Bu makale, açık istihbarat denen bilgiler ışığında yapılan siyasi analizlere dayanmaktadır. Bu yazı, Putin-RTE, Batı-Bay Kemal, RTE-Seçim, Muhalefet-Seçim ve Türkiye-ABD ilişkileri masaya yatırılarak, egemenlerin politikalarını hem deşifre etmeyi amaçlamakta, hem de iki kutuplu(Rus-ABD) sistemin dışında bağımsız bir tavrın olup olmayacağını tartışmaktadır.
-
Türkiye, Rus ilişkilerine baktığımızda aslında zor durumda olanların doğal Kanka’lığını görüyoruz. Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle batı tarafından ablukaya alınmış ve manevra alanları sınırlanmış bulunuyor. Türkiye’de aynı sıkışıklıkları yaşamaktadır. RTE’nin kavga etmediği komşusu kalmamış ve ABD tarafından sevilmemektedir. Sonuçta Putin, RTE ile özel bir ilişki geliştirmiş ve bunun için ciddi adımlar atmıştır:
-
20 milyar dolarlık doğalgaz borcu 2024 yılına ertelenmiştir.
-
Akkuyu Nükleer Santrali için 15 milyar dolar ek kaynak aktarılmıştır.
-
Ülkelerin buğday ihtiyacına Türkiye aracılığıyla ‘evet’ denmiştir.
-
Rusya petrolü Batı’ya Türkiye üzerinden ulaşmaktadır.
-
Rusya’nın Kuzey Akım enerji hatları bombalanınca, Putin, Türkiye’yi Dev Enerji Merkezi ilan etmiş ve de doğal gazda indirim yapmıştır.
-
Merkez bankasına kaynağı belirsiz para aktarımı yaptığı iddia edilmektedir.
Tüm bunlar, Batı'nın ambargosu karşısında Putin’in tek çıkış kapısı olarak kaçınılmazdır. Siyasi açıdan kullanışlı olan RTE, onun için bir kurtuluş yoludur. Batı'ya yakın birisinin seçilmesi onun kâbusudur. RTE’yi kaybetmek istemeyecektir ve seçimlere, siber savaşçıları(troller) ve daha büyük yardım paketleriyle katılacağı kesin gibidir.
Sonuçta Rusya’nın adayı, R. T. Erdoğan’dır.
-
Bay Kemal- Batı ilişkisi; Kılıçdaroğlu burjuva muhalefeti toparlayan lider olarak geçtiğimiz ay önemli dış temaslarda bulundu. Dayandığı kitlenin anti ABD hassasiyetlerini bildiği için, bu alanda çok dikkatli adımlar attığına şahit oluyoruz. Fakat övüneyim derken hırsızlığını anlatan Roman gibi istemese de Batı'yla olan ilişkisinin, demokrasi dışı okunmasının önüne geçemiyor. Örneğin kendine danışman yaptığı uluslararası ekonomistlerin, liberalizmin tanınmış temsilcileri olduğu sırıtıyor. Yine İngiltere ziyaretinde kurulacak iktidara paranın akışını sağlayan şirketlerin, uluslararası finans kuruluşlarının tanınmış temsilcileri olduğu açık. Ama pek bilinmeyen fakat dikkatli gözlerden kaçmayan bir önemli gelişme daha var. Bu, onun korumasıyla ilgilidir. Ciddi saldırılara hedef olan Kılıçdaroğlu, ilginçtir son günlerde olağanüstü koruma kalkanı içinde bulunuyor. Bu gelişmeyi CHP’li yetkililer ‘devletin Kalbi’nin bir tedbiri olarak değerlendiriyorlar. Fakat bu ‘devlet kalbi’, RTE’ye rağmen nasıl atıyor dersiniz? Yoksa bu kalbi çalıştıran bir başka güç mü var? Sonuçta diktatörlüğün, her türlü yasadışılığın hâkim olduğu, derin pisliklerin at oynattığı ve de RTE tarafından sürekli aşağılandığı ülkemizde, muhalefet liderini olağanüstü korumaya alanın RTE olduğunu iddia etmeyeceksinizdir herhalde.
-
RTE ve seçim; sanırım en kritik konumuz bu! Muhalefet, seçimi alacaklarını söylüyorlar fakat RTE’nin iktidarı bırakıp bırakmayacağı konusunda şüpheleri var.
