“Nemrut Dağı’nın eteğinde, 1961’de göreceli demokrasiyle birlikte göbeği kesilmiş, 1968’de alfabeyi öğrenmiş, babası ilkokuldan fazlasına izin vermeyince, Kâhta’dan bir gece yarısı sıvışıp İstanbul’a okumaya gitmiş…

Yüksek sesle ”Herne péş/ Herne péş” (İlerleyin, ilerleyin- ileri gidin/ ileri gidin) diye bağırıp bazılarının rahatını kaçırınca, zindana atılmış. Askeri Cunta gelmeden paçayı sıyırmış. Orada burada “Paşalar Amerikan Çocuğu!” diye bildiri dağıtırken tekrar paçayı kaptırmış. Onu “Beyaz Saray” da misafir etmişler. İsmi gibi sırrını vermeyince, onu bu kez Pirin Palas’a postalamışlar...

Doksan dokuz gün sonra, kırklık tığ gibi evin zindanına atılmış. “Canbek Sarayı’nda anasının çaldığı kavurma, pekmez ve balla beslenerek yaşamakta ayak diretmiş. “Seksenin paşaları” tarafından “elimizde ölmesin,” diye paşa gibi dışarı atılmış.”

Ve Sırrı Ayhan 1989’da Almanya’ya gelmiş.

***

Nasıl bir döngü içerisindeyiz şimdi! Her şey ne kadar hızlı ve sancılı.

Önümüzdeki yıllardaki değişimin boyutunu hesaplayamıyoruz bile. Ve bu dünya gerçekliğinde, zamanının aynası olan kitaplar taşınacak geleceğe. Öyle ya da böyle. Ya da belki de!

Ancak hiç önemi yok tüm bunların, yani dünyaya çivi çakmanın. İnsan kalma mücadelesinde yapılacak elden gelen. Sonrası ... Şimdi kazanıldıktan sonra, kaybolmaz hiçbir şey, iz kalır mutlaka sonrasına. Ve sonrası! Sonrası hep yeni nesillerin ellerine!

***

Çok ilginç bir tesadüf ve sıcacık bir merhaba vesile oldu bu kitabın elime geçmesine. Çok “hayırsız” işlerle uğraşırken, “her işte bir hayır var” misali oldu diyeyim kısaca. Kitabın Almancasını, yıllar önce bir sendika toplantısında Verlag Neuer Weg masalarında görüp, bir el atıp bakmıştım. Ve yıllar sonra, işte şu aylarda, Sırrı Ayhan’ın paylaşma ısrarındaki sımsıcak yüreği, bu bambaşka yazın türüyle tanıştırdı beni. İyi ki!

“Geldiğim kavimler geçidi Mezopotamya; dinler ve diller uygarlığı açısından zengin bir mozaik olduğu biliniyor. Kendi penceremden çeşitli dil, din, kültürel renkliliğin küçükte olsa bir portresini çizerek, insanlığa gerçekçi, güler yüzlü, içerisinde hepimizin bir arada yaşayabileceği ortak bir fotoğraf vermeye çalıştım.

Bu çalışmayı hazırlarken, savaşın değil, barışın, sevgi, hoşgörü ve benzeri çabalarla geleceğimizi renklendiren daha yaşanılır bir dünyanın hepimizin olduğunu düşündüm.

Çeşitli kültürlerin bir arada yaşayabileceği (yaşadığı) bu güzel birlikteliğin günün birinde dünyanın her yerinde -özellikle çatışma ve gerginliklerin sürdüğü her alana- yayılması dilek ve umudunu taşıyorum.

Kitapta, farklı dillerin ezgisinden kendi el yazılarıyla o an içlerinden geldiği gibi yazan çok insanın yazısı, fotoğrafları yer alıyor.”

***

Yüreğiyle, bilinciyle, diliyle tam bir Kürt taksi şoförünün heybesinde biriktirilenler ve bu biriktirilenlerin süzülüşü, tek kelimeyle muhteşem!

90’lar itibariyle buralarda yaşamaya ve biriktirmeye başlayan Sırrı Ayhan’ın yazdıkları, ardımızda kalan bambaşka zamanların ilmek ilmek örülmüş bir mozaiği. O zamanların, yani ne navigasyon ne de cep telefonunu tasavvur dahi edemediğimiz zamanların tarifi imkânsız güzelliklerinin bir dökümü.

Hepimizin tanıdığı sayısız insanın adının da geçtiği bu mozaikte, bu Kürt taksi şoförünün hayal gücüyle başlanan, ilerlenen ve sonlandırılan yolların tarifi imkânsız.

İyi ki yazmışsın, yüreği Nemrut Dağı’nın eteklerini terk etmemiş olan, Sevgili Sırrı Ayhan. İyi ki çekincesizce dalmışsın Fakir Baykurt derslerine. Araban olmadığı için katılmak isteyip de katılamadığın nice başka derslere rağmen! İyi ki hiç yüksünmeden, titizlikle almışsın heybene, Alman dostlarının önerilerini de.

Ve şimdi, yani Kürt Halkı’nın yaralarının bırakalım kapanmasını, daha da yoğun bir şekilde kanatıldığı şu günlerde; kaleminle tanışanların çok olmasını, ısrarlı çalışmalarının devamını diliyorum tüm yüreğimle...