12 Eylüller sadece ülkemizde değil, başka ülkelerde de yaşandı.

Devlet başkanlığını kazanan Salvador Allende'yi iktidarının devirmek üzere, General Pinochet liderliğinde, 11 Eylül 1973'te başkanlık sarayına baskın yapıldı. Devlet başkanı seçildiğinde Allende'yi ziyarete gelen Fidel Castro, bir kalaşnikof hediye etmiş, “orduya güvenme, halkını silahlandır” uyarısını yapmıştır. Şili halkını sosyalizme taşımak üzere elinden geleni yapmaya çalışan Allende, Castro'nun uyarısını dikkate almadı. Sarayına baskın düzenleyenlere teslim olmayıp, Castro'nun hediye ettiği kalaşnikofla direndi. Allende, Amerikan emperyalizminin harekete geçirdiği askeri faşist cuntaya teslim olmayarak dünya halklarına verilmesi gereken mesajı verdi. Şili Ulusal Stadyumu'nda işkence edilenlerin arasında yer alan müzisyen Victor Jara da, işkencede katledilmesi öncesi “Venceremos! Kazanacağız!” mesajını bizlere armağan etmişti.

11 Eylül 1973'te, sınıf mücadelesi deneyimleri arasına Şili de eklenmişti. Yenilgilerden ders almayı bilenler açısından, bu olumsuzluklar da derslerle doludur.

Ülkemizde askeri faşist cunta işbaşına getirilmeden yaklaşık bir yıl önce, siyasi dergilerde “cunta” üzerine yazılar yazılıp, değerlendirmeler yapılıyordu. “Geleceği varsa göreceği var” tarzı, özgüveni yüksek yaklaşımlar içerisinde olmamız takdire şayan olsa da, 1981 sonrası yaşanılanlara bakılınca cuntaya karşı mücadele hazırlıklarımızın ne kadar güdük olduğu açığa çıktı.

'68 Hareketi'nin mirasları üzerinde yükselen '78 Hareketi, pratik mücadele alanındaki zengin deneyimleri yanısıra, teorik açıdan ciltler dolusu yazılar yazmaktaydı. Sosyalist sol ve Kürt ulusal hareketleri anlamında örgüt sayısı bolluğumuz, cunta karşıtlığı anlamında potansiyelimizi yükseltemedi. Dergilerde teorik açılımları yapanlar da, yazdıklarını yeterince içselleştirememişti.

Bu kadarla da kalmadı, cuntanın eşikte olduğu yazılıp çizilmesine karşın, ciddiye alınır politikalar geliştiremedi. 'Solu tabuta koyma' misyonuyla işbaşına getirilecek cunta döneminde sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi, mücadele “eski tas, eski hamam” misali yürütülmeye devam edildi. Geleceğe yönelik plan, program anlamında merkezi düzeyde kararlar alınamadığını da zaman içinde anlasak da, tren kaçmıştı, geç kalmıştık.

Diğer yandan, 12 Eylül'e karşı mücadelede güç birlikteliğini sağlamaya yönelik hiçbir ittifak/cephe görüşmesi süreci yaşanmadı. “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganı yaşama geçirilemedi. “Ya hep beraber, ya hiçbirimiz!” sloganını atmaktaydık... “hep beraber” yenildik.

Cunta geldikten sonra, sosyalist solun çok büyük bölümü ne yapacağını bilememe şaşkınlığı içinde geriye çark etti. Mücadeleyi sürdürme kararı alan sol örgütlerin sayısı bir elin beş parmağı kadardı. Bu örgütler “Cunta, halklarımızı teslim alamaz!” sloganıyla mücadelelerini sürdürseler de, enerjileri yetmedi, çabaları uzun erimli olamadı. Sosyalist sol örgütler çok ağır darbeler alarak fiziki anlamda yenildiler.

Milyonlarca insanımızın işkencelerden geçtiği cunta yıllarında, cezaevlerine doldurulan “siyasi tutsaklar,” mahkemelerde davalarını savundular. Fiziki direnişler, süresiz açlık grevleri, ölüm oruçları, Diyarbakır'da kendini ateşe vererek Newroz ateşini yakan siyasal tutsaklar, “zindan direnişleri” ile teslimiyeti reddettiler. Dışarıdakilere, her nerede olunursa olunsun direnilebileceğini göstererek moral aşıladılar. Tutsak yakınları, muhalefetin yok edilip sindirildiği ortamda, tıpkı “Plaza de Mayo Anneleri” gibi, direnmenin simgesi oldular.

Burada, 12 Eylül sonrasında yaşanan yenilgi sonrasında yapılması gereken bir görevi vurgulamalıyız.

1981 sonrası süreçte “neleri başarıp, başaramadığımız” hakkında bilimsel açıklamalar yapmak zorundayız ve bu değerlendirmeler objektif olmalı. Oysa, sosyalist sol bugüne kadar, 12 Eylül hakkında özeleştirel değerlendirmeler yapmaktan kaçındı. Marksist-Leninistler, gerçekleri olduğu gibi kitlelere açıklamakla yükümlüdür. 12 Eylül'ün üzerini sessiz sedasız biçimde kapatmayı yeğleyenlerin, devrim cephesi güçlerine güven vermesi mümkün değildir. Geçmişteki gerçekler, subjektizme düşmekten kaçınılarak, Marksizmin bakış açısıyla içtenlikle ve cesaretle açıklanmış olsaydı, çok daha güçlü bir mücadele cephesinin yaratılacağına hiçbir şüphe yoktu.

12 Mart ve 12 Eylül'ün üzerinden yarım asır geçti. Görünen o ki, her iki cuntadan gerekli dersi almayı beceremeyen sosyalist solun halet-i ruhiyesi yeni felaketlere de davetiye çıkarmaktadır. Mevcut iktidar, 2023'ü kendi sistemlerinin miladı kabul ederek, son yirmi yıldaki kazanımlarını taçlandırmak istemektedir. Bunun önüne geçmek zorunda olan sosyalist sol ile ulusal hareket, yaşanmakta olan tüm olumsuzluklara karşın, sağı alaşağı etme anlamında bir ittifak kurmayı başaramıyorsa, “biz neden başaramamıştık” türü sorular sormaya hakkı olmayacaktır.

Son günlerde, Şili'de ve Kolombiya'da yaklaşık yirmi siyasi yapının bir ittifak halinde sağ iktidarları alaşağı ettiğini biliyoruz. Dünya bizim ülkemizle sınırlı değil, diğer ülkelerden de dersler almak zorundayız. Yaşanılanlardan ders almayı bilmeyenler, başkalarına akıl satmaya kalkışmamalı.

“El pueblo unido jamás será vencido!” / “Birleşmiş Halk Asla Yenilmez !”