Ülkemizde büyük bir tehlike son 20-30 yıldır emperyalistler tarafından adım adım örgütleniyor ve giderek de kitlesel bir güce doğru ilerliyor.

Bu tehlike, GENEL ANLAMDA toplumun ırkçılık ve İslamiyet, diğer bir anlatımla söyleyecek olursam, milliyetçilik ve inanç aracılığıyla uyuşturulup konsolide edilmesi projesini içermektedir. Bu projede CHP de kendine düşen görevi (RTE’ye yardım-dokunulmazlıkların kaldırılması-tezkerelerin desteklenmesi vb.) kerhen de olsa yerine getirmiştir.

ÖZEL ANLAMDA bu tehlikeyi analiz edersek; 31 Mart seçimlerini de toplumun gericileşmesi ve pasifize edilmesinin bir aracı olarak kullanılmak istenmektedir. Bu nedenle, İstanbul seçimi, İktidar tarafından GERÇEK muhalif olan herkesi sindirme ve de sorunlu kesimleri kendine tabi kılmak için projelendirilmiş bulunmaktadır. Aşağıdaki gelişmeler bu projenin sinyalleri ve sonuçlarını yansıtıyor!

1-Millet İttifakı dağıtılmış ve CHP dışındakiler bu oyuna dâhil edilmişlerdir.

2-S. Demirtaş, eşinin İstanbul’da aday olmasını önermiştir! Erdoğancı yazarlar, ‘eğer Başak hanım İstanbul’dan aday olursa’ kendisinin serbest olacağını açıklamışlardır.  

3-Ayrıca, düne kadar ‘İmamoğlu Cumhurbaşkanı olmazsa ben yokum’ diyen M. Akşener, etkili bir ismi İstanbul’dan aday göstermiştir,

4-Daha da ilginci, ABD ‘Suriye’den çekilebiliriz’ diyerek, Kürtlerin RTE’ye yanaşmasının, daha doğru bir deyimle ona tabi olmalarının yolunu açmış,

5-Daha da anlamlı olanı, durup dururken ‘Erdoğan çözüm sürecini başlatmalıdır’ diyerek L. Zana açıklama yapmıştır,

6-Dikkate alınması gereken bir başlıkta; YRP(Yeniden Refah Partisi), seçime ayrı gireceğini söylemiş de olsa son anda RTE’nin onlara gerekli tavizi vererek yanına çekeceği ihtimalidir,

7-Dolaylı biçimde de olsa; CHP’nin eski yönetiminin, yeni yönetimin başarısızlığını örgütlemeye çalışması(Alevilere yönelik baskı varmış gibi harekete geçmeler, Kılıçdaroğlu’nun tekli edildiği halde sahaya çıkmaması, seçimler sonrası yeni kongre hazırlığına yönelik taktiklerden bahsedilmesi gibi)  vb.lerini sayabiliriz.

Bütün bunlar bize, dolaylı veya dolaysız biçimlerde de olsa, bir planın oluştuğunu ve de Kürt ulusunun mağduriyetleri istismar edilerek, bu projeye onların da katılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Düne kadar muhalefete destek açıklayan ve de ‘aktif siyaseti bıraktım’ diyen S. Demirtaş’ın, İstanbul seçimine yönelik söz ve hamleler içine girmesinin sonuçlarını, bir cezaevi deyimiyle söyleyecek olursam “ direnişçiler koğuşundan bağımsızlar koğuşuna” geçmesinin nedenlerini de önümüzdeki günlerde doğru mu yoksa yanılıyor muyum göreceğiz sanırım.  

Yukarıda izah ettiğim RTE planının başarılı olması durumunda, ülkemizin siyasi renginin daha da koyulaşacağı açık! Bu planın devreye sokulması ve başarılı şekilde gelişmesinde rol oynayan temelde 3 faktör bulunmaktadır.

-Bu konuda her şeyden önce işin başında, CHP’nin, Kürt sorununa güvenlik açısından yaklaşması ve bu ulusa gereken güveni verememesi bulunmaktadır. İstanbul’ da ki anketlerde Kürt halkın ancak üçte biri İmamoğlu’nu desteklemektedir. Ki bu Mersinden sonra en ileri bir kazanımdır. Fakat CHP politikasının, Kürt halkına gerçek anlamda dokunamadığı ve güven veremediğini görebiliyoruz.

-İkinci ve en önemli faktör olarak, Proletarya hareketinin(sosyalistlerin) nicelik ve nitelik geriliğini sayabiliriz. Sadece bir avuç olmaları değil, aynı zamanda emekçi sınıfa güven verecek, onu örgütleyecek taktiklerden ve moral değerlerden(cesaret-azim vb.) yoksun olması da gericileşme sürecinin başarılı biçimde yürümesini sağlamaktadır.

-Üçüncü olarak; Kürt ulusal hareketi, Kürt proletarya hareketi tarafından desteklenmediği, daha doğrusu, böyle bir gücü oluşturamadığı için, sağa sola savrulmaktadır. Geçmişteki çözüm sürecinde de belirttiğim gibi, Kürt ulusunun, AKP veya CHP ile pazarlık yaparak sorunlarına çözüm üretmeleri neredeyse imkânsızdır. Ulusal bilincin ötesine geçemeyen, daha açıkçası sınıfsal tahlillerden uzak kalınması(devletin sınıfsal tahlilinden yoksunluk; kırmızı Anayasanın varlığı-Kürtlerin inkârını içeren Tekçi Üniter devlet ve kurumları vs.dikkate almamak), geçici çözümler ve istenmeyen politikaları öne çıkarmaktadır. Bu da egemenlerin, ülkemizdeki demokrasi güçlerin omurgasını oluşturan bu ulusal hareketi, ‘çözüm süreci’ adı altında karanlık projelerinin içine çekmesine yol açmaktadır.

Peki, İstanbul seçimleri neden genel seçim havasına sokulmuş ve de RTE tarafından tüm imkânlar ve güçler, bu şehrin alınması için kullanılmaktadır?

Siz bugüne kadar RTE’nin ağzından İslamiyet eşittir şeriat lafını duydunuz mu? Evet, bu laf ülkemizin gelecek karanlık günlerinin ilk işaretidir. Elbette ki NATO Konsepti gereği Türkiye’de Şeriat ilan edilemeyecek! Fakat ılımlı İslami cumhuriyet belli ki radikal İslami cumhuriyete dönüştürülecek. Bu gerici monarşik sisteme, ABD dâhil tüm emperyalist güçlerin destek vereceği açık! Savaş, kabul edelim veya etmeyelim İmamoğlu ve Erdoğan arasında geçmektedir.

Peki, bu gerici dalganın karşısında kimler var?

Birincisi, koltuğundan olacağı için İmamoğlu bu projeye karşı kendi usulünce mücadele ediyor.

İkincisi, CHP’nin yeni yönetimi, geleceğini garantiye almak ve başarıya odaklandığı için mücadele veriyor.

Üçüncüsü, TİP dâhil birkaç sol kesim bu mücadeleye bir biçimde katılıyor.

Dördüncüsü, ekonomik ve deprem felaketlerinden dolayı ve de CHP’nin başta Mersin olmak üzere İstanbul, Adana vb. şehirlerde ki ırkçı olmayan, kucaklayan hizmetlerinden, kısmen uyanmış halk kesimlerinin tabanda yarattığı birliği, bu mücadeledeki odaklar olarak sayabiliriz.

CHP elbette ki programı ve Merkezi Politikası açısından (tabanındaki kitleyi buna katmıyoruz) egemenlerin ‘sol’cu reformist partisidir. Ezilen ve yoksul kitleler, sağcı partiler de toplanmış olsa da CHP’de de emekçiler-cumhuriyetçiler ve ilerici kesimler mevcut. Bu tablo aslında devrimci ve demokrasi güçlerinin bir ayıbı! Ama bu kamplaşma de fakto olarak karşımızda ve biz buna göre tavrımızı belirlemek durumundayız.

Bu tavır için sizlere kendi devrimci tarihimizden çarpıcı birkaç örnek vereceğim:

a-) K. Marx 1845’de Fransa’dan sınır dışı edildi. Yoksulluk çeken Marx ve ailesi en yakın yer olarak Belçika’ya sığındılar. Fakat hükümet, Marx’a bir şart ileri sürdü: ‘ ülkede eğer siyasi faaliyetler de bulunmazsan kalabilirsin’. Marx, çaresiz bu protokolü imzaladı. Kendine Marxist diyenlerin dikkatine sunulur!

b-) Sırasıyla gidersek Lenin, devrim sonrası Almanya’ya, Brest litovsk anlaşması yaparak önemli tavizler vermiştir. Bu anlaşma imzalandı diye Sol Sosyalist Devrimciler iktidardan ayrılmış, Petersburg-Moskova ve birçok şehirdeki komünist yönetimler partiden kopmuş, Merkez Komitesi içinde bölünmeler yaşanmış vs. Lenin ‘hiç uzlaşma yok’ anlayışını savunanları ‘Çocukluk hastalığı’ tespitiyle eleştirmiştir.  

c-) Çin Komünist Partisi, 1920’lerden itibaren şehirlerde hızla örgütlenip gelişmeye başlamış fakat komünistler, Çan Kay Şek liderliğinde ki Komintang güçleri tarafından asit kuyularına atılmaya ve öldürülmeye başlanmıştır. 1930’lardan sonra uzun yürüyüş sonrası, Mao’nun öndeliğindeki komünistler giderek güçlenmişlerdir. Ülkenin Japon emperyalistleri tarafından işgal edilmesi karşısında, Mao, tüm itirazlara rağmen bu ırkçı Çan Kay Şek güçleriyle Japonlara karşı ortak hareket edilmesini sağlamıştır. Kendi katilleriyle anın koşulları nedeniyle ittifak kurup büyük tehlikeyi bertaraf etmek, sanırım başarının ve milyonlara ulaşmanın en etkili taktiği olsa gerek,

d-) Hitler’in Nazi güçleri Sovyetlere saldırdığında ve ülkenin neredeyse önemli bir kısmını işgal edip Moskova varoşlarına dayanmasıyla, Stalin önderliğindeki Sovyet güçleri savaşlarına devam ederken, aynı zamanda ABD-İngiltere emperyalistlerle bir ittifaka girme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu büyük tehlikeye karşı emperyalist güçlerle bir araya gelmek, sanırım sınıf savaşının en zorlu sınavlarından biri olsa gerek.

Tüm bunlardan çıkan sonuç ortadadır:

Kendine demokrat-devrimci-sosyalist veya komünist diyenler, özellikle İstanbul seçimlerinde İmamoğlu’nu destekleyerek, RTE’nin zaferine engel olmaları, anın onlara dayattığı tek görevdir.