S. Demirel'in, ‘Dicle kenarında kaybolan koyunun hesabı Başbakan olarak benden sorulur.” yalanlara sığınan burjuva politikacılarının hiçbiri, enkaz altında kalanların yanında değildi. Dayanışmacılar, gönüllüler hemen harekete geçip, yardıma koştular. Sosyalist sol güçler, Kürt yurtseverleri ile kimi muhalif partiler deprem bölgelerinde standlar açtılar, toplanan yardımları dağıttılar.

Sol ve yurtsever cenahtaki dayanışmacı davranış iktidarı panikletince, deprem bölgelerinde OHAL ilan etti. OHAL ilanının sebeplerinden bir diğeri, seçimlerin ertelenmesi planıdır. İktidar “kader planı” diyerek deprem felaketi suçlarını Allah'ın üstüne yıkarak ellerini temizleme telaşı içinde.

BM Afet Yardım Örgütü’ne göre, afetlerden etkilenenlerin %90’ı, üçüncü dünya ülkelerinin büyük kentlerinde yaşayan yoksullardır (UNDRO, 1986) Ülkemizde yaşananlar göz önüne alındığında, kırsallarda ve kentlerde yaşayan yoksul halklarımız felaketlerden bir türlü kurtulamamaktadır. Yüz bini aşkın insanımız son felaketin enkazları altında iken, bundan sonraki depremlerin kaygılarını yaşamaya başladık.

Afetlerin kırdığı en önemli fay hattı toplumsal yaşamda yarattığı sonuçlardır. Büyük afetler sonrasında toplumsal yaşamda önemli değişimler olması mümkündür. Çünkü afetlerin yarattığı kayıplar sadece can ve mal kayıpları değildir. Afetler sosyal tahribatları büyütmekte, eşitsizlikleri derinleştirmektedir. Afetler herkesi aynı derecede etkilemiyor. İnsanların uğrayabileceği fiziksel, toplumsal, ekonomik, çevresel zarar ve kayıpların ölçüsü olarak tanımlanan “zarar görebilirlik (vulnerability)”, toplumun her kesimine eşit düzeyde dağılmıyor. Buraya da damgasını vuran sınıfsal farklılıklardır. Buradan hareketle araştırmacılar, afetlerden “kolektif bir stres durumu” veya “sosyal kriz dönemi” olarak bahsetmektedir.

Mevcut iktidar, son afetin yaratabileceği, “kolektif bir stres durumu”ndan, “sosyal kriz”den korkusu içindedir. Depremlerin yarattığı sonuçların sorumluluğunu, 'kader planı' diyerek Allah'ın üstüne yıkmaya çalışsalar da, “Bu devlet nerede” sorularının çığ gibi büyümesini önleyemediler. Toplumsal tepkinin önünü alabilmek için, tam anlamıyla şova dönüştürdükleri, 'Türkiye Tek Yürek' yardım kampanyası yaptılar. 115 milyar liralık bağışların 86 milyarını kamu kuruluşlarına yaptırdılar. Deyim yerindeyse halkın ödediği vergilerden oluşan para sağ cepten sol cebe aktarıldı.

Kırk haramiler çetesi üyesi soyguncular daha önceden uyarılmış olmalılar. O geceyi bekleyip yardımseverlik pozlarında bağış yaptılar. Fakat yardım kampanyasında verdiklerinin onlarca katını kasalarına akıtacakları yüzde yüz vergi indirimleri ve ihaleler ile tekrar kendilerine bağışlandı. Böylece “Milletin a... koyacağız” diyebilecek kadar ahlak düşkünü sermayedarlar şirin gösterilmeye çalışıldı.

İşte bu noktada temel sorun, devrimci muhalefetin neler yapacağıdır. Deprem sürecinde depremzedelerle omuz omuza olan sol ve yurtsever güçlerin varlığı ve olumlu yöndeki katkıları, “taban örgütlenmeleri” gerçeğinin altını çizdi. Ezilen halkla birlikte, iç içe olmak, onlarla bütünleşmek zorundayız.

Ho Chi Minh kiteleleri kuma, devrimcileri ise toprağa dikilen çubuğa benzetmiştir. 1960'lı, 1970'li yıllarda sosyalist solun ve Kürt yurtseverlerinin taban örgütlenmeleri çok güzel örneklerdir. Fatsa örneğini günümüzde devam ettiren Ovacık ile Dersim belediyelerinin olumlulukları ülke geneline yayılmalıdır.

Uzun lafın kısası, geleceği nasıl şekillendireceğimizi, ülkemizi ileriye taşıyacak çıkış yolumuzu topluma açıklamalıyız.

Tekelci sermaye takımının sıkıntıya girdiği anlarda biraraya geldiklerini biliyoruz. Sosyalist sol ile yurtsever kesimler biraraya gelmek zorunda. Aralarındaki düşünsel farklılıklar ne olursa olsun, faşist sistemin karşısına ittifak kurarak “blok olarak” çıkmalıdır. Bugünkü koşullarda ittifakları başaranlar, yaratılan güvenin etkisiyle yeni hedefler doğrultusunda yeni ittifakları, hatta cepheleşmeyi yaratmayı da başaracaklardır.

Tekelci sermaye sistemini yıkacak “devrimci fay hattının” oluşturulmasına yönelik adımlar başlatılıp, hızlandırılmalıdır.