Son aylarda seçmen anketlerinde ırkçı-faşist AfD partisinin oy oranının artması, burjuva medyasında olağanlaştırma çabalarını da artırıyor. Bugün iki eyalette, Hessen ve Bavyera’da parlamento seçimleri yapılıyor. Muhtemelen Hessen’de ırkçı-faşist AfD, Bavyera’da da aşırı sağcı “Serbest Seçmenler” güçlenerek çıkacaklar. Doğal olarak sol-liberal kesimlerde “faşizme doğru yol alıyoruz” yaygarası kopacak. Irkçı-faşist formasyonların tüm Avrupa’da olduğu gibi, Almanya’da da güçlendiği bir dönemden geçtiğimiz doğru, ancak Almanya’da yeniden 1933 mümkün olacak mı, işte bu soru kafaları karıştırıyor.

1933, yani iktidarın Alman faşistlerine teslim edilmesi örneği verilirken Hitler ve partisi NSDAP’nin antisemitizminin halk kitleleri arasında karşılık bulduğuna atıfta bulunuluyor ve günümüz Almanya’sındaki yaygın ırkçılığın yeni bir faşist iktidara temel oluşturabileceği vurgulanıyor. Sahiden de tarihe baktığımızda Alman tekelci burjuvazisinin iktidarı NSDAP’ye teslim etmesindeki önemli bir nedenin bu partinin halk kitlelerini kendine bağlayabilmesi olduğunu görebiliriz. Ancak emperyalist yayılmacılıktan aslan payını almayı hedefleyen Alman tekelci burjuvazisinin açık faşist diktatörlüğü tercih etmesinin asıl nedenlerinin güçlü sendikal hareketin, kitlesel komünist ve sosyal demokrat partilerin ve en önemlisi reel sistem alternatifi olarak Sovyetler Birliği’nin varlığı olduğunu vurgulamalıyız. Yani tek başına kitle desteği NSDAP’nin iktidara getirilmesi için yetersizdi. Önemli sermaye fraksiyonları ile devlet aparatının onayı olmaksızın – burjuva tarih okumasında denildiği gibi – iktidarı “ele geçirmesi” olanaklı değildi.

Aslına bakılırsa bugün 1933 örneğini vererek faşizm uyarısında bulunan sol-liberallerin “çaresiz antifaşizmi” hedef saptırıyor. Hedef saptırıyor, çünkü tekelci burjuvazi günümüz Almanya’sında açık faşist diktatörlüğe ihtiyaç duymamaktadır. Ne de olsa sendikal hareket işçi sınıfının imtiyazlı kesimlerine yoğunlaşan “sosyal partnerliğe” indirgenmiş, siyasi sol sınıf mücadelesinden arındırılmış, sosyalist devrim hedefinden vazgeçmiş, parlamenter kretenizmle yetinen bir reformist yapıya dönüşmüş ve ikisi de sermaye karşısında etkin güç olmaktan uzaklaşmışlardır.

Yanlış anlaşılmasın, yeni bir faşizm tanımı peşinde değiliz. Sadece Alman emperyalizminin açık faşist diktatörlüğe henüz ihtiyaç duymadığını vurguluyoruz. İhtiyacı yoktur, çünkü burjuva parlamentarizmi günümüzde egemen siyasete yönelik her türlü eleştiriyi anında aforoz edebilen, toplumsal yaşamın her alanını militarizme açan, siyasi kararları herhangi bir demokratik kontrol olmaksızın tekel temsilcilerinin etkin oldukları komisyonlarda alan, ırkçılığı ve göçmen-mülteci politikalarını etkin birer egemenlik aracı olarak kullanan ve yayılmacı devlet aklını kamuoyu görüşü hâline getiren bir parlamenter diktatörlük biçimini almıştır.

Başta AfD partisi olmak üzere, ırkçı-faşist formasyonlar otoriter neoliberalizme, sosyal ve demokratik hakların asgari düzeye törpülenmesine, NATO’ya ve emperyalist savaşlara, silahlanmaya ve militarizme, Avrupa Birliği’nin tekelci burjuvazinin lehine şekillendirilmesine karşı çıkmamaktadırlar. Irkçı-faşist AfD partisinin kimi zaman Avrupa karşıtı söylemleri demagojiden ibarettir, ekonomik sorunların yarattığı haklı toplumsal hiddeti egemen sınıflara yarayan sistem içi alanlara kanalize etmeye yaramaktadır.

Dahası söylemleri – SPD ve Yeşiller dahil – burjuva partilerince üstlenilerek, egemen siyaseti etkilemekte ve partiler yelpazesi ile kamuoyu görüşünün daha da sağa kaymasına yol açmaktadırlar. Nitekim İtalya, Macaristan ve Polonya gibi, ırkçı-faşist formasyonların iktidara geldikleri ülkelerde bunların nasıl neoliberal, asosyal ve emperyalist politikaları otoriter bir biçimde uygulamakta olduklarını ve otuz yılı aşkın bir süredir devam eden “küresel karşıdevrimi” ayakta tuttuklarını görebilmekteyiz.

Kısacası, kapitalist sömürüye ve emperyalist yayılmacılığa karşı çıkmadan, işçi sınıfı iktidarını sosyalist devrimle sağlama hedefini gütmeden, salt “faşizm geliyor” yaygarasıyla antifaşist mücadele vermek günümüz koşullarında olanaklı değildir.