Önce RTE’nin bu konudaki dış hazırlıklarına bakalım:
-
Ermeni-Azerbaycan savaşına dâhil olmak,
-
Libya savaşına ve Akdeniz sahanlığı adlı saçma projeye sarılmak,
-
Kürt kartını oynayıp, PKK’nın merkezine on binlerce askeri birlik, sayısız uçak seferleriyle kimyasal vb. bombalarla, milyarlarca para harcayarak ve 3000'den fazla gencin ölümü pahasına savaş sürdürmek,
-
Rojava’yı işgal etme ve Esad ile barışma isteği,
-
Yunanistan’la kayıkçı kavgasına tutuşmak,
-
Rusya ile özel ilişkiler geliştirmek,
-
Hain ilan ettiği Arap liderlerle barışmak,
-
ABD’nin gözüne girmek için IŞİD operasyonları yapmak vb.
Birçok adım atılarak, Ermeni, Yunan ama özellikle de Kürt düşmanlığı ve kini üzerinden oy devşirmek(Kandil’e bayrak dikmek gibi) için planlanıp hayata geçirilmiştir. Rusya ilişkileri dışında, ciddi bir başarı elde edilememiştir.
Bunun üzerine iç siyasete dönen RTE, bu alanda ise oldukça avantajlıdır.
-
RTE’nin en büyük kazancı; muhalefetin çoğunluğunun, CHP, İYİ Parti ve DEVA’nın bazı girişimlerini saymazsak, anti Kürt vb. politikalarda özde aynı olması,
-
Muhalefetin seri ve uyumlu kararları oluşturmakta yeterli hazırlık içinde olmaması,
-
RTE, devlet denince hazır ola geçen muhalefetin üzerinde bunu, ‘Demokles’in kılıcı’ olarak kullanması,
-
Elinde basın, trol vb. medya gücünü bulundurması,
-
Terör taktikleriyle muhalefeti ve seçmenlerini sindirmek vb.leri sayılabilir.
Bütün bunlar, RTE’ye seçim sonucunu belirlemede geniş imkânlar sunmaktadır.
-
Muhalefet ve seçim; Muhalefet liderlerinin, seçimle ilgili temel sorunu kavradıklarını gösteren işaretler olsa da bu konuya bağlı bir aday çıkartıp çıkartmayacakları belli değil. Sorun, seçimlerde çoğunluğu almak gibi gözükse de konu bu değil! Burada konu edilen sorun, atı alanın Üsküdar’ı geçip geçmemesi meselesidir. Bir önceki başkanlık seçim sonucu: muhalefetin Yüksek Seçim Kurulundaki temsilcisinin açıklamasına göre yuvarlak hesap %45 e %55 muhalefetin lehine sonuçlanmıştı. Ne oldu? ‘adam kazandı’ oldu! Aynı tehlike şimdi de var ve bu konuda İmamoğlu dışında açıklama yapan yok. Sorun şu: muhalefet seçimi aldığında; Genel Kurmay, MİT vb. devlet temsilcileri: “aman devletin bekası için sesinizi çıkarmayın!” gibi telefonlar geldiğinde ne yapılacaktır? Veya YSK başkanı “seçimi küçük farkla da olsa RTE kazanmıştır” açıklaması yapıldığında tavır ne olacak? vs. Peki bu durumda iktidar olmanın yolu var mı? Elbette var: “seçim sonuçlarına göre yeni cumhurbaşkanı benim ve tüm devlet kurumları benden emir alacak. Aksi halde …” Evet, muhalefet bunu açıklayacak bir adayı gösterirse, işte o zaman iktidarı alabilecektir. İç savaş çıkar tespitleri ise tam bir siyasi körlük ifadesidir. Birincisi, iç savaş için muhalefetin silahlı-örgütlü bir gücü ve isteği olması gerek! İkincisi, iktidarın sivil halka yönelik kıyımı; hem NATO’nun görüntüsüne aykırı olacağı hem de ABD’nin komünistlerin sahaya ineceği korkusunu tetikleyeceği için oldukça zor. Tek seçenek, Türkiye’yi de Ukrayna gibi Rusya’nın savaş alanına çevirmesi olabilir ki, bu proje de RTE ve yandaşlarının paracıklarının korunmasından başka bir amacı taşımayacağı için, uygulanma şansı sıfırdır.
-
RTE-ABD ilişkilerine baktığımızda da, bu ilişkinin pamuk ipliğine bağlı olduğunu görüyoruz. Evet, ülkemiz sözde NATO’ya bağlı, Batı’nın stratejik ortağı. Fakat ilginçtir stratejik olan hiçbir konuda anlaşamayan iki ortak mevcut: a- Suriye ve Kürt sorunu, b-Rusya ile ilişkiler, c-Akdeniz ve Libya gerilimi, d- Yunanistan ve Kıbrıs sorunu, e- İran politikası, f- Silahlanma konusu, g- Avrupa Birliği'yle ilişkiler vb.
Batı ile ilişkiler, sadece mülteciler, göstermelik demokrasi, askeri-örgütsel üsler ve yardımlar, ağır sanayiye Türkiye’nin ucuz mal tedariki, istihbaratta işbirliği vs. gibi konularda(ki bunlar Batı'nın kırmızı çizgileridir) bozulmamıştır. Bu açıdan ülkemizdeki göstermelik özgürlüklerin, NATO Konseptinin ürünü olduğunu söyleyebilirim.
Batı emperyalist dünyanın lideri ABD, RTE ile yaşanan stratejik sorunları, salt ülke çıkarları açısından ele almamaktadır. Trump ise, RTE ile ‘ver papazı al karpuzu’ yöntemiyle ilişki kurmuş ve popülizmi uyguluyordu. Biden ise sistemin çıkarları açısından RTE’yi güvenilir bulmuyor ve ona göre davranıyor. Bu da Batı sistemin ortak politikası olarak gözüküyor.
Sonuçta Batı’nın adayı, Millet İttifakının adayı olacağa benziyor.
-
Bağımsız tavır; İşçi sınıfını veya emekçileri temsil iddiasında olan parti ve grupların ne yazık ki kitlesel bir gücü yok. Tek güç, Kürt Özgürlük Hareketi! Bu güce dayanarak ahkâm kesilmeyeceğine yani bağımsız bir hareket yaratılmayacağına göre, sonuçta ülkemizde tüm çözümler aynı kapıya çıkmaktadır: Büyük tehlikeyi bertaraf etmek!
Sosyalist mücadelede hiç uzlaşma yok diyenler sadece anti Marxistlerdir. Siyasi taktikler, güç ile hayata geçer. Gücün yoksa güç devşirmek için geri çekilir ve sözde veya eylemde, çatışan iki kötünün içinde en tehlikeli olanı hedef alırsın. Ama bu; daha az tehlikeli olanı savunmak demek değildir. Daha doğru bir ifadeyle söylersem; onun, diğerini alt etmesi için evet sadece bu eylemde onu desteklemek, daha az kötünün desteklenmesi(savunulması) değildir. Çünkü büyük tehlikenin bertaraf edilmesini sağlayacak tek güç o olduğu için bu adım doğru olandır. Örnek vermem gerekirse:
Millet ittifakını oluşturan partilerden hangisinin programını ve taktiklerini benimsiyoruz? Hiçbirini! Peki, Millet İttifakına seçimlerde neden oy vermeliyiz? Büyük tehlikeyi seçimlerde yenecek tek güç olduğu için. Dolayısıyla bizim yani proletarya devrimcilerinin tavrı açıktır. Muhalefeti ideolojik-siyasi ve örgütsel olarak desteklemiyoruz, onlara, sadece seçimlerde RTE rejimini değiştirmesi için oy desteğimizi sunuyoruz.
Bu iki tavrı ve taktiği birbirine karışmak siyaseten olgunlaşmadığımızın bir ifadesidir. Çünkü birincisi yani muhalefeti her yönüyle desteklemek onların ırkçı- İslamcı- liberal vb. çizgisini desteklemek iken, ikinci tavrımız sadece büyük tehlikenin bertaraf edilmesi için seçimde onlara destek vermektir. Evet, bu bir uzlaşma veya tavizdir. Sebebi ise açıktır: biz henüz denklemi değiştirecek bir güce sahip değiliz de ondan!
Komünistler, en zor koşullarda, hatta tek başlarına kaldıkları güçsüz anlarda dahi bağımsız çizgilerini bu tür taktiklerle koruyacaklardır.