İlk yazıma merhaba diyerek başlayayım...

Uzun süredir okuyucusu, takipçisi olduğum Avrupa Postası'nda yazmam önerilince, biraz düşündüm. Yazmak ciddi bir uğraş. Yazmak var... bir de yazdığını okutmak var. Umarım başarırım.

12 Eylül faşist cuntasının kırkını devirdik.

1980 yılının başlarında sol dergiler cuntanın geleceğini yazdılar. Cunta değerlendirmelerine başladılar. Sinema afişlerinde yazdığı gibi, "Pek Yakında" "Cunta geliyor" idi. Cunta belirlemesi yapılması muhteşemdi ancak... zurnanın zırt dediği nokta burasıydı.

Cuntanın yaklaşmakta olduğu tahlili önemliydi. Bundan sonrası, cuntaya karşı mücadelede neler yapılacağıydı.

Geçmişimize yönelik özeleştiriden kaçınmak için, "hazırlık yaptık, direndik ama, fakat, lakin..." şeklinde bir gerekçe uydursak inandırıcı olur mu?

Kesinlikle olmaz. Sınıf mücadelesine önderlik etmenin birinci koşulu inandırıcı olmaktır.

Cuntayla yumruk yumruğa kavgada oyun dışında kalmaya gerekçe üretilmemelidir. Çünkü ayakları havada gerekçeler, hiç kimseyi ikna edemez.

'Hazırlık yaptık'tan başlayalım.

Eğer sol örgütler cuntaya karşı mücadeleyi örgütlemek üzerine yeterli hazırlığı yapmış olsaydı;

Birincisi, bir çırpıda gerçekleştirilen operasyonlarla örgütlerin merkezleri ele geçirilemezdi.

İkincisi, sol örgütler işi ciddiye almış olsaydı, 'sol içi şiddete' derhal son vererek, görüşmeler maratonu içerisinde ittifaklar oluşturabilir, hatta 'devrim cephesi' kurabilirdi.

Üçüncüsü, cunta geldiğinde rüzgar eken fırtına biçer manifestosu yayınlayarak ezilen halklarımıza moral aşılayanlar, mücadele cephesini terk etmez, birkaç hafta sonra ricat kararı almazlardı.

Dördüncüsü, devrim stratejisini kır/kent birlikteliği üzerine inşa ettiklerini iddia edenler, kırsal alanları önemsemeyip, mücadeleyi sadece kentlere sıkıştırmakla, savundukları strateji ve taktiklerini içselleştirmemişlerdir.

Bu listeyi çok uzatabiliriz ancak, şimdilik bu kadarla yetinelim.

"Direndik," belirlemesine gelince...

Evet, sol örgütlerden birkaçı cuntaya karşı direnme kararı aldı. Hatta içinde yer aldığı örgütü direnme kararı almadığı halde, her şeyini feda ederek ölümüne direnenler oldu. Ne var ki, örgüt olarak mücadele kararı almamışsanız, maçı ringe çıkmadan kaybetmişsiniz demektir.

Gelelim "cuntaya karşı mücadele," kararı alanlara... Onların nefesi, ciddi bir muhalefet cephesi oluşturmaya yetmedi. Kısacası, tüm sol yenildi.

Gerekli hazırlığı yapmadığımız gibi, gereğince direnemedik de. Zaten pek çok sol yapı tezgahı kapatıp mücadeleyi ötelemişti. Topa girmeme yöntemini tercih etmişlerdi. Mücadele kararı alan az sayıdaki sol yapı cuntayla baş edemeyince, yenilgi kervanı tüm solu kapsadı.

Savaşa giren bir ordu yenebilir de, yenilebilir de. Fakat eğer savaşa girmeyip arenayı terk etmişseniz, yenilgiyi kabullenmişsinizdir.

Sol örgütler savaş cephesinde kıran kırana çarpışarak yenilseydi, ezilen halklarımız şöyle diyecekti: "Yiğitçe savaşarak yenildiler." İşte o zaman, yenilmiş olsak da, hak ettiğimiz saygıyı görecektik.

70'li yıllarda ve cunta döneminde kayıplarımızın sayısı binlerle ifade edilse de, bugün maalesef o saygıyı göremiyoruz.

Bu da yetmezmiş gibi, 12 Eylül'ün kırkını görmemize karşın cuntalardan kurtulamıyoruz. Askeri faşist cuntanın yerini sivilleri aldı. Hem de bin beter biçimiyle.

12 Eylül'ü "sözde yargılayanlar" gerçeklerin üstünü örtmek istediler. Ayrıca cuntanın tüm kurumlarına sahip çıktılar. Ve bugün, Türkiye toplumu 12 Eylül faşizmine rahmet okutulan koşullarda yaşamaktadır. 12 Eylül'ün yıldönümleri, yaşatılan acıların dile getirildiği nostaljik takılmalardan uzaklaştırılmalıdır.

Geç kalmış da olsak, hatalarımızı, eksiklerimizi dile getirmek zorundayız. Her şeye hazırdık, direndik ama cuntayı yenemedik, devrimi başaramadık gerekçesini tarihin çöplüğüne atmalıyız. Eğer "tarih tekerrür etmesin" istiyorsak, belirleyebildiğimiz hataların, eksiklerin tamamını açık yüreklilikle dile getirmek zorundayız. Özeleştiri verebilecek cesaretimiz olmalı.

Bu arada, bir gerçeğe de parmak basmalıyız. İnancı, bilinci oranında mücadeleyi yürütenleri saygıyla anmalıyız.

Direnenler, Nazi toplama kamplarından farksız zindanları birer direniş odağına dönüştürdüler.

Tutsak yakınları birer muhalefet odağıydı.

Avrupa'daki göçmenler, cuntaya karşı mücadeleye desteklerini sundular.

12 Eylül'e ve geleceğimize ilişkin daima konuşacak, tartışacak, yazacağız. Ancak şu nokta çok önemli. Bu sürece genç kuşaklar katılmalıdır.

68'liler, 78'liler geçmişe yönelik birikimlerini, deneyimlerini aktarmak zorunda.

Genç kuşaklar ise, er ya da geç, "Gezici" aklı ve zekasını kullanarak geleceği şekillendirecek. Gençler yarım bıraktıklarımızı tamamlayacaklar.

Şundan emin olmalıyız, geleceği yaratacak olan gençlik, birbirini izleyen cuntalara "Dur!" diyecek. Bir stadyumda gözaltına alındığında, parmakları kırıldığı halde Şili faşist cuntasına karşı direnişini "Venceremos" şarkısı ile dile getiren Victor Jara'yı (16 Eylül 1973) burada anmalıyız.

Venceremos! Kazanacağız!