“Dibini görmediğin suya girme” demiş birileri.

Her yanı denizlerle, içi nehirlerle göllerle dolu Türkiye’de insanların çoğunluğunun yüzme bilmemesi belki de bu söz yüzündendir. “Dibini göremiyorum, gireyim de boğulayım mı?”

Türkiye’de “Politika” “Dibi görülmeyen su” gibidir. Bir adım atıyorsun; KIYI, ikinci adımda “CUMBURLOP”! Belki de ol nedenle Türkiye halkı politikayla ilgilenmeyi politikacılara bırakıyor, böylece “Dibini görmedikleri suya” girmiyor, boğulmaktan kurtuluyorlar.

Yerel seçimler yaklaşıyor Türkiye’de. Ben de bu konuda iki üç kelime yazmazsam çatlarım. Ama “Gorhirem!” Politik yazı yazabilmek için öncelikle “Delikanlı” olmak, yani “Gorhmirem” diyebilmek gerekir. Çünkü sağ olsun, sol olsun, dokunulan her yerden saldırıya uğrama tehlikesi var. Yaşadım, biliyorum.

Benim yaşıtlarım Türkiye’de Mustafa Kemal hariç tüm başbakanları, cumhurbaşkanlarını gördüler diyebilirim. İnönü’yü de, Celal Bayar’ı da gördük. Adnan Menderes dahil tüm başbakanların resmi geçitlerinin altında ezilmiş bir kuşağız. Üzerimizden resmi üç cunta geçti. Doğduğum kentteki sebze halini yönetemeyen Yıldırım Akbulut’un Türkiye’ye başbakan olduğunu bile gördük. 1 kuruşu da gördük, delikli “Yüz para” olan 2,5 kuruşu da. Simidin 5 kuruş olduğu günlere doğan çocuklarız, 10 kuruşa simit satıp tanesinden 2 kuruş kazandığımız ilkokul günlerimiz de oldu.

Hepsini gördük siyasetçilerin, gördük de böyle “Çerçevelisini”, böyle utanmazını, böyle “Ucube”sini, böyle “Hilkat garibesi”ni görmedik.

Efendim, adamın birinin “BÖYLESİ” isimli bir köpeği varmış, bir gün adam banyoda yıkanırken “Böylesi” açık kapıdan sokağa çıkmış, adam olayı sezmiş, banyodan aceleyle çıkmış, tam evden çıkacakken çıplak olduğunu fark etmiş, duvarda duran boş bir çerçeveyi almış, önüne tutmuş ve “Böylesiii, Böylesiii” diye bağırarak sokağa fırlamış.

Sokakta adamın önüne bir yaşlı kadın çıkmış, adam “Affedersiniz, Böylesi’ni gördünüz mü” diye sormuş yaşlı kadına. Yaşlı kadın şöyle bir bakmış, gülümsemiş ve “Çok gördüm, çok gördüm ama böyle çerçevelisini ilk kez görüyorum” demiş.

Son gördüğümüz “Başbakan” işte böyle çerçeveli bir şey.

Laik=Layık oluyor.

Bir molla=Bir halife oluyor

Başbakanlık yetmez=Başkan oluyor

Başkanlık hiç yetmez=Sultan oluyor

Gece yatarken başka gündüz kalkınca başka oluyor.

Abdülhamit “Yıldız, tepe, burun” sözlerinden gıcık oluyordu, bu da “Darbe” sözünden acayip ürküyor. Ürktüğü için de o sözü en çok kendisi kullanıyor.

İlkokul çocukları bile ona “Darbe” tezgahlıyorlar, öyle düşünüyor. Sonra asıl çerçeveli darbeyi yiyen halkın kendisi oluyor.

Çalarken yakalanıyor, “Mal sahibi beni dövdü” diye kadıya şikayete gidiyor. Halkın bir kesimi “Donlar dar geliyor, don yapmak için Sümerbank şeker torbası bile bulamıyoruz” dediğinde üzerlerine zehirle süslenmiş su dolu TOMA’ları, elleri demir coplu polisleri gönderiyor, sonra o polislere “Aferim ulan, iyi dövdünüz” diye bir aylık maaş tutarında ikramiye veriyor. Aynı polisler “Aha yolsuzu, hırsızı, dolandırıcıyı yakaladık” deyince de “Ulan bizim mahalleye niye giriyorsunuz” diyor, hepsini sürgüne gönderiyor.

Savcılar halkı zindanlara doldurunca makamlarını yükseltiyor, “Sizin oğlanı gönderin, azıcık çay içelim” dediklerinde “Leyyyn sen savcı mısın ki oğlumu çağırıyorsun” diye babalanıyor.

Gözleri bağlı “Adalet”i evine hapsediyor, gece gündüz tecavüz ediyor, sonra sokağa çıkıyor, kalabalığı topluyor, “Adaleti yiyorlar” diye bağırıyor.

Tek başına “Yalanların vazgeçilmez romanı” adam. Biri “Yalan söylüyorsun” diyecek olsa ağzı-dili olmayan Allah’ı tanık gösteriyor kendisine, sıkıyorsa itiraz et.

Bu adam her şeyden anlıyor elbette. Politikanın piri, sosyal yaşamın miri, dinin şeyh ül İslam’ı. Her şeyden anlayan adam sanattan mı anlamayacak. O “Bale sanat değildir” dedi de bir tek balerin veya balet ortaya çıkıp da “Yürrü, taş arabası” mı dedi?

O “Buz kayağı, buz dansı sanat değil” dedi de, bu işi meslek olarak, sanat olarak yapanlardan hangisi çıkıp da “Seni öyle bir kaydırırız ki” dedi?

Bir heykeltıraşın heykeli için o adam “Bu ne be, sanat mı, UCUBE bu be” dediği için heykelin heykeltıraşı mahkemeye gitti ve “Bana hakaret etti” dedi de ne oldu? O davaya bakan hakimler “UCUBE’nin ne olduğunu Türk Dil Kurumu’na sorduk, hala yanıt vermediler, yanıt gelince hakaret mi değil mi anlayacağız” dediler.

Çevresinde yaşayanların bir kısmı “Biz onun götünün kılıyız” diyor. Bir kısmı “İstesin eşimi göndereyim” diyor, bir kısmı kefen giyip “Senin için ölürüz” diyor, bir kısmı “Çal, ye, ama iş de yap, arkandan itekliyoruz” diyor, bir kısmı da ne anlama geliyorsa “Hülooooğ” diye bağırıyor.

Eeee, hal böyle olunca coşar adam elbette. Mal bulmuş mağribi’ye de döner. “Yeşilçam’ın en büyük artisti benim” de diyebilir.

Arkasında bunca destek varken adam elbette cuş’a gelip; “Ne demek efendim kızlı-erkekli”, “Ne demek efendim El-Ele”, “Niye üç çocuk yapmıyorlar”, “Niye rakı içiyorlar, ayran içsinler” diyebilir, sonra da milletin gözünün içine bakarak; “Sizin özel yaşamınıza ne zaman karıştık ulan” diye efelenebilir.

Yerel seçimler yaklaşıyor.

Yukarıda resmi çizilen kişinin kopyaları belediye başkanlıklarına adaylıklarını hazretten aldıkları emirle açıklıyorlar. (Sıkıyorsa biri kendiliğinden aday olsun, oyarlar adamı.) 12 yıldır o ülkeyi yöneten adam devletin tüm olanaklarını avucunun içinde tutarak giriyor seçimlere ve “%50 beni destekliyor, öteki %50 kimin umurunda” diye göbek atıyor.

Bunların toplamına o ülkede “İLERİ DEMOKRASİ” deniliyor.

Bu yazıyla “Tehlikeli sular”a girmiş bulunuyorum. İktidarı “Çerçevesinden” eleştirdik, sırada elbette “Muhalefet” var.

Gelecek yazıda yukarıdaki DİKTATÖRÜN karşısında kimlerin dansetmeye çalıştıklarını yazmaya çabalayacağım.

Sevgiler hepinize.

([email protected])