Eğer Newroz kutlamalarını örgütleyenlerin arasında olsaydım, aşağıdaki paragrafı, “yüz metreye, elli metre” boyutunda, hatta belki uzaydan da görünsün diye “yüz kilometreye elli kilometre” boyutunda bir pankarta dünyanın bütün dillerinde yazar ve Amed surlarının üzerine asardım.

Elbette şu sıralar, işleri başlarından aşmış olan Newroz kutlama sorumluları, benim bu önerimi gündemlerine almayacaklar. O nedenle ben, “yüz kilometreye elli kilometre”lik pankarta yazılmasını istediğim “lafları” bu küçük köşeye alarak, sizlere sunmak zorundayım. Buyurun okuyun:

“Bu ülkedeki mevcut etnik unsurların hepsinin kendine has sorunları vardır. Varsa yoksa Kürt sorunu diye bir şey yok. Ben 2005’te Diyarbakır’da bunu ifade ettim ve bu süreç kapandı. Bizim sorunumuzdur dedik ve biz bu işi kapattık. Hala bunu devam ettirmek isteyenler var. Bunu niye devam ettirmek istiyorlar? Molotofkokteylini eline almak için. Niye? Havai fişeklerle insanları öldürmek için. Niye? 5. kattan o kurbanlık eti dağıtmak isteyen Yasinleri öldürmek için. Değerli kardeşlerim, bunların etnik kimliklerinden kaynaklanan bir sorun bu ülkede yok.”

İşte böyle... Biz “çözüm süreciydi”, PKK Önderi Öcalan’ın “tarihi çağrısıydı”, “on maddelik müzakere başlığıydı”, “16 kişilik izleme heyetiydi”, “İmralı’ya gidecek olan yeni hükümlülerdi”, bu Newroz’da “Apo görüntülü konuşacaktı” filan derken, Saray’dan “Değerli kardeşlerim, bunların (‘Kürt’ dememek için ‘bunlar’ diyor...V.S.) etnik kimliklerinden kaynaklanan bir sorun bu ülkede yok” denerek, “inkar” çizgisi çiziliverdi.

Siz “çözüme bir adım, olsa olsa iki santim fazla kaldı” demeyi sürdürün, Saraylı, ağzınızın payını işte böyle verdi.

Ben bu yaşıma kadar bir devlet adamının, yönettiği halkı, böyle makaraya aldığını ne gördüm, ne işittim...

Ne diyor bu arkadaş?

2005’te Diyarbakır’a gitmiş... Bakmış, Diyarbakırlılar, “bizim sorunumuz var” diyorlar. O da sormuş: “Sorununuz ne?” Diyarbakırlılar sıralamış: “Amcamın oğluna Güney’de Kürt diyorlar, Kuzey’de siz bana Türk diyorsunuz, kimlik sorunumuz vardır; teyze kızım Güney’de ana dili olan Kürtçe eğitim görmekte, Kuzey’de siz bana ana dilin Türkçe diyorsunuz, ana dil sorunum vardır,” “dayımın çocukları Güney’de Federe Kürdistan’ın Hewler şehrinde, kendi kimlikleri ve dilleriyle kendi kendilerini Irak merkezi devletine bağlı kalsalar bile yönetiyorlar, biz ise Kuzey’de Ankara’nın merkeziyetçi bürokratik devleti tarafından yönetiliyoruz, kendi kendimizi yönetme sorunumuz vardır”... Bizim ki, çenesini sıvazlamış, kaşlarını çatmış. alnını kırıştırmış, gerdan kırmış, sonra her zaman yaptığı gibi, sağ elinin beş parmağını iyicene açıp, iman tahtasına koyaraktan şöyle konuşmuş:

“Vah benim kardeşlerim vah... Ben sizin ‘kimlik, dil ve de kendini yönetme’ sorunlarınızı artık anladım; şimdiiiii, ahacık elimi uzatıp, şal u şepikinizin cebinden, tülbentinizin aralığından bu sorunlarınızı alıyorummmm ve iç cebime koyuyorum... Ne olmuş oluyor?”

Amedliler bu “uzun boylu ve uzun kollu” adama boş gözlerle bakınca, bizimki konuyu iyice didaktik bir dille anlatmaya devam etmiş. “Şimdi ben sizin cebinizden paranızı alsam ne olursunuz?” Vatandaş hep bir ağızdan bağırmış: “Parasız oluruz!”

Hatip gevrek gevrek gülmüş: “Aferin size... Şimdi de söyleyin bakalım; ben sizin ‘kimlik, dil, kendi kendini yönetme’ sorunlarınızı alıyorummmm veeeee, ‘bunlar artık benim sorunum’ diyorum... Ne oluyorsunuz?”

Kendinden emin bir şekilde halkın “Sorunsuz oluyoruz” demesini beklemiş.

Ama kalabalığın içinden Kuto birinin omuzuna çıkıp şöyle bağırmış:

“Biz o fıkrayı biliyik...”

Hangi fıkra derseniz, şu kadarını söyliyeyim: Hani Laz’ın Kürde “zekanın gelişmesi için balığın başını yemelisin” dediği fıkra. Kürt on onbeş balık başı yedikten sonra uyanıp da, “ulan beni kandırıyor musun?” diye sorunca, Laz “bak nasıl da akıllandın” demiş ya... O fıkra işte...

Artık ne Kürt bunları yutuyor, ne de Laz böyle ırkçı fıkralar anlatıyor. Bir kişi hariç...

Ey Başkan, benden sana tavsiye: Sakın Kürdün aklını “imtihan” etmeye kalkma!.. Çünkü akıl akıldan üstündür demişler... (Yeni Özgür Politika)