Geride bıraktığımız hafta Almanya’da üç bin polis, istihbarat ve özel tim memurlarının katılımıyla gerçekleştirilen ve toplam 25 (!) darbecinin tutuklanması ile sonuçlanan operasyon dünya çapında medyatik ilgiye maruz kaldı.
Almanya burjuva medyası dahi “kurulu düzeni yıkmak isteyen sağcı teröristler” başlığı altında “demokrasimiz savunmasız değil” yorumlarını yaptılar. Federal Savcılık ve hükümetten “bu münferit hadisedir” açıklaması geldikten ve yasaların sertleştirileceği vaatleri verildikten sonra münferit hadise gündemden düştü.
Operasyonu gerçekleştiren makamların operasyon başlatılmadan bir hafta öncesinde büyük basın kuruluşlarına haber vermeleri, peşinden de kameraman ve fotoğrafçıları operasyon güçlerine iliştirmeleri eleştirilse de “iyi bir PR çalışması” diye övüldü. Tutuklananların arasında hâlen görevde olan bir hâkim ile polis ve ordu mensuplarının olması ise – gene önceden bilinmesine rağmen – Federal İçişleri Bakanı Faeser için “Anayasa düşmanlarına meydanı bırakmayacak ve ceza yasalarını sertleştireceğiz” söylemine gerekçe oldu.
Halbuki yürürlükteki Anayasa ve zaten defalarca sertleştirilen Ceza Yasası polis teşkilatı, istihbarat, yargı ve ordu içinde örgütlü olan ırkçı-faşist yapılanmaları ortaya çıkartmak, dağıtmak ve mahkemelerde yargılanmalarını sağlamak için tamamen yeterli. Ancak bu yapılmıyor ve federal cumhuriyetin kurulduğu ilk günden itibaren Batı Alman devletinin yasama, yargı ve yürütmesine, hem de en merkezi karar mekanizmalarına sızan Alman faşistleri her defasında “münferit hadise” olarak lanse edilmektedirler. Buna karşın “Son Kuşak” gibi iklim korunması için radikal eylemler gerçekleştiren gençler “Anayasa düşmanları” ve “Eko-teröristler” suçlamasıyla kriminalize ediliyorlar.
Kapitalist devletin baskı aparatı olan polis ve istihbarat teşkilatlarında, ordu ve yargısında milliyetçilerin, ırkçı ve faşistlerin yaygın bir şekilde yer alıyor olmaları eşyanın tabiatına aykırı bir şey değil elbette. Şimdiye kadar, bırakın hakim ve savcıları, olağan memurlar arasında radikal solcu görüşleriyle tanınan bir kişi dahi bulunmamaktadır. Kaldı ki Alman devleti on yıllardır kapitalizm eleştiri yapanlara ve bilhassa komünistlere memuriyet yasaklarını uygulamaktadır. Günümüzün Alman üniversitelerinde tek bir Marksist öğretim üyesi kalmamıştır.
Alman üniversiteleri tam da bu nedenle kolaylıkla uluslararası tekellerin ve özellikle askeri-sınai kompleksin emrine sokularak, emperyalist yayılmacılığa teknik, bilişimsel, sosyolojik ve siyasi destek sunmaları sağlanmış, Marksizm’i salt araştırma konusu olarak inceleyen sol liberallere “kapitalizmin barışçıl potansiyelleri ile insan hakları ve demokrasiye katkılarını kanıtlayan” çalışmaları ile antikomünist propaganda fırsatı verilmiştir. Sosyalizm ve Komünizmi faşizm ile eşit anlamlı hâle getiren, antiemperyalizmi Yahudi düşmanlığı olarak karalayan “bilimsel” çalışmalar üniversitelerde yaygın görüş hâline getirilirken, iklim korunmasının önemine dikkat çeken protestocu öğrenciler polis zoruyla üniversitelerden uzaklaştırılmakta ve “aşırı solcu” olmakla itham edilmektedirler. Buna karşın NSU gibi faşist terör şebekelerinin polis ve istihbarat teşkilatı içinde taraftar bulması, federal ordunun özel timlerinde Alman faşizminin Wehrmacht’ına övgüler düzülmesi veya soykırım gerçekleştiren Alman subaylarının anılması ise “münferit hadiseler” olarak lanse edilmektedir.
O açıdan 25 kişilik darbeci ekibin tutuklanmasının ardından Alman devletinin “Anayasa düşmanlarına karşı alacağı etkin tedbirlerinin” devletin baskı aparatının içindeki ırkçı-faşist yapılanmalardan ziyade, “Eko-teröristler”, “aşırı solcular”, “devlet düşmanı eylemciler” demagojisiyle kapitalizm eleştirisi yapan herkesi hedefine koyacağından ve aynı gerekçe ile zaten içi boşaltılmış olan demokratik ve sosyal haklara daha fazla saldıracağından hareket edebiliriz. Neticede Alman egemenleri açısından asıl sorun, dün olduğu gibi bugün de faşistlerin devlet içinde örgütlenmesi değil, iktidar ve mülkiyet ilişkilerini ters yüz edecek devrimci hareketlenmelerdir. Radikal iklim protestoları gibi sistemi tehdit dahi etmeyen en ufak eylemleri kriminalize etmelerinin, yasaları sertleştirmek istemelerinin temel nedeni budur.