1) Diğer bir farklı yanları da cinsellik üzerinedir. Bu konu geri ve kapitalizmin yozlaştırdığı toplumlarda bilinçli olmayan erkekler tarafından anlaşılmayan temel sorundur. Erkekler karşı cinslerine öncelikle istisnaları (bu kişiler genellikle demokratik ve sosyalist kültürü almış kişilerden oluşur) saymazsak genellikle seks ilişkisi gözlüğüyle bakarlar. Dolayısıyla çoğu kadın haklı olarak, erkeklerin kendileriyle kurdukları normal ilişkilere de şüpheyle yaklaşmak durumunda kalırlar. Hatta yaptıkları normal çıkışları veya işleyişin daha iyi gitmesi için ileri sürdükleri önerilerin(eleştiriden ise tümden uzak dururlar) bile yanlış anlaşılacağı korkusunu taşırlar. Tek tanrılı dinlerin tezgahından geçmiş veya hala bu ideolojinin etki alanında olan erkekler ise, kadınlara arzu ve şehvet duygularıyla yaklaşırlar. Hatta erkekler arasında (bunların arasında kendine devrimci diyenler de dahil) şakalar, hikayeler, konuşmalar ve beğeniler, sex, yani kadınları aşağılama üzerine kurulur. Kadınların içindeki biriken volkandan bir haber, onların yanında da bu tür fıkraları anlatmaktan geri durmazlar.  

Ama kadınların intikamı korkunç olacak ve bunun ne derece korkunç olduğunu eğer komünizm gelirse yazacak tarihçiler kadınlardan başka kimse olmayacak! dersem bu kehanetin uzun vadede olsa gerçekleşeceğinden emin olabilirsiniz. Konumuza dönecek olursak; kadınlar ise, karşı cinse, esas olarak duygusal anlamda sevgi ve güven açısından bakarlar. Temelde; zengin ve rahat ederim diye bakması, sistemin, onları nerelere sürükleyeceğini yani tek kalırsa her an vahşi ‚hayvanlar‘ tarafından parçalanırım duygusunu onlara yaşattığı içindir. Bunu anlamayan erkekler, onların bu yönelimini paraya ve lüxe düşkün diye tarif etmeyi severler. Çünkü bu tarifle onlar hem kadınlardan üstün olduklarını sanırlar hem de daha çok kadınla birlikte olmak amacıyla para kazanmanın bir motivasyonuna yönelirler. Ama kadınların bu konu başlığı altında ki tartışılmaz ve erkekler tarafından kabul edilmeyen veya görmemezlikten gelen üstünlükleri şudur: Kadınlar (istisnalar dışında) hiçbir erkeğe cinsel açıdan yaklaşmaz. Yani işin şakası, tacizde ve tecavüzde bulunmazlar? Çünkü onlar, erkeklerin düşündüğü gibi cinsel ve fiziki açıdan pasif olduklarından değil, binlerce yılın oluşturduğu kültürel birikimin zenginliğinden dolayı böyle davranırlar. Siz cinsel arzusuna gem vuran kaç erkek gördünüz? Ama istisnaları saymazsak cinsel arzuyla harekete geçen tek bir kadın dahi bulamazsınız. Sanırım neden erkek kerhanelerin açılmadığını anlamışsınızdır. Bu nedenle fakir değil erkekleşmiş zengin kadınların jigoloları vardır.  

Bu konudaki en mükemmel ve eğitici olan ise: kadınların cinsel tatmin duygularının sevgi ve güvene bağlı olmasıdır.    

2) Diğer bir farklılık da hisler-duygular alanındadır. Bu başlık veya diğer başlıklar altında ele aldığım kadınların farklı yanları bir bütündür ve her biri diğerini tamamlayandır. Bu açıdan baktığımızda yukarıdaki üstün özellikleri koordine eden, düzenleyen, sıraya sokan ve yönlendiren ana güç, duygu-his zenginliğinin oluşturduğu kültürdür. Kadınların bazı birikimler, örneğin barışçı olma-güvenirlik-dürüstlük gibi benzer özellikler nasıl ki Alevi kültüründe varsa(tabi kapitalist ve feodal sistemin etkisindeki Alevi kültüründen bahsetmiyorum) tıpkı bunun gibi Avusturalya yerlisi Aborjinlerde ki olağanüstü gelişmiş hissetme duyusu( ki bu duyu, çölde nerede su olduğunu bulmak ve daha ilginci kilometrelerce uzaktaki arkadaşıyla telefonla konuşur gibi haberleşme vb.leri sayılabilir) kadınlarda da vardır. Sistem içinde bu özelliklerini koruyan kadınlar yüzlerce yıl Cadı diyerek Erkek Egemen iktidarlar tarafından katledilmediler mi? Kendileri daha iyi bilir ama, kadınlığın temel ivmesi olan duygu yoğunluğuna rağmen neden şairler hep erkeklerden çıkmakta? Bana göre(ki bu konuda onların tespitleri esastır) bunun iki nedeni var. Birincisi duygularını sınırsız ve özgürce aktaracakları bir ortamı görememeleri nedeniyle, duygularına gem vurulmasının dayatıldığı korku dolu olan bir ortamda baskılanmış duygularla üretime geçmek istememelerini gösterebilirim. İkincisi ise, her halükârda duygularını dile getirdiği bir durumda, hemen yanındaki abisi, babası, kocası, çevresi gibi erkek egemen toplumdaki bu küçük iktidarların yanlış yorumlayıp ağır baskısını göreceği duygusu da onları pasifize etmek için yeterli nedenlerin biridir. Ama erkek şairler öyle mi? Sevdalarını, arzularını sınırsızca ortaya koyma özgürlüğünü yaşarlar. Yani bu erkek egemen özgürlük ortamının varlığı, onların şiir dünyasında ezici üstünlüğünü sağlarken, kadınlar, duygu volkanlarını şiir dışındaki sanat alanlarına yöneltirler: resim, heykelcilik, bale, tiyatro, roman vb. gibi. Ama oralarda da erkeklerin ötekileştiren yani kendini beğenmişlikten başka bir şey olmayan yüksek guru yöntemleri devreye girer.   

Doğada var olan gelişmiş duyu ve hisler, belki biyolojik nedenleri de buna ekleyerek söyleyebilirim ki bunlar bir zamanlar erkeklerde de mevcuttu. Fakat sınıflı toplum süreçlerinde; fiziki ve daha birçok güçlerini(hile-yalan-iki yüzlülük vb. gibi) kullanarak dümenin başına geçmeleri yani onların bu iktidar olma arzu ve şehveti, onların bu yanlarını köreltmiş veya ortadan kaldırmıştır. Erkeklerin ve kadınların ilk ortaya çıktıklarından itibaren doğayla mücadele ettikleri, yaşam için birçok duyularını geliştirmek zorunda kaldıkları genel bilimsel bir gerçek. Avusturalya ve Amerika yerlilerinde veya bizim daha bilmediğimiz ilkel komünal tolumdan kalan kabilelerde bu özellikleri görüyoruz. Aynı gelişmişlik hayvanlarda da mevcut.  

Özetle egemenlik tutkusundaki erkeklerin erişilmez ve muhteşem gurur ve guru’larını hiçleyerek kadınlar, sessiz ve derinden tüm yaşamı kontrol eden duyu ve duyguları ile buna eşlik eden erkeklerle birlikte bir gün insanlığa hâkim olacak, dahası dünyanın ve evrenin hareket ettirici dinamiği olan manyetik navigasyona, kadınların reseptörleri de eşlik edecektir. İşte bu komünizmdir.    

SONUÇ olarak;  

Yukarıda saydığım vb. özellikler kadınlarda içselleştirilmiş olarak ve bir volkan gibi patlamaya hazır bekliyor. Bugün çok az özelliklerini görüyor olabiliriz ama gerekli güven ortamı sağlandığında yani yine onların da içinde olduğu büyük başkaldırının başarıya ulaştığı o muhteşem günde, işte o gün, tüm yetenekleri ve yeni tipte insan için zaten var olan güçleriyle, zafer için onların da dümende yer aldığını göreceğimiz kesindir.  

Fakat bazı noktaların açıklığa kavuşturulması gerekiyor.  

Birinci nokta; burada vurguladığım kadınlarda var olan temel özellikleri açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Aslında sınıflı toplum ilişkileri içerisinde kadınların ikili bir özelliğinin at başı geliştiğine