23 Haziran, Belediye değil nisbi de olsa demokrasi seçimidir.
 

Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı kuralım” ve “kızgın demiri soğutalım” açıklamasını okur okumaz hilebazlıkta ve şark dansözlüğünde eline kimsenin su dökemediği bu diplomasız oyun kurucusunun yeni tezgâhlar kurduğunu düşünür olmuştum. Sen ‘kızgın demiri soğutalım’ diyeceksin sonra İstanbul Belediye Başkan’ının eline sıkmayacak, Kılıçdaroğlu’na linçi örgütleyeceksin vs. 31 Mart seçimlerin iptal edileceğinin işaretleri olan bu kindar devlet yaklaşımının benzeri uygulamalar 23 Haziran seçimleri için de devreye girmiş bulunuyor.

Bunlar kısaca: Önce, İş adamları ve Üç Büyük Takımın taraftarları tehdit edildi. Stadyumlardaki ‘sinir bozucu sloganları’ susturmak için Devlet Mafya Lideri S. Peker devreye sokuluyor. 
 

İkinci olarak, ‘sinir bozucu’ muhalifler hatta gazeteciler öldüresiye dövülüyor. Saldırganlar ise gizli Kırmızı Anayasa’nın amir hükmü gereğince cezasızlık hukukuna göre devlet katında itibar görüyor.
 

Üçüncüsü daha da ilginç; baş düşman İMAMOĞLU ile ilgili algı operasyonları yapılıyor. Örneğin bir gazeteci aracılığıyla başlatılan bir operasyonla İmamoğlu FETÖ’cü yapılmaya çalışılıyor. Aynı şekilde fotoğraflar montajlanıyor veya Yunan olduğu ima ediliyor vb. algılar yaratılıyor.  
 

Dördüncüsü ise çok daha ürkütücü! İçişleri Bakanı Soylu: ‘IŞİD’in hareketli olduğunu bir şeyler yapmaya hazırlandığını’ vs. söylüyor. Herşeyden önce belirtmeliyim ki ülkemizde IŞİD diye bağımsız bir örgüt yok. Ülkemizde MİT’in alt organı olarak görevli ve onun taşeronluğunu yapan şeriatçılıkla beyinleri yıkanmış MİT elemanları var. Tıpkı Reyhanlı, Suruç, Ankara, Mersin, Adana, Diyarbakır ve diğer illerde yapılan bombalı eylemlerin benzerleri bekleniyor.
 

Beşinci operasyon Kürt seçmenler üzerinden yürütülüyor. Abdullah Öcalan’a görüşme yasağını kaldırmak, Kürt dini liderlerini İstanbul’a götürüp ikna çalışmalarına katmak vb. gibi boş çabalar içine giriliyor. HDP’li hiçbir seçmen(muhafazakârları da dâhil) bu tür oyunlara kanacak gerilikte değil.    
Ayrıca Yıldırım dâhil tüm iktidar ve AKP’nin üst yönetim kadroları bu provokasyonlardan haberdar ve daha önce dile getirilen “yazı da tura da gelse yine kazanan Reis olacaktır” algısı hayata geçirilmek isteniyor. Yıldırım, Reis’ten ve başkan olacağından emin muhtarlara telefonunu veriyor: “alın alın ilerde lazım olacak” Bu güç oyunlarının geldiğimiz aşamada başarı şansı var mı? İsterseniz bir de buna bakalım.

 

CHP kurmayları içinde bir avuç Türk-İslam Sentezcinin dışında kalan geniş bir kesim ülkede ki siyasi geleceği nisbi demokratik işleyişlerde görüyor. Fakat devletin niteliğiyle ilgili aydınlanmış bir görüşleri olduğunu sanmıyorum. Örneğin geçen Haziran seçimlerinde M. İnce’nin seçim öncesi yarattığı muazzam havasının seçim günü Derin Devleti karşısında görünce(ayıktığını) nasıl söndüğünü biliyoruz. Çünkü bu karanlık güç, ülkede yapılmış her türlü haksızlığın, hırsızlığın, cinayetin ve kötülüğün faili meçhul değil faili olan kurumudur. İşte bu gerçeği bilen CHP ve diğer muhalif kurmaylar, adımlarını buna göre atıyorlar. Sadece NATO’ ilkelerinin koruması altında olduklarını ve onun çizdiği sınırlar içerisinde demokrasicilik oynandığını RTE kadar onlar da bilincinde. Pekâlâ, İmamoğlu bunların farkında mı?

CESARETİ NEREDEN GELİYOR? 
İmamoğlu’nun çalışma tarzı, şimdilik derin devlette etkin olan düşmanlaştırmanın panzehiri!  Buradaki soru şu: acaba İmamoğlu bu çalışmayı devlete rağmen mi yapıyor? Aksine ötekileştirme denen çalışma tarzı artık eskisi kadar revaçta değil. Dolayısıyla kitleler arasındaki hoşnutsuzluk, sosyal patlamalara gebe olacak ekonomik, siyasi ve kültürel çelişkileri içinde barındırıyor. Düne kadar Türk-İslam Sentezi diyen Kılıçdaroğlu desteğinde ki İmamoğlu, İNCE’yle denenen fakat yarım kalmış güç oyununundaki varyantın yeni sahibi. Bu da, onun devlet içindeki bürokrasinin(asker ve sivil) önemli bir desteğine sahip olduğunu göstermektedir. İmamoğlu’nu destekleyen İYİ PARTİ(Refah Parti vb) bu işin görünen yüzüdür. Bu desteği; RTE’ye rağmen YSK’nın seçim verilerini doğru açıklamasından ve verilen mazbatadan, Kılıçdaroğlu ve tüm muhaliflerin cesur konuşmalarından, İmamoğlu’nun korkusuz mücadele planından ve de RTE’nin bir diktatöre yakışmayan koşturmalarından, Kişisel bilgilerin bakanlıklardan alıp YSK’ya verilmesi telaşından, YSK’da ancak yedek üyelerle kararın alınabilmesinden, Kürt seçmene yalvarmalarından vb lerinden anlayabilirsiniz. Ayrıca uluslararası gelişmeler de Reis’in aleyhine. 

 

ABD’nin Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı olan RTE, bugün ABD ile ‘kanlı bıçaklı’. ABD yönetiminin Şirketler Oligarşisi(ABD Derin Devleti), jeopolitik durumundan dolayı Türkiye’yi idare ediyor. Ve ABD’de RTE’nin artık güvenilmez olduğu Trump Yönetimi dâhil tüm siyasiler tarafından kabul görüyor. Değiştirilmesi için koşulların olgunlaşmasına ve uygun bir alternatifin çıkmasına bakılıyor sanırım. Rusya Yönetimi ile muhtemel çatışma potansiyeli de önemini koruyor. Avrupa ile ve diğer Batı ülkeleriyle olan kötü ilişkileri sanırım anlatmaya gerek bile yok.
 

Özetle; hem devletin belli bir kesiminin desteği hem de uluslararası ortam bu güç oyununda İmamoğlu’nun kozları. Eğer İMAMOĞLU karşı ataklar karşısında İNCE gibi geri adım atmaz ‘demokrasi mücadelesi’ adını verdiği mücadelesine devam ederse REİS’İN günleri sayılı.
 

Hangi diktatörlükte görülmüş kendine karşı mücadele edenlerin veya başarı elde etmişlerin yok edilmediği? Nerede görülmüş diktatöre rağmen hem de en stratejik bir İl yönetiminin muhalife verildiği? REİS niye Muş’u, Şırnak’ı ve birçok Kürt İl Belediyelerini aldığı yöntemle Ankara’yı, İstanbul ve diğerlerini almaya teşebbüs edemiyor? Niye seçime girip yasal gözükecek hileler ve atraksiyonlarla uğraşıyor ki? Kayyum atasın olsun bitsin! Demek ki bu oyunda karşılıklı güçler devrede. İşte bütün bunlar diktatörlüğümüzün Madein-NATO olduğunu gösteriyor.
 

Özetle İMAMOĞLU mücadele ettiği oranda başaracak. İstanbul böylece diktatörümüze son dört buçuk yıl uslu uslu otur demiş olacak. Fakat o boş durmayıp kini, dini, mafyayı vb. lerini devreye sokacaktır. Uluslararası gelişmelere bağlı olarak büyük ihtimalle kaçacak! Fakat İmamoğlu, devletin bekası (Yumuşatılmış da olsa Türk-İslam Sentezi) yoluna girmezse hali 1978-79 yılındaki Ecevit’ten pek farklı olmayacaktır. Fakat emekçilerden, ötekileştirilenlerden yana direndiği oranda onu saflarımızda göreceğimizden emin olabilirsiniz. Zaten ülkemizi devrimden başka bir şey de paklamaz.