30 Mart Kızıldere Katliamı ve dönemi belirleyen gerilla mücadelesinden çıkartacağımız üç (3) dersin olduğunu söyleyebilirim. Dönemin silahlı mücadelesinin hazırlanışı-kuruluşu ve ilk eylemleri içinde olan biri olarak, geçmişi, bugünü kitleselleştirecek ve örgütlü güç haline getirecek bir değerlendirmeye almamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu değerlendirmeyi bilimsel yani Marxist tarzda yapabilmemiz için de belli yaklaşım biçiminde anlaşmamız gerekiyor. Bu Marxist anlayış; esas olarak, olayların ve gelişmelerin iki ana düzlemde seyrettiğini bize söylemektedir. Daha açık ve anlaşılır olması için: birinci değer Devrimciliktir. Mücadele azmi-cesaret-kararlılık-ölümü göze alma vb. değerler devrimci özellikleri oluşturur. Bu özellikler, anarşistlerde-burjuva devrimcilerinde, komünistlerde ve zalimlere karşı direnen birçok unsurlarda olabilir. İkinci düzlem ise teori-kültür-ideoloji yani siyasi çizgidir. Bu ise okuma-araştırma-doğru tarzda tartışma(polemik yapma)-işçi sınıfı, emekçiler, ezilenler ve ötekileştirilen tüm kesimlerin ve de ülke sorunlarının bilince çıkartılıp, doğru taktik ve program ile kitlelerle bağ kurulmasının yolunun hazırlanmasıdır. Birinci yani devrimci özellikler olmadan ikinci yani siyasi gelişmişlik içerik kazanamayarak kof ve bilgiççe olacaktır. Yine aynı şekilde; devrimci özellikler eğer siyasi gelişmişlik ve sağlam tezlerle birleşmezse varacağı yerin de hayal kırıklığı ve başarısızlık olacağını bilmemiz gerekiyor.

Ayrıca buradan çıkan sonuç: bu ikisinin eklektik-idealist ve mekanik değil diyalektik olarak yani doğal biçimde birleştiği hat da sosyalizm-komünizmdir. Nasıl ki Blanqui-anarşistler-Narodnikler vb.leri devrimci özellikler taşımalarına rağmen komünist değillerse, tıpkı bunlar gibi Prodonov-Kautsky-Martov vb. aydınlar da devrimci özellikler taşımadıkları için komünist olamamışlardır*.

Yukarıdaki Marxist yöntemin ışığında 30 Mart Katliamını değerlendirdiğimizde 3 önemli ders çıkartmamız gerektiğini söylüyorum.

1-     Birincisi; T.C. devletinin verdiği mesajda saklı! Arkadaşlarımızı yani devrimcileri katlederek(ki bu katliamlar idamlar-işkenceler-pusular-suikastlar vb. biçimlerde ülkenin değişik alanlarında devam etmiştir) tüm devrimci güçlere şu mesajı vermişlerdir: “sonunuz bu olur!” Bu mesaj 12 Eylül sonrası daha yaygın ve kitlesel olarak verildiği için sonuç olarak oligarşi geçici de olsa başarı elde etmiştir. Tabi bu başarıda Sovyetlerin yıkılması, Çin ve Diğer ülkelerin kapitalist yol ve yöntemleri öne çıkarması pay sahibidir. Peki, biz buradan gerekli dersi çıkartabildik mi?

2-     İkinci ders ise arkadaşlarımızın bize verdiği mesajda saklı! Kızıldere’de ki gerilla grubu içinde iki örgüt liderleri bulunmaktaydı: THKP-C ve THKO. Ayrıca 30 Mart katliamı aslında iki örgüt arasında bir dayanışma ve ortak mücadelenin de anlatımıdır. Bize onlar, devrimci mücadelenin önemini sadece egemenlere karşı çıkmanın bir ifadesi olarak değil, aynı zamanda örgütler arası dayanışmanın ve paylaşımın da önemini vurgulamışlardır. Peki, buradan gerekli dersleri çıkartabildik mi?

3-     Bizim için bugünü ve geleceğimizi(tabi ki ezilen ve sömürülenler açısından) belirleyen temel ders: yukarıda verilen mesajları doğru anlayış ve taktikler olarak içselleştirmektir sadece. Elbette ki insanlar korkabilir ve onların istediği sınırların gerisine çekilebilirler. Geçmişte ülkemizde de böyle olmuş ve bu sendromu hala yaşıyoruz. Yani egemenlerin bu amaçlarını boşa çıkartacak başarılı bir öykümüz yok! Peki, bu darbeyi ve saldırıyı nasıl savuşturabilir ve arkadaşlarımızın isteği olan gücümüzü bir araya getirme başarısını nasıl sağlayabiliriz? Bu soruya doğru cevap verebilirsek, sanırım hem arkadaşlarımızın bize verdiği mesajı yerine getirmiş yani dayanışma ve birliği sağlamış olacağız hem de uluslararası oligarşinin devrimcileri korkutarak devrimden uzaklaştırma taktiğini boşa çıkartabileceğiz.

Bunun için yapılması gereken: çıkacağımız dağın zirvesine helikopter-uçak vb. araçlarla değil, ancak emin ve sağlam adımlarla yürüyerek gitmemiz gerekmektedir. Merak etmeyin mücadele kızıştık ve geliştikçe yani yürüyüşümüz hedefine yaklaştıkça değişik araçları kullanmak zorunda kalacağız zaten! Ama bugün için; çevremizi-kendimizi sürekli kontrol eden ve eksikliklerini saptayıp bunları gideren olmalıyız. Yani ahkâm kesen-herkesi küçümseyen-kendini bir şey sanan-her şeyi bilen-tartışılmaz tezleri olan vs. değil.  Aksine kendi eksiklikleri ve yanlışlarını bilince çıkartan-sevgi ve saygıyı elden bırakmayan-devrimin ancak ve ancak proletarya ve emekçi sınıflarla olacağını kabul eden bir görüşü benimsemeliyiz. Dahası; ezilen ve horlanan kim olursa onun yanında olan- şiddeti ilkesel olarak ret eden- zor unsurunu sırf güçlerini korumak için kullanan- burjuvazinin sadece korkutma taktiklerine değil yozlaştırma-dinsel ve ırkçı uyuşturma- tarımsal ve gıdasal zehirleme dâhil tüm öldürme taktiklerine karşı çıkacak bir azmi taşımalıyız. Ama daha da önemlisi devrimci heyecan ve cesaretimizin hedefe hizmet edebilmesi için, kuramsal ve kültürel olarak kendimizi tüm burjuva yarı aydınlarından daha gelişmiş hale getirmeliyiz.  

Evet, 1968’de ki gücümüz buradan geliyordu: SABO, K. Özüdoğru, Ulaş, Hüdai, Cevahir, Saffet, Cihan, Mahir, Deniz, Hüseyin, Yusuf ve diğer arkadaşlarımız oligarşiye meydan okurken, bu özellikleri taşıdıkları için peşlerinden bizleri sürüklüyorlardı. Tek eksiğimiz ise, bu değerleri proletarya ve emekçi sınıflarla buluşturacak yol ve yöntemleri o dönem bulamamış olmamızdır.

Onları yâd etmek-anmak ve ağıtlar yakmak elbette ki önemli!

Ama onların yolundan gitmenin biricik yolu:

Onlar gibi olup onların bu özelliklerini emekçilerle buluşturmak için kitlelerin arasında olmaktan geçmektedir.  

*Daha geniş bilgi için HOMO KOMÜNUS-II. VE III. kitaplara bakabilirsiniz.