Murat Çakır ve Doğan Özgüden insan hakları aktivisti Ganime Gülmez’in Almanya’da yıllar sonra yaşadığı resmi tacizle ilgili olarak somut olgulara dayanan çok iyi yazılar yazdılar.

Avrupa Sürgünler Meclisi kurucularından Mahmut Özkan daha önce Sürgün Dergisi’nin Mayıs 2019 tarihli 1. sayısında konuyu irdeledi.

Eğer TC sizi “terörist” olarak tanımladıysa, bir gün bu önünüze konulabilir. “Devletlerarası ilişki” ne de olsa! Her devletin yasasında kıyıda köşede saklı hini hacette kullanılabilecek bir madde vardır, asırlık kimisi.

2004 yılında soykırım araştırmacısı Taner Akçam, ABD’den Kanada’ya konferans için giderken, sınırda “terörist” olarak durdurulacaktı. Kaynak malum!

Ganime Gülmez, Pınar Selek gibi  19 Aralık cezaevleri kıyımından sağ kurtulanlardan biri. Bir survivor, bir hayatta kalan. Cezevlerinin birer toplama kampına dönüştürülmesine karşı açlık grevi direnişçisi. Pınar Selek “dosyası” da ha bire ısıtılır TC tarafından. Ganime Gülmez, Özgüden’in yazısında kullandığı resme dayanarak şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Yazıda değerlendirilen fotoğraf, tam da bizim gaz bombaları, tavanların matkaplarla delinişi, kurşun vızıldayışları arasında canlı kalabildiğimiz 4. günün sabahı; gökyüzünü kucakladığımız an! Tam da benim de dışarıya atlayabildiğim anın fotosu!”

Ganime Gülmez’den konuya ilişkin Özgüdenlere yazdığı bir ileti aldım. Şöyle diyor: “Kaleme aldığı yazı, tam benim ikinci “güvenlik soruşturması” randevuma coşkulu bir günaydın çekti (Bir ay içerisinde iki randevu yapıldı). Yazı gece gönderildi bana ve o sabah randevum vardı. Bu günaydın için yürekten teşekkürler. Hayatımızın Koca Çınarları, iyi ki varsınız!

Bazı isimlerin İsveç basınında “iade talebi listesi” olarak sergilenmesi bana; “Almanya’daki uygulamaların-yeni yasaların o civardaki şekillendirilişi de bu insanlar üzerinden mi yapılacak?” paniğini yaşattı… Ve üzerinden zannediyorum bir ay kadar geçti ki, ben de bir davetiye aldım!

Dünya tarihinin bambaşka virajlarındayız. Bu virajlardaki pervasızlıkların düzeyini sizlere aktarmaya zaten gerek yok, siz bunları tarihsel bağı içerisinde sürekli aktaransınız. Olanların özeti bu…

***

Elimdeki “damgalı” kimlikle, bu ülkede henüz hiçbir şey yapmadan “adalet” diye haykırmayı hiçbir zaman tercih etmedim. Ancak hep, bugünlerin gelebileceği olasılığının farkındalığıyla ördüm hayatı. Beni “mağdur” kimliğine sokabilecek hiçbir kulvarda koşmadım. Bu yönlü başıma üşüşenleri de hep kışkışladım. Ve yine yanıltmadılar bizi! O gün geldi!

Diskriminierung, Repression!!! Meclisler düzleminde bu gündemli sayısız toplantının organize ediliş sürecine katılandım. Yabancılar Meclisi Yönetimi’nde olduğum dönemde Eritrelilerden “Siyah Almanlar”a dek sayısız kurumun, bu gündemli seminerler düzenlemesine temsilci düzeyinde vekalet edendim. Buna rağmen elimdeki kimlikle sahnelere fırlayıp “Bu da politik kriminalize, işte aranızda oturan bu ben, bu kimlikle değil, onurumla yaşam ağacını çiçeklendirmekten vazgeçmeyenim!” demedim. Bunu yapmayı tercih etmedim.

Kısaca, üniversite amfilerinden tutun da şehir meclislerine, eyalet meclislerine dek bu ve daha nice gündemin işlendiği masalarda oturdum. Ve sadece ama sadece öğrenmeye ve kolektif çalışmalara, üretimlere emek harcadım. On yıl boyunca hem de bu sağlıkla günde 20 saat çalıştım. Hem staj yaptım, hem meslek programlarına katıldım, hem de Meclis’in aldığı tüm etkinlik davetlerine katıldım (Ayda en az 20 etkinlik, neredeyse 15 kurumla sürekli irtibat, farklı hafta sonu seminerleri, yılda en az 10 Workshop vb.).

Ve işte şimdi. Bir belgesel film çekilse “Bu kadarı da abartı” denilebilecek mucizevi bir yaşam örmeye iradem yetti. Ve işte şimdi. “Adalet” diye haykırma hakkını kazandım bu ülkede. Ve haykırdım.

Soruşturmalar aynı Türkiye masaları. “Evimde de sokakta da Türkiye’de değilim. Ancak bu masalar tam Türkiye masası. Terörle Mücadele Şubesi! Ve artık benim, ‘Bana bu ülkede neler yaptığımı sorun, yollarımı nasıl, neden engellediğinizi anlatın’ deme hakkım var. Diğer hiçbir sorunuzu yanıtlamayacağım ve protokol imzalamayacağım” deme zamanımdayım artık. Ve sadece bunları söyledim.

“Avukat ya da yeminli tercümanla gelin. Bu protokolü istediğiniz gibi hazırlayalım ve normal işleme geçelim” denildi!

Bu aynı 18 yaş altı kız çocuklarına tecavüz edildiğinde, bir nikahla kızın namusunun temizlenmesi ve tecavüzcünün suçunun ortadan kaldırılması işine benzedi. Evet!!! Almanya’da!!!

19 yıl! İlk geldiğimizde tutulan nörolog raporu koca bir yalan!!!  Wernicke Sendromu olmadığını ispatlamak üzere hazırlanmış bir döküm!!! Bu kimlikle de olsa eğitim kapılarını aşındırdım bu ülkede. 6 yıl harcadım bu zeminde de. Hepsi tepeden bir düğmeyle stop edildi! Daha neleeer neleeeer… Ve ben değil, pedagojik alandaki kurum temsilcileri şehirdeki Gençik Dairesi’ne kadar çıktılar. “Bu nedir?” diye sordular. Bir şey değişmedi. Ancak ben değil, benimle çalışmak isteyenler hak talebinde bulundular. Daha ne isteyebilir ki insan!

En büyük işkence dilsizlikti. Ve “şükür” bugünlere. Bunların hepsini kendim ve tek tüfek o masalarda ifade edebilecek hale geldim. Bir “mucize”ydi, benim bu bedenle, beyinle bunları başarabilmem. Oldu, oldurdum! Daha ne isteyebilir ki insan!

Eylülde tekrar bir randevumuz var. Avukat ya da tercüman da almayacağım yanıma. O yolların hepsi zaten gidildi. Bulunduğum şehirdeki tüm ama tüm kurumlar zaten beni tanıyor. Destek vermek istediler. “Rettungsschirm” deniyor Almancada. Böyle bir ülkede ve bunca emeğimle bir koruma şemsiyesine ihtiyacım olacaksa, yazıklar olsun onlara!! Tek tüfek gideceğim, bilgileri var…

Bir ezber bozmaktı umudum, hayalim. Kurumlar şaşkın. Masadakiler şaşkın. Bozdum bu ezberi. Klasik Türkiyeli ya da klasik Alman solu protestoları, dayanışmalarını işletmeden emeğimle ve yasaları öğrenerek ördüm adalet hakkımı.

Ve yüz kez; “Dayanışma ve devrimcilik suç değildir. Her yere de gittim, herkesle de dayanıştım. Bir Kürtle de, bir Ermeniyle de, Eritreliyle de, bir Afganistanlıyla da, bir Ukraynalıyla da, bir iklim aktivistiyle de, bir komünistle de, AFD saldırılarına maruz kalanlarla da. Ve bunları haberleştirmeye koyuldum seve seve. Keşke daha fazlasına gücüm, olanağım yetseydi” diyebildim o masada! Daha ne olsun!!!

Durumu çıplak bir halde betimleyen başlığınız, yazınızla, tam da o günün sabahı hepimize büyük bir günaydın çektiniz. Onlara da böyle bir günaydın çekmiş oldunuz, eminim. Bu da bu “belgesel film”in son perdesine denk gelen bir günaydın oldu, daha ne isteyebilir ki insan!!! Bir senaryo yazılsa, böylesine tutturulamazdı bu zamanlama…

Yürek dolusu teşekkürlerle, sevgi ve saygılarımla kucaklıyorum sizleri.

Sağlıcakla kalın lütfen…

Ganime

1 https://artigercek.com/yazarlar/doganozguden/hayata-donus-terorunden-129b-terorune

2 https://yeniyasamgazetesi3.com/boyun-egdiremediklerinize-dair/

3 http://avrupasurgunleri.com/hukukla-alakasi-olmayan-siyasi-davalar-%c2%a7-129-a-b-mahmut-ozkan/