul ev kadınları. (...) Ekim zaferinde kızıl bayrak taşıyanlar arasında aydın kesimden kadınlar da vardı; öğretmenler, büro çalışanları, lise ve üniversitelerdeki genç öğrenciler, kadın doktorlar. Onlar, diğerkâm, neşeli ve kararlı bir şekilde yürüdüler. Gönderildikleri her yere gittiler. Cepheye de mi? Evet, bir asker kepi taktılar ve Kızıl Ordu savaşçısı oldular.” (Aleksandra Kollontay)

8 Mart'ın tohumlarını atanlar ise, Almanya Sosyal Demokrat Partisi delegeleri Clara Zetkin, Kate Duncker ve arkadaşlarıdır. Rosa Luxemburg, Karl Liebnecht ile birlikte bu partinin liderlerindendi. Naziler tarafından büyük bir tehlike olarak görüldüklerinden, Liebnecht ile birlikte katledildikten sonra bedenleri nehire atılarak yok edildi.

Sinn Féin ve Fianna Fáil bünyesinde politik faaliyetlerde bulunan Constance Markievicz (asıl adı Gore-Booth), 1916’daki Paskalya Ayaklanması dâhil, İrlanda'da birçok mücadelenin liderliğini yaptı.

Meksika Devrimi sırasında, “Soldaderas” olarak bilinen kadın askerler, erkeklerle birlikte savaştılar. Cinsiyetini gizleyerek “Pedro Herrera” adıyla savaşan Petra Herrera, kadın olduğunu daha sonra açıklayabildi. Yaklaşık 400 kadınla 30 Mayıs 1914’teki İkinci Torreón Savaşı’na katılıp komutanlıklarını yaptı. Pancho Villa bir kadının kahramanlığı kabulde isteksiz davranınca, yalnızca kadınlardan oluşan kendi birliğini kurdu.

İgbo kabilesine mensup, Nijeryalı Nwanyeruwa, Batı Afrika'da İngiliz hâkimiyetine karşı kısa süreli savaşı başlattı (18 Kasım 1929). Bu eylemlere katılan kadın sayısı yirmi beş bindi. Başarları sonucu, kadınların durumu iyileştirildi, İngilizler vergi planlarını geri çekti, birçok yönetici istifa etmek zorunda kaldı.

Blanca Canales, Porto Riko Milliyetçi Partisi’nin kadın kolları olan Özgürlüğün Kızları örgütünün kurulmasına katkı sağlamıştır. 'Jayuya Ayaklanması' (30 Ekim 1950) olarak bilinen ve tarihte Birleşik Devletlere karşı patlak veren bir isyanın önderliğini yapan birkaç kadından biriydi.Üç günlük direnişin sonucunda tutuklanarak ömür boyu hapse mahkum edildi.

Kathleen Neal Cleaver, Kara Panter Partisi üyesi olup, Parti’nin karar alma birimindeki ilk kadın üyedir. Kara Panterlerin erkek egemen bir yapı olduğu iddia edilse de Cleaver ve Angela Davis gibi kadınlar bir dönem Parti’nin üçte ikisini oluşturmaktaydı.

Nikaragua Sandinist devrimine katılan kadınların oranı erkeklerin oranına yakındı.

Filistin’in İngiliz mandası altında olduğu yıllarda, Siyonizm’in oluşturduğu tehdide kadınlar da karşı koydular. 26 Ekim 1929’da, Kudüs’te dünyanın farklı yerlerinden 200’den fazla kadının katılımıyla Filistin Arap Kadın Kongresi düzenlendi. Yafa bölgesinde 1948’de 'Kır Çiçeği Kızları' adında silahlı kadın milis gücü kuruldu. Leyla Halit ve Dalal Muğrabi gibi kadınlar, Filistin'in özgürlük simgeleri arasında yer alırlar.

Hatice Eroğlu Akdoğan'ın “Küba'da Devrimin Kadın Yüzü” eserini merakla okudum. Akdoğan'ın da yazdığı gibi, 5 Kasın 1843'te ayaklanmaya öncülük ettiği için öldürülen 'Carlota' adlı köle kadın, Amalia Simoni, Ana Maria Betancourt, Mariana Grajales Cuello Küba bağımsızlık mücadelesinde önemli roller üstlendiler. Onların yolunu izleyerek Küba Devrimi'ni başlatanlar arasında liderlik yapan kadınların adları maalesef Castrolar, Che, Juan Almeida, Camilo Cienfuegos kadar geçmez. Halbuki, Celia Sanchez, Melba Hernandez, Haydee Santamaria, Vilma Espin... Küba Devrimi'nde ilk akla gelen isimler arasındadır. CIA'nin Küba dosyasında ismini gördüğü Celia Sanchez'in kim olduğunu merak eden ABD Başkanı J.F.Kennedy'ye, Küba Büyükelçisi şu yanıtı verir: “Havana'daki en etkili kişi.”

F.Castro, 1958 yılı başında “Mariana Grajales Kadın Tugayı”nı kurmak istediğinde, erkek egemen anlayışla ona karşı çıkanlar olsa da, kararından vazgeçmez. Kadınların önemini şöyle dile getirir;

Kadınların erkekler kadar iyi asker olabileceğini kanıtladık. Bu, oradaki maçolukla mücadele etmemi gerektirdi(...) İlk kadın birliklerini bizzat eğittim. Tutumları kusursuzdu; erkeklerden daha iyi. Diyecek başka sözüm yok. Üstelik çarpışmaya gelmişlerdi; büroda çalışmak ya da benzeri bir şey için değil. Bu bir abartma değil, gerçek.” (age, s.58)

Bu noktada, Kolombiya Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) üyesi Monika Ertl'i anmak zorundayız. Che Gueavara'nın elinin kesilmesi kararını veren Albay Roberto Quintanilla Pereira can korkusuyla yurtdışına çıkmak istedi. Bolivya Konsolosu yapıldı. M.Ertl Hamburg'a gider ve Pereira'yı ölümle cezalandırır.

Anadolu yarımadası da dünya genelindeki gelişmelerin içindedir. Amazonlar, Kadıncık Ana, Bacıyan-ı Rum örgütlenmesi yanı sıra, Babai isyanlarında kadınların erkeklerle omuz omuza savaşması asla gözden kaçırılmamalıdır.

Tanzimat Fermanı'nın (1839) ilan edilmesi sonrası, kadınların hayatında değişiklikler yaşanmaya başladı. Osmanlı'da 50 grevin 9'unu kadınların gerçekleştirmesi çok önemlidir. Keza, Feshane grevi, kadınların çalıştığı işkollarında örgütlenmiştir.⁽*⁾

1886 yılında, Osmanlı'nın ilk kadın dergisi 'Şükufezar' yayın hayatına başlamıştır. “Biz ki saçı uzun aklı kısa, diye erkeklerin hedefi olmuş bir grubuz ve bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek çalışacağız."

Nuriye Ulviye, 4 Nisan 1913'te "Kadınlar Dünyası"nı, 'Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'ni (Osmanlı Kadın Hakları Savunma Derneği) kurdu. Kadınların peçe kullanımının zorunluluğunun kaldırılması da amaçlarından biriydi. 

Cumhuriyetin kuruluş sürecinde yaşanan Onbeşlerin Karadeniz'de katledilmesi sonrası Maria Suphi'ye yapılanlar acılarımız arasındadır. Türkçe 1 Mayıs şiiri yazan ilk kadın şairimiz Yaşar Nezihe Bükülmez ile Sabiha Sertel, Sevim Belli, Behice Boran'ın⁽**⁾ adları da anılmalıdır. 12 Mart sürecindeki siyasi davalarda Gülten Çayan, Ruşen Manas, İlkay Demir, Hatice Alankuş, Kadriye Deniz Özen, Lale Arıkdal, Şirin Cemgil... gibi nice isim geçmektedir. Onlar her türlü bedeli ödeyerek süreci omuzladılar.

12 Eylül faşist cuntası ve sonrasında, askeri mahkemelerde yargılanıp ceza alan ve aramızdan fiziken koparılan kadınlarımızın isimleri mücadele tarihine kazınsa da, öne çıkarmakta yetersiz kaldığımız özeleştirisini vermeliyiz. Kadınlar sosyalist sol örgütlerin ve ulusal hareketin içerisinde her türlü görevin üstesinden geldiler. Sabahat Karataş, Gürcan Özgür Aydın, Menekşe Meral, Kutsiye Bozoklar, Sakine Cansız, Perihan Çolak, Nergis Gülmez... gibi nice kadının adı mücadele tarihine kazındı. Keza, 'Cumartesi Anneleri' ile 'Barış Anneleri' de ülkemizin “Plaza de Mayo Anneleri” olarak, tüm dünyaya adlarını duyurdular.

Devrimimizin kadın yüzünün yazılması gerekiyor. Bir gün mutlaka bu görevimizi de yerine getirmeliyiz.

⁽*⁾Metin Yeğin'in, Bursa’da ipek işçiliği yapan kadın işçilerin 1910'larda gerçekleştirdikleri bir işçi direnişi etrafında kurguladığı "Grev" filmi bu açıdan da izlenmelidir.

⁽**⁾ Yazılan isimler anımsatmak amacıyla yazıldı. O kadınların adları sayfalar, kitaplar yetmeyecek kadar zengindir.