Ülkemizde egemenler arası kayıkçı kavgasında; kitleleri uyutmak, bilincini saptırmak ve onları ileri değil, geriye çekmek ve ilerici adımların demokratik içeriğinin boşaltılarak benimsenmesi için, gerçekler çarpıtılarak, siyasi arenaya sürülmektedir. Bu paradigmalar, ülkemizdeki egemen sağ ve ‘sol’un açık siyasi mücadelesinde birçok biçimde uygulanmakta olup, iki ana noktada toplanmaktadır: Birincisi ulusal, ikincisi ise güvenlik üzerinedir. Bugün ele alacağım siyasi kodlama(paradigma) güvenlik üzerinedir.

Bu örneği yaratanlar, kendine ‘sol’ adını veren İttihat ve Terakki Hareketi ve takipçisi CHP’dir. Bunu kullanalar da Hürriyet ve İhtilaf Hareketi ve takipçileri sağ kesimdir. 1915 Nisan ayındaki soykırım ile toplum, ciddi bir sosyal travma içine itildi. Ermeni halkı başta olmak üzere diğer halklar, tümden yok edilmiş ve Osmanlıcılığın dışa yönelik yağma ve fetih adındaki katliamları, bu tarih itibariyle kendi halkına uygulanmıştı.

Sonuçta bu halkın milyonlarcası, çoluk çocuk yok olurken, önemli bir kesimi de Türk-Kürt ve Alevi kimliklerine sığınarak(kimi İslamiyet’i geçerek-çoğu kadınlar da Türk veya Kürtlerle zorla evlendirilerek vs.) canını kurtarma yolunu seçmişti. Ayrıca bu katliam, daha önceden Sarıkamış’ta askerlerin donması faciasıyla birlikte ciddi sosyal bir bunalımın ortaya çıkmasına yol açtı. Genç Cumhuriyet sonrasında bunun faturası, doğal olarak, İttihatçı geleneğin takipçisi CHP’ye kesildi. Dolayısıyla sağ kesimin siyasi arenaya sürdüğü yani kayıkçı kavgasında kullandığı, paradigmanın ana teması belli olmuştu: ‘ CHP’ bir avuç diktacıdır ve katliamcıdır’. İşte sağın dayandığı ve geniş kitlenin de satın aldığı siyasi malzeme budur!

Onun için, İdris Küçükömer adlı aydınımız ‘ülkede sağ soldur, sol da sağdır’ deme gereği duymuş, onun içindir ki 1946 ve 1950 yılındaki genel seçim öncesi sosyalistler ile Demokrat Parti ileri gelenleri ortak çalışmalar yapmışlar, o nedenledir ki ‘yetmez ama evet’ sloganı altında AKP politikaları desteklenmiş. Sağcılar da kendilerine ‘demokrat’ diyebilmişlerdir.

Sonuçta halkın çoğunluğunun, ordudan ve onunla özdeşleştirdiği devletten( tabi CHP’den) den korkması ve uzak durması, tarihsel hafıza dolayısıyla boşuna değildir. Birkaç örnek verirsem:

- 27 Mayıs Darbe sonrası, 1961 anayasasına %61,3 ile evet denmiş ve İnönü iktidar yapılmış fakat 1965 seçimlerinde, korku dağılınca Demirel iktidara taşınmıştır.

- 1982 Anayasası’na devlet korkusuyla % 91,37 oranında evet diyen halk, ortam biraz daha yumuşadığı genel seçimlerde Cuntacıların partisine ancak % 23,27 oranında destek vermiştir.

- 2015 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olamayan ve % 10 oranında oy kaybeden AKP, o güne kadar CHP’ye mal edilen devlet güvenlik stratejisini hayata geçirerek Kasım seçimlerinde kaybettiği oyu tekrar almıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Bu oyunu Ecevit bir dönem için(1974-1978) bozmuştu. Yani gerçek sol gibi davranarak, sağın etkisindeki kitlenin önemli bir kesimini saflarına katmıştı. Ne var ki baskılara ve öldürülme riskine karşı, 1978 Eylül’ünde ABD başkanlığında derin devlet ile anlaşarak karşı saflara geçmiş ve paradigmayı güçlendirmiştir.

Bu yolda bir başka CHP lideri (Kılıçdaroğlu), iktidar olma hedefi adı altında bir strateji izleyerek, sağın paradigmasını tersine çevirmeyi denemiş fakat başarılı olamamıştır. Çünkü bu strateji, içinde iki önemli dezavantajı barındırıyordu. Birincisi, Alevi olmasının kullanıma ve ajitasyona açık olması, ikincisi de sağcılara oy veren kitlelerle değil, onların figüran temsilcileriyle yaptığı suni demokratik programdı.

Fakat bugün sağın ‘demokrat’ ve Adaletli’ silahını elinden alan bir kişi ortaya çıkmış bulunuyor. Biliyoruz ki sağ partilerin 60-70 yıldır ayakta kalmalarını sağlayan ve ‘sol’a mal edilen diktacı-baskıcı ve katliamcı’ ajitasyonunu RTE açıktan benimseyerek 2013 yılı Haziran ayı itibariyle Gezi eyleminde ve de 2015 Kasım seçim öncesi hayata geçirmiş, böylece hem sağın deşifre olmasını sağlamış hem de rakibi CHP’nin yolunu açmıştır. Rakibi Kılıçdaroğlu, bu yolda doğru ve uygun taktiklerle yürüyememiş fakat RTE’nin en korktuğu ve ciddiye aldığı İmamoğlu’nu bulup çıkartmıştır. İmamoğlu’na, ne Ecevit gibi, ABD karşıtı olmadığından dolayı suikast yapılabiliyor-ambargolar uygulanabiliyor, ne de Kılıçdaroğlu gibi bir aşil topuğuna(Aleviliği) sahip olmadığı için itibarsızlaştırılabilmektedir. İmamoğlu bugün, sağın kullandığı ‘izlenen’ ve ‘örnek teşkil eden’ siyasi taktiğini(paradigmasını) rakibine karşı kullanmayı başaran, egemen ‘sol’un lideri durumundadır. CHP’nin yeni yönetiminin, PKK çatışması sonrası, AKP’nin kaleme aldığı bildiriye ilk defa imza atmaması, bu paradigmanın tersine döndüğünün ilk belirtisidir. Siz bugüne kadar Kürtlerin Parti Merkezini ziyaret eden herhangi bir CHP Genel Bakan gördünüz mü? Siz ‘İstanbul Kürtlerindir’ diyen bir CHP’li Belediye Başkanını işittiniz mi? ‘Kent uzlaşısı’ adı altında DEM ile ittifaklar yapılmakta ve bu, açıkça ilan edilmektedir vs.

Sağın amiral gemisi AKP(RTE)’nin dayandığı  % 40 oranında ki kitle, manipüle edilecek ideolojik ve ekonomik kukla iplerine bağlıdır. Ekonomik sefalete, yaşanan yolsuzluk ve ahlaksızlıklara rağmen, sağın genel kitlesinin yer yer %60’lara varan bir orana çıkması, ne yazık ki emperyalist güçlerin RTE ile yarattıkları bir başarı hikâyesidir: %10 şeriatçı-%10 ırkçı-%20 yancı(hırsızlıktan pay alan)-%10 muhtaç durumda olan yoksullardır. Fakat sağcılaştırılmış kitlenin içinde %10 oranında da her an kopabilecek dürüstler de bulunmaktadır(tabi tüm bu rakamlar herhangi bir inceleme ve analizin ürünü olmayıp benim gözlemlerimden ibarettir).

Bu nedenle İmamoğlu’nun, biraz da İstanbul gibi daha gelişmiş bir kent içinde olması, hemen hemen toplumun tüm kesimlerine hitap etmesi(Namaz kılan-Topal Osman’ı seven-DİSK ile toplu-sözleşme yapan vb. vb.) ve de sağın bugüne kadar CHP’ye karşı kullandığı repliği (özellikle ‘bir avuç’ ajitasyonunu), AKP iktidarına karşı kullanması, onu ön plana itmektedir. Ayrıca Avrupa ülkeleriyle sıcak ve etkili ilişkisi(RTE iktidarının alamadığı kredileri Avrupa’dan aldığını hatırlayın) ve de yönetimi sırasında gerçekten sosyal içerikli birçok adım atması, onu, egemen ‘solun’ lideri ve seçimlerde favori yapmaktadır.

RTE ise, CHP’ye karşı bir güvenlik stratejisi(paradigmasını) izleme şansını kaybettiği için kitleleri korkutacak başka taktiklere başvurmaktadır: seçmeni iktidar hizmetiyle tehdit etmek, katliam yapılacak korkusunu yaymak, Hristiyanlara ve ötekileştirilmiş kesimlere şiddet uygulamak vs. gibi şaşkın ördek taktiklerine sığınmaktadır.

Dipten gelen bir dalgayı engelleyen faktörlerin başında, esas olarak halkın bir kesiminde var olan hırsızlık da olsa ondan pay alabilme arzusu ve iştahıdır. Ne var ki ekonomik ve ahlaki yıkım, kararsız %10 sağın kopması sonucu, dipten gelen bir dalganın egemen ‘sol’ için yükseleceğini öngörebiliriz. Bu açıdan olağanüstü bir şeyler olmazsa 31 Mart seçimlerinin favorisi İmamoğlu’dur.  

*Paradigma kavramını popüler yapan Amerikalı bilim felsefecisi  Thomas Samuel Kuhn’a göre, Yunanca,  İzlenen ve kontrol edilendir’. Yaygın kullanımı ise, ‘göstermek, anlaşılır kılmak, örnek teşkil etmek’ olarak ele alınmaktadır. Türkçede buna eş bir kavram olmadığı için kullanılmıştır.