Ülkemiz, emperyalist denen sisteme her yönüyle bağlı, yarı bağımsız bir ülke. Bu gerçeği anlatmak için burada dil dökmeyeceğim. Ülkemizin, RTE iktidarından ve onun politikalarından dolayı emperyalizme bağlı olduğunu ve bunun CHP veya muhalefet iktidara geldiğinde değişeceğini düşünenlere, kısaca cevap vererek konumuza döneceğim. Sadece Ecevit iktidarını, onun siyasi hayatını inceleyerek doğruya ulaşabilirsiniz: “ topak işleyenin su kullanın” siyasetinden, DİSK’e ‘gölge etme başka ihsan istemem’ anlayışına ve ‘Halkçı Ecevit’ ve 'Karaoğlan'lıktan MHP ortaklığına ve de cezaevindeki devrimci gençleri diri diri yakan devlet anlayışına ulaşmanın dayanılmaz sosyal-demokrasi trafiğine bakmamız yeter de artar bile. 

Bugünkü seçimlerin yapılıp yapılmayacağına ilişkin karar ne RTE’nin, ne de muhalefetin elinde! Yeter ki emperyalist fraksiyonlar bu konuda anlaşmış olsun! Karar vericiler, emperyalist sistemin patronu yani dünyayı yöneten ABD’li Şirketler Oligarşisidir. Tabi bu oligarşiye rağmen bizim gibi ülkelerde karşı kararlar alınabiliyor.(bir dönem Ecevit İktidarı gibi). Ama ülkemizde bu, şimdilik imkânsız gözüküyor! İktidarda ki RTE ve ekibinin, sayısız açık ve soygunlarının, emperyalistlerin şantaj dosyalarına girmiş olması ve hortumlanan milyarlarca doların, onların onayı olmadan kullanıma sokulamayacağı için olsa gerek. 

Emperyalistler, salt ekonomik çıkarları gözeterek kararlarını oluşturmuyorlar artık. Örneğin iki büyük paylaşım savaşı hem kazançlarını götürmüş hem de devrimlere sebep olmuştu. Bu nedenle sosyal demokrasi, II. Enternasyonal’in bu kampa katılmasıyla, emperyalistlerin reformcu yüzü haline gelmiştir. Emperyalizm içinde bir grup, esas olarak ekonomik ve siyasi çıkarları gözeten acımasız politikayı, diğer birileri ise, komünizmin gelmemesi için ekonomik çıkarlardan tavizler veren, güler yüzlü, sosyal-demokrasiyi yani ‘solcu’ politikayı ortaya çıkarmıştır. Bu ikili yanıyla düşmanı değerlendirdiğimizde bu canavar, özünde birbirlerinde hiçbir farkı olmayan, çıkarlarını gözeten ama bunu yaparken de kırıntılar dağıtan bir içeriğe kavuştuğunu görürüz. İngiltere’de, 1845’lerden itibaren işçi sınıfı içinde sendika ağalarını ve aristokrat dediğimiz satılmış işçi önderlerini yaratanlar işte bu ‘solculuğun’ öncüleridir. 

Özetle; gelinen aşamada emperyalistler, uluslararası politika açısından sadece ülkelerinin-şirketlerinin çıkarlarına bakarak politika oluşturmuyorlar, uzun vadede sistemin çıkarları açısından da soruna yaklaşıp çözüm üretiyorlar. Örneğin son Ukrayna-Rus savaşı sistem için yapılan savaşın kendisidir. Bu yönüyle baktığımızda RTE, onların ülke ve şirketlerine fazlasıyla yarar sağlamakta fakat sistemin çıkarları açısından da bir o kadar zararlı görülüyor. Her ne kadar RTE, olağanüstü kurnazlığı ve pratik çözüm taktikleriyle tüm emperyalistleri oyalasa da onun değiştirilmesi için düğmeye basıldığını düşünüyorum. Fakat bu değişimin olması için, uygun bir muhalefetin bulunması şart. Yerine daha iyisi konmayacak ise RTE ile idare etmek her zaman gündemde olacaktır. 

Bugün ülkemiz yönetimiyle emperyalistlerin güncel olan çatışması, küreselleşme-ulusalcılık arasında olmaktadır. Bu çatışma, Kürt sorunu dâhil birçok siyasi taktik adımların varlığına işaret eder. Örneğin Türk devlet aklı, Kürtlerin hiçbir hakkını hukukunu kabul etmezken, emperyalistler, Kürtlere ayrılmamaları-devletlerini kurmamaları koşuluyla, özerklik vaat etmektedir. Yine Türkiye’nin Rus-İran-Yunan, kısmen Suriye-Irak politikası da emperyalistlerle çatışma noktalarını oluşturuyor. Eğer uygun bir Başkan adayı bulunursa kendisine ‘lütfen’ deneceği kesindir. Nedeni de şu politikalardır: Rusya ve İran ile olan ilişkiler-RTE’nin, Orta Doğu’ya Eş Başkan olarak atanmışken, gereğini yapmayıp farklı işlere soyunması-Akdeniz’in tamamında hak iddia edilmesi-Avrupa’yı ilticacılarla tehdit etmek-Kürt sorununda emperyalistlerin çözümüne yaklaşmamak vb. sayılabilir. Bu konularda sorun çıkarmayan bir başkan aranıyor!   

KİM BAŞKAN OLACAK?  

Emperyalistlerin isteğine uygun başkan adayını önce kişi ismi vermeden tarifle yelim: 

Rusya ile tehlikeli ilişkilere girmeyen- ABD ve Avrupalı dostlarıyla iş birliğini artıran, Ortadoğu’da ABD’ye aykırı işler yapmayan veya dediklerini yapan, Akdeniz’in tamamında pay istemeyen, İran ile ilişkisini, ABD’nin kurallarına uygun şekilde düzenleyen, Kürtlere, PKK’nın tasfiyesi koşuluyla özerklik veren, vb.’leri emperyalistler için uygun bir adaydır.  

Bu aday bulunmuştu aslında: İMAMOĞLU. Fakat büyük resmi bilmemenin getirdiği politika veya bir tuzak, ayrıca yapılan itici konuşma sonucu şansı azaldı. Seçimler zamanında yapılacak olursa onun adaylığı tekrar gündeme gelecektir. Yedekteki kişi ise KILIÇDAROĞLU! Kılıçdaroğlu’nun durup dururken Diyarbakır ve Kürt illerine ziyaretini bu şekilde okumak gerekir. Elbette ki emperyalistler, istedikleri ölçülere tıpa tıp bir aday bulamayacaklardır. Fakat yukarıda belirttiğim ölçülere esas itibariyle İmamoğlu yatkındı. Kılıçdaroğlu ise, ABD’nin anlaşamadığı bizdeki devlet aklından yana. Tüm dürüstlüğüne rağmen devletine tapan ve onun sözünden dışarı çıkmayan bir Kılıçdaroğlu, ABD için bir risktir. Diğer aday, ulusalcı M. YAVAŞ’ın ise hiçbir şansı yok.  

Sonuçta genel gidişatın dışında şunlar da gerçekleşebilir:

RTE can havliyle aykırı (tabi emperyalistlere aykırı) işlere soyunabilir. Ulusalcıların desteğini yenileyerek, kendini güçlü hissedip emperyalistlere büyük tavizler vererek, kendisiyle ilgili deşifrasyonun yapılmamasını sağlayabilirse (ki bu konuda emperyalistlerin RTE’ye evet demesi için, uygun bir Başkan adayının çıkmamış olmaması ve de büyük tavizler almaları gerekir), bilin ki RTE, seçimi %50,90 ile aldığını ilan edecektir. Ama yapılan baskılar-şiddet ve terör, muhalefeti susturamaz ve sokağa iterse, RTE’nin yine şansı olmayacaktır. Çünkü muhalefetin sokak eylemleri, komünizm korkusu nedeniyle emperyalistlerin kırmızıçizgisi olup, buna neden olan RTE iktidarını değiştirmek isteyeceklerdir. Mısır örneğini inceleyin derim! Yok, muhalefet ‘adam kazandı ne yapabiliriz ki’ deyip oturursa, bir 5 yıl daha RTE’ye katlanacağız demektir. RTE’de bu nedenle, Kılıçdaroğlu’nu (halkı sokağa dökmeyi gündemine almayacağını düşündüğü için) tercih etmektedir. İMAMOĞLU performansında bir Başkan adayının ise, sokağa önceden ineceğini düşünerek (veya hissederek), onu diskalifiye etmeye çalıştığını söyleyebilirim. Bu nedenle seçimi almak istiyorsa muhalefet, Başkan adayları emperyalistlerin onayını almamış dahi olsa, ikinci fırsatı yani sokağa çıkmayı, RTE’nin tüm bel altı vuruşlarına karşı gündemlerine alarak ikinci bir şansı yakalayacaklardır. Açık bir dille söyleyecek olursam: İmamoğlu, sokağa çıkmayı gündemine alan Kılıçdaroğlu veya benzer bir aday da seçimleri kesin olarak alacaklardır.  

Sonuçta Proletaryanın bağımsız hareketi, yine gündem dışı ve alternatif olmaktan uzaktır!