Sendikal faaliyetlerini, “Kolayca amacına varan bir grev insanlara nasıl örgütlenileceğini, nasıl beraberce çalışılacağını öğretmez. Grevin serti iyidir. Biz, insanların hep beraber çalıştıkları zaman ne kadar kuvvetli olabildiklerini kendi gözleriyle görmelerini istiyoruz,”[2] diye tarif edenlerden ve en önemlisi de “Hiç tevazu göstermeden söylüyorum, yaşamımı onur ve dürüstlük üzerine kurguladım”… “Özeleştirimi de yapıyorum, birçok insandan özür diliyorum” (s.508) diyenlerdendir Müslüm Şahin (abim).

Yaşadıklarına dair anı ve değerlendirmelerini topladığı ‘Bir Zamanlar DİSK Vardı’ başlıklı[3] çalışmasını; “Her koşulda direnen iki devrimci sendikacı büyüğüm; Kemal Türkler ve Abdullah Baştürk’ün anısına” (s.5) ithaf ederken; Sigmund Freud’ün, “Bir gün dönüp geçmişe baktığınızda, mücadelelerle geçen yılların hayatınızın en güzel yılları olduğunu fark edeceksiniz,” (s.6) notunu da düşüp ekliyor:

“Biliyorum ki bu kitabın bazı bölümleri, bazı kişi ve çevrelerce tartışma yaratacaktır… Kitabı okuyanlar düşüncelerini, eleştirilerini, kızgınlıklarını e-mail adresime gönderirlerse içeriği ne olursa olsun, küfür bile olsa, ikinci baskı yaparak yayınlayacağım.” (s.19)

* * * * *

Müslüm Şahin, kimilerinin “uvriyerist” diyebileceği denli sınıf siyasetinden yanadır.

İşçi sınıfının tarihsel devrimciliğinin kapitalist sistemin doğasından kaynaklandığını; sınıfın yaşamak için emek gücünden başka bir şeye sahip olmadığının, yani üretim aracına sahip olmamasından ya da mülksüz bir sınıf olmasından kaynaklandığının altını çizenlerdendir.

O sendikal mücadeleyi bu açıdan kavrar; Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) 2023 ‘Küresel Haklar Endeksi Raporu’na göre, Türkiye, 148 ülkede işçiler için en kötü 10 ülkeden birisi[4] olsa da… Ya da belki de tam bu nedenle!

Veya “sendika seçme özgürlüğüne müdahale suçtur” ya da “Anayasa’nın 48. maddesine göre herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme özgürlüğü vardır. Anayasanın 51. maddesine göre de çalışanların sendika kurma ve dilediği sendikaya üye olma hakkı vardır. Buna olumlu sendika özgürlüğü denir. Çalışma ve sendika özgürlüğü, anayasal haktır,” denilse de bunların lafta kaldığı ve hakkın, ciddi boyutlarda ihlâl edildiği koşullarda…

Ancak her şeye karşın yazarın işçilik ve sendikal mücadele yılları sınıfın kavgasıyla başlayıp, anlamlanırken; “İçimde Muhalif Bir Rüzgâr Şekillenmeye Başlıyor” (s.33); “MTA Sondaj Kampında Yeniden İşbaşı ve Sondörlük Günleri” (s.37); “Sendika Çalışmaları Başlıyor” (s.43); “Siyasal İçerikli Anadolu’daki İlk Grev, ‘Hasançelebi Grevi’…” (s.88); “Linyit Kömürünün Zehir’e Dönüştüğü İlçe, Yatağan” (s.138) bölümlerinde aktarılır.

Elbette hiçbir şey kolay değil, büyük fedakârlıklara mündemiçtir; örneğin 2014’te 18 kişinin öldüğü maden faciasının sorumlusu maden patronu Abdullah Özbey, bu suçtan hapis cezası aldı. Çıkar çıkmaz AKP’den vekil aday adayı oldu. Şimdi elinde madencinin kanı, cebinde işçiye ödenmemiş tazminatlar dururken, yeni CHP’li başkanla beraber iftar ziyafeti verdiğini görürüz[5] veya sendika hakların kâğıt üzerinde kaldığına dikkat çeken Birleşik Kamu İş, uluslararası sözleşmelerin çiğnendiğine işaret eder.[6] Sınıf temelli sendikal mücadele, böyle bir coğrafyada hayata geçirilmektedir ki, bu yanıyla da çok öğreticidir.

* * * * *

O zamanlar sendikal mücadele demek DİSK demekti…

Müslüm Şahin “DİSK, TKP ve Ülke Gerçekliği Üzerine Birkaç Söz” (s.139); “DİSK Kongresi” (s.144); “Çelişkiler Sarmalında 1. Ören Toplantısı-1978” (s.149); “Cevapları Bir Ömür Sürecek, Ören Konuşmam” (s.419) bölümlerinde net biçimde sergilendiği üzere, “… ‘Çağdaş sendikacılık’, ‘Şeffaf sendikacılık’… bunlar içi boş sözlerdir” (s.431) diyen sosyalist bir sendikacıydı; özellikle Ören’deki uzun konuşmasında tarif ettiği gibi.

“Sendikacılar ne yazabilirlerdi ki anılarında? İşçilere nasıl ihanet ettiklerini mi, yoksa toplu sözleşme masalarında işçileri nasıl sattıklarını mı, yoksa yolsuzluklarını mı yazacaklardı?” (s.17) satırlarında ifadesini bulan hâle ilişkin olarak daha önce ‘DİSK’in ‘Ören Tezleri’ ve Sosyalist Tavır’[7] başlıklı yapıtta benzer tutumları deklare etmiştik.

* * * * *

Dev-Maden Sen’deki mücadelesi ve sınıf hareketine ilişkin anti-bürokratik duruşuyla o, alışılmış sendikacılardan değildir. “Avrupa’da DİSK Çalışmaları ve Yücel Top” (s.283); “Sendikadan İstifam” (s.458) bölümlerinde açımladığı tutumuyla…

Sendikal bürokrasi işçi sınıfı hareketinin sırtındaki kene iken; sendikalarda taban demokrasisi, işçiler için çok önemlidir. Çünkü “sanayi devrimi”yle fabrikalardaki sömürü ve sefalete karşı işçilerin sendikal çabaları sömürüye karşı isyanıdır. O günlerden beri sendikalaşma çabaları zor yılları göğüsleyip, ağır bedeller ödenmiştir.

1830’da İngiltere’de Chartist Hareket sürecinde, 4 Mayıs 1886’da Chicago’da Haymarket -Samanpazarı- Katliamı’ndan bugünlere işçiler sendikacılık tarihini kanla yazmışlar ve onu satanlarla da mücadele etmişlerdir.

1899’da Fransa’daki bir fabrikada işçiler greve çıkar. Patron grevi kırmak için denetimindeki bir başka sendikayı öne sürer. Patronun desteklediği sendikanın kaldığı binanın cephesi sarıya boyalıdır. İşçiler grevi yürüten sendika ile patronun emri ile grevi kırmaya çalışan sendikayı ayırmak için sarı renkli binadaki sendikaya “sarı sendika” adını verirler. Patron sendikası da bu terimi kabul edip, ardından “Sarı” başlıklı haftalık gazete bile yayımlan ve bu terim de sonra tüm dünyaya yayılır.[8]

Kaldı ki “Sarı Sendikacılık” sadece işveren yanlısı sendika demek değildir. Siyasi gücün önünde diz çökmektir.

Oysa sendika, işçi sınıfının evrenselleşebilmiş örgüt biçimidir ve sendika özgürlüğünden söz edebilmenin birinci koşulu kuruluş serbestliğidir. Herhangi bir idari makamdan izin, onay alınmadan sendikaların kurulup tüzel kişilik kazanabilmeleri sendika özgürlüğünün ilk adımıdır.

Sendika özgürlüğünün ikinci koşulu sendika çokluğu ilkesidir. Sendika çokluğu ilkesine göre işçiler dilerlerse işyeri, meslek, iş kolu sendikası kurabilirler. İşçiler dilerlerse bunların hepsini birden kurar, dilerlerse üst örgütler federasyon, konfederasyon çatısı altında örgütlenebilirler.

Sendika özgürlüğü sendikalaşma hakkının var olup olmadığını belirleyen temel ölçütlerden birisidir. Sendika özgürlüğü işçinin sendika seçme özgürlüğü ile bir arada olur. Sendika kuruluş serbestisi ve sendika çokluğu ilkesinin yaşama geçmediği yerde sendika seçme özgürlüğü yoktur.

Tıpkı coğrafyamızda olduğu gibi…

Sendikaların zayıf olmasının en önemli nedeni devlet ve patron kaynaklı baskı ve engeller olsa da tek nedeni bu değil. Devlete, patronlara yaslanan ya da onlar tarafından terbiye edilen sendikal bürokrasidir de! Eğer sendika yöneticisi, sendikadan nemalanıyorsa, sendika çokluğu ilkesini rekabet olarak görecektir.

Bu da sendikalardaki demokrasi ve şeffaflık yokluğundan beslenir.

İşte birkaç örnek…

- Öz Sağlık İş, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda grev kararı aldı. Ancak ortaya atılan iddiaya göre işveren sendikası TÜHİS’le anlaşma sağladı. Sendikanın grev kararını ise işçilerin tepkisini dindirmek için aldığı öne sürüldü. İşçiler, iddiayı doğrularken grev kararının sadece göz boyama ve işçilerin tepkisini dindirmek için alındığını söylediler.[9]

- Öz Sağlık İş Sendikası, üyelerine ve yeni üye olacaklara 500 TL’lik “Pandemi armağanı” vereceğini duyurdu. Üye sayısını 6-7 yılda 67 kat artırarak 185 bine çıkaran sendikanın para dağıtması da yasal değil.[10]

- Türkiye Kamu-Sen Genel Teşkilâtlandırma Sekreteri, Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, MHP genel başkan yardımcıları Mevlüt Karakaya ve Semih Yalçın hakkında “hakaret, tehdit, şantaj” iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Ankara Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı olduğunu söyleyen “Mustafa” isimli kişinin, “Biz MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin talimatı ile geldik. Sayın Genel Başkanımız sizden Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanlığı görevinden istifa etmenizi talep ediyor” dediğini belirtti.[11]

- AKP hükümetine yakınlığı ile bilinen Hak-İş’e bağlı Öz Ağaç İş Sendikası Genel Başkanı Tuncay Dolu’nun, 15 Temmuz darbe girişiminden 7 ay sonra hastaneye dilekçe vererek gazilik unvanı aldığı ortaya çıktı.[12]

- AKP hükümetine yakınlığıyla bilinen Memur-Sen’e bağlı Büro Memur-Sen’de genel başkan Metin Yılancı’nın denetleme kurulunun “yolsuzluk” yapıldığı tespiti sonrasında yönetim kurulu tarafından görevden alındığı öğrenildi.[13]

* * * * *

Sendikal mücadeledeki kararlı mücadelesiyle yazarımız da 12 Eylül 1980’den “payına düşeni alanlar”dandır; “En Uzun Gecenin Ertesi Günü: 12 Eylül 1980” (s.204) başlığı altında aktardıklarıyla…

Oradan yolu “Suriye, Beyrut ve Filistin Kampları”yla (s.241) Ortadoğu’ya düşmüştü; “20 tane yoldaşınız savaşıyor. Sizin de onlarla aynı kampta kalmanız, onlarla aynı yemeği yemeniz, onlarla eğitime katılmanız, askerlik yapmanız, Filistin halkının onurlu mücadelesi yanında onlarla savaşmanız gerekmiyor mu?... 20 yoldaşıyla bile hayatı paylaşamıyor. İki örgüt bürokratı kendine özel ve ayrı bir hayat kuruyor!” (s.251) itirazıyla.

Zor yıllardı, örgütsel soru(n)ların öne çıktığı aidiyetlerin tartışıldığı yıllardı. Müslüm Şahin yapıtındaki “Şeflerin İşgali Altında Dernek Çalışmaları; Elif, Mesut, Bülent ve Diğerleri” (s.271); “Olumsuz Bir Prototip; Bülent Uluer” (s.309); “Sosyalist İşçi Grubu ve Londra’dakiler” (s.332) bölümlerinde bunlara değiniyor.

Satırlar, anlatım, vurgular “sert” mi? Evet…

Farklı anlatılabilir miydi? Bilemiyorum…

Ancak insan ve örgütsel ilişkiler ağında beklentilerin abartılmaması yanılgıları azaltılabilir (miydi?)

Tıpkı sosyalizm tarihi ve iddiaları gibi…

Malum “Hakikât şey ile zihin arasındaki uygunluktur.”[14] Söz konusu “uygunluk” ise her an sağa sola çekiştirilip, çarpıtılmaya müsaittir.

Tıpkı “MTU-Macaristan Kongresi ve Sokaklarda Sosyalizm Arayışım” (s.183) bölümünde gördüklerinden etkilenip, “Ben Marksist-Leninist, Stalinistim ve Enternasyonalistim” (s.187) diye haykırdıktan sonra, “O günün Kurtuluş’unun sosyalizm anlayışına ve o günün ruh hâline uygun şeyler söyledim, bugün anlayışımdan uzak… Stalin’in canı cehenneme. Ekim Devrimi bir sosyalist devrimse Stalin’de bu sosyalist devrimi yok eden bir karşı devrimcidir. Bu çok açık bir gerçektir.” (s.188-189) denildiği gibi.

“Kirve Kalender-Temel Demirer” (s.323) bölümünde beni onore eden Müslüm Şahin (abim)’in sosyalizm tartışması ve “Stalinizm” mevzuundaki tutumu gibi. Sosyalizmin geri çekilen dalgası ya da reel sosyalist deneyim “Stalinizm” kavramının kolaycılığıyla kavranamaz; daha derindir, kapsamlıdır.

Sağ olsun beni satırlarında “İflah olmaz bir Sovyet yanlısıdır. Ayrıca Stalinisttir” (s.324) diye tanımlayan yazar, benim örgütümden “Troçkist” diye atıldığımı duymuş(mu)dur.

Hiçbir dönemde kendimi ne “Stalinist” ne de “Troçkist” diye tanımlamadım. Her koşulda ve hâlâ Marksist-Leninist’im; Paris Komünü, Ekim Devrimi’ne ve Çin, Küba, Vietnam’a büyük değer atfederim. 1938 Moskova Mahkemeleri’ni onaylamam ve “sivil toplum”cu liberaller ile post-modernlerden de hiç hazzetmem.

Bu arada “Kirveyle nasıl tanıştığımızı net hatırlamıyorum,” diyen yazara, bizi “Kurtuluşçu Seyhan Şanalan’ın tanıştırdığını hatırlatıp, onun Müslüm Şahin (Abiy)i, “Çok sert ama çok sempatik ve samimi” diye tarif ettiğini de not edeyim.

Ben de “Bana Stalinist” diyen yazarın, sevdiğim, saygı duyduğumu, ancak görüşlerinin çoğunu paylaşmadığım değerli bir sosyalist olduğunu ifade edeyim.

* * * * *

Ve “Fransa-Parlez Vous Français Monsieur?” (s.260); “Paris’te Mültecilik ve Yaşam Koşulları” (s.268); “İyimser Bir Kayısı Çiçeği; Mehmet Koç” (s.326) bölümlerindeki sürgün kesiti hiç yabancısı olmadığım ve unutamadığım el kapılarının gri gökleri altında Seyhan (Şanalan) yoldaşımı kaybettiğim bir gayya kuyusuydu…

Çok şeyi öğrenip, çok şeyi de kaybederek kazandığım bir kesitti ve hayat hepimizi orada sınadı, sigaya çekti.

Ve nihayet “Memleket Hasretini Düz Ovada Kuşatmak; 10 Yıl Sonra Vatan Topraklarındayım” (s.389); “Kaldığım Yerden Yürüyüşe Devam Çabalarım ve Önerilerim” (s.413); “ÖDP’li Yıllar” (s.482); “Yedi Tepesinde Sekiz Kere Ömür Tüketilen Şehir; İstanbul” (s.504); “İsviçre’ye Dönüş ve Yeniden Dernek Çalışmalarım” (s.523); “Sular Akar, Yol Bulunur; Köye Dönüş” (s.533) bölümleriyle sürgün sonrasının meselelerini anlatıyor biz(ler)e…

* * * * *

‘Bir Zamanlar DİSK Vardı’yı okuduktan sonra birden aklıma, “Bütün çiçekleri koparabilirsiniz, ama baharın gelişini engelleyemezsiniz,” dizeleriyle Pablo Neruda ve “Devrimci öyle bir durumda bulunan kişidir ki, yürürlükteki sosyal düzenin nimetlerinden, ayrıcalıklarından hiç yararlanamaz; kendisi için istediği hakları ancak kendini baskı altında tutan sınıfı yıkmakla elde edebilir.” “Elbette şu hep geçerlidir: Bir şeyle mücadele etmek için kendini o mücadeleye dönüştürmek gereklidir; başka bir deyişle, mücadele ettiğin şeyin tam zıddı olmak gereklidir, sadece ondan farklı olmak yeterli değildir,”[15] satırlarıyla Jean-Paul Sartre geldi.

Kolay mı? Sınıf mücadelesinin bir cephesi de (bireysel anılarımızı da içeren!) dik durup, umutla diklenenlerin yarattığı toplumsal hafızadır. Çünkü “hafıza-ı beşer nisyan ile malûl” (“insanlığın hafızası unutuşla yaralı”) değildir.

Ve en önemlisi zamana direnen toplumsal bellek, geçmişi elekten geçirirken; geleceği etkiler.

Müslüm Şahin (abimin) yapıtı da toplumsal hafızamıza yaptığı katkıyla geleceğin yolunu açıyor.

25 Nisan 2024 16:12:56, İstanbul.

N O T L A R

[*] Avrupa Demokrat, Mayıs 2024...

[1] Attilâ İlhan.

[2] John Steinbeck, Bitmeyen Kavga, çev: Özay Sunar, Ağaoğlu Yay., 1965.

[3] Müslüm Şahin, Bir Zamanlar DİSK Vardı, Anı&Değerlendirme, Zinde Yay., 2024, 541 sahife.

[4] “Türkiye En Kötü İşçi Hakları Sıralamasında Yine İlk 10’da!”, Yeni Yaşam, 19 Temmuz 2023, s.4.

[5] Kaynak: @Basaranaksu_

[6] Mustafa Çakır, “Devlet Güdümlü Sendika”, Cumhuriyet, 28 Mart 2019, s.10.

[7] İlker Belek-Temel Demirer-Yücel Demirer-Orhan Gökdemir-Sırrı Öztürk- Müslüm Şahin, DİSK’in “Ören Tezleri” ve Sosyalist Tavır, Sorun Yay., 1992, 189 sahife.

[8] Engin Ünsal, “Zor Yıllar ve Sarı Sendikacılık”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2021, s.2.

[9] Umut Serdaroğlu, “Sendikadan Sahte Grev”, Birgün, 29 Nisan 2022, s.10.

[10] Aziz Çelik, “Çoban Armağanı Sendikacılık”, Birgün, 23 Mayıs 2022, s.5.

[11] Mustafa Çakır, “Kamu-Sen’e MHP Ablukası”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2018, s.4.

[12] Veli Toprak, “Sendika Başkanını Beyanla Gazi Yaptılar”, Sözcü, 3 Şubat 2020, s.5.

[13] Mustafa Çakır, “Sendikada Yolsuzluk Depremi”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2020, s.9.

[14] Louis Althusser, Felsefede Marksist Olmak, çev: İsmet Birkan, Can Yay., 2018, s.101.

[15] Jean-Paul Sartre, Sartre ile Sartre Hakkında, çev: Yücel Göktürk, Metis Yay., 2016. s.48.