Ne “Devlet”miş bre! Ha bire “Gelişiyor” ama bir türlü gerçek “Hukuk Devleti” olamıyor.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Osmanlı artıkları “Hain devlet-Padişahım çok yaşa” diye bağırıyorlardı.

Sonra o devlete “Tek adamlık devlet” denildi. Bu “Tek adam” hikayesi çok partili sisteme geçilinceye kadar devam etti. Adnan Menderes iktidarı sırasında bu kez devlet “Köpek-Bebek-Külot Devlet” olarak anıldı. Ordu “Durun ulan şunu bir düzelteyim” dedi, darbe yaptı, Menderes ve arkadaşları idam edildi, 1961 anayasası ilan edildi, askeri rütbeli cunta devlete “Anayasal devlet” denildi.

1961’den 13 yıl sonra 26 Eylül 1974 tarihinde Bülent Ecevit; devletin içinde bir başka devlet olduğunu, bunun adına da “Kontrgerilla” denildiğini, bu yapının “Derin devlet” olarak çalıştığını açıkladı ve şöyle dedi:

“ 12 Mart sonrası dönemde adı sanı ortaya çıkan ve tedbirlerin ve hatta soruşturmaların hukukiliğine ve insaniliğine gölge düşüren Kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü fakat gayri resmi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılamamıştır.”

Ecevit kendi döneminde her nedense bu “Örtüyü” açamamış, derin devletin yüzünü ortaya çıkaramamıştı. Bu kez ordu yeniden devreye girdi ve “Derinini, çukurunu ben düzeltirim” diyerek 12 Mart darbesini gerçekleştirdi. Ama bu darbe de “Derinlerde” bir şey bulamadığından 10 yıl sonra 12 Eylül darbesi tezgahlandı.

Süleyman Demirel “Kendisine karşı gerçekleştirilen” askeri darbelerin ne olup olmadığını Cumhurbaşkanı olarak 17 Nisan 2005 tarihinde dile getirdi ve dedi ki:

„Derin devlet, devletin kendisidir. Askerdir derin devlet. Cumhuriyeti kuran askerler, devletin yıkılmasından daima korku duyar. Halk bazen sağlanan hakları suiistimal eder, yürüyüş hakkı verildiğinde gidip cam çerçeveyi indirerek, polisle çatışır. Derin devlete ülkenin muhtaç olması, ülkenin yönetilememesinden kaynaklanır. Derin devlet şu anda devrede değil. Derin devlet, kanaatlerine göre, devleti yıkılma sınırına getirmediğiniz sürece hareket halinde değildir. Onlar ayrı bir devlet değil, ama devlete el koydukları zaman derin devlet olurlar.”

Sonra Recep Tayyip Erdoğan iktidar oldu. Hrant Dink öldürülünce 26 Ocak 2007 tarihinde şöyle dedi Recep Tayyip Erdoğan:

“Derin devletin varlığına katılmıyorum diye bir şey yok, katılmıyorum olur mu, neden olmasın. O her zaman olmuş. Türkiye Cumhuriyeti döneminde başlamış bir şey de değil. Ta Osmanlı'dan. Bu gelenekten gelen bir şey zaten. Ama bunu minimize etmek, mümkünse yok etmek, bunu başarmak gerek…. Bu tür bir yapı var. Bugüne kadar bu tür bağlantıların üzerine gidilmediği için bedelini hem millet hem devlet olarak ödedik. olarak belirli bir yere kadar gidebiliyoruz. Bu olayların üzerine yürütme, yasama, yargı birlikte gidilmeli. Meclis araştırma komisyonlarından bir sonuç çıkmıyor. ….Kurumların içindeki çeteleşme bağlantılarının üzerine ısrarla gidilmeli.“

Bilindiği gibi devlet gelişti, acayip de güçlendi. (!) Recep Tayyip Erdoğan hem „Tek Adam“ oldu, hem halife, hem sultan. Türban geldi, zina yasaları geldi, aile imamları geldi, “Apartmanlarda kızlı-erkekli oturuyorlar”, “Parklarda, sokaklarda el-ele geziyorlar” denildi, üç çocuk geldi, kökü dışarıdalar çoğaldı, gösteriler oldu, uçaklardan atılan bombalarla “Onlar zaten kaçakçıydı” denilerek köylüler katledildi, Gezi yaşandı, silahsız insanlar gösterilere katıldıkları için öldürüldü, insanları döven öldüren polisler Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Tarih yarattınız” denilerek kutsandı ve parayla taltif edildiler, “Benim türbanlı bacım” sözü edebiyata geçti, Allah cenneti cehennemi yönetmekten alındı, AKP’nin en büyük destekçisi haline getirildi… “Susurluk” oldu, “Ergenekon” oldu, ”Balyoz” oldu, “KCK” oldu, zaten PKK üyelerinin binlercesi hapisteydiler…ama “Derin devlet” Recep Tayyip Erdoğan tarafından da toprak üstüne çıkarılamadı.

Veeee sonra 17 Aralık 2013 „Yolsuzluk operasyonları“ gündeme geldi. Recep Tayyip Erdoğan bir yerleri tutuşmuş gibi haykırdı:

„Ulan ben sizin gibi savcıları yemem mi? Bunu bize karşı paralel devlet yaptı. Bu savcılar Paralel Devletin adamları! Benim oğlum ve bakan arkadaşlarımın oğulları sizlere karşı dava açsınlar da görün ninenizin örekesini!“

Savcılar görevden alındı, polisler sürgüne gönderildi. Ama her ne hikmetse bir tek insan bile; „Bu kişi Paralel Devlet’in kurucusu, yöneticisi, üyesi“ denilerek gözaltına alınamadı, tutuklanamadı, yargılanamadı.

Bana sorarsanız, o devlet ne “Derin”, ne “Paralel”, o devlet içinde her tür pisliğin “Hak, hukuk, adalet” adıyla yuvalandığı, kokuştuğu kocaman bir “Çukur”!

Çukur Devlet’in yöneticileri; „Bu halk internette porno yapıyor“ diyerek interneti denetim altına aldı ve Tayyip dedi ki; „Biz dedik, biz kimsenin özel yaşamına burnumuzu sokmuyoruz, kanun sokuyoruz.“

“Çukur”un son marifeti Hakimler-Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili çıkarılan son yasa. Bu yasadan sonra sıkıysa bir savcı-hakim ortaya çıksın ve Başbakanın, bakanların, AKP’li milletvekillerinin, Belediye Başkanlarının ve hatta muhtarların yaptıkları-yapacakları pisliklere, yolsuzluklara karşı dava açsın.

Oyarlar adamı! Önce “Derin”, ardından “Paralel” ilan ederler.

Dikkat ettiniz mi; az da olsa var olan hukukun hem kendisine hem anasına meclis içinde milletvekili marifetiyle tecavüz edildi, ama her ne hikmetse o ülkedeki onurlu, namuslu, gerçek meslek insanı savcılar, avukatlar, hakimler, onların baroları sokaklara dökülüp de “Hukuk buysa biz bu hukukun savunucusu, bu iktidarın paralı uşakları olmayacağız” diyemediler.

Savcının, hakimin, avukatın gerçekler için mücadele etmekten korktuğu bir ülkede devlet artık “Derinden paralele, paralelden bok çukuruna geçen kocaman bir korku devleti” olmuş demektir!

İşte böyle bir „Devlet“in desteği, denetimi ve gözetimi altında Türkiye halkı yerel seçimlere hazırlanmakta.

O seçimler sonrasında ortaya ne çıkacak, onu 30 Mart’tan sonra hep birlikte göreceğiz.



Pekiii, bu pis çukurdan çıkılabilmesi için benim önerim ne? Çok okudum o teraneyi,bir kez daha okumamın koyunlara bir zararı olmaz elbette. Şiddet önermiyorum, sokaklara dökülmeyi de önermiyorum. „Sivil direniş“ öneriyorum.

O ülkenin halkından beş milyon kişi iki ay boyunca yapsın söylediklerimi, dayanabilecek iktidar tanımıyorum:

-Bankalardan paranızı çekiniz!

-Günlük önemli ihtiyaçlar dışında hiç bir alışveriş yapmayınız!

-Okullara (Üniversiteler dahil) çocuklarınızı göndermeyiniz!

-Devlet dairelerinde hiç bir iş takibi yapmayınız!

-Mahkemelerde davalarınız varsa katılmayınız!

-Elektrik-su-telefon ücretlerini yatırmayınız!

-Günü gelmiş vergilerinizi ödemeyiniz!

-Evlerinizin bahçelerinde, balkonlarında günde üç kez yüksek sesle müzik, tencere-tava çalınız.

-Ulaşım araçlarına bilet ücreti ödemeyiniz.

-Mahallenizdeki duvarlara „Artık seni istemiyoruz-Çek git“ yazınız!

Tutar mı bu yöntem?

Önce deneyin, sonra görürsünüz!

Sevgiler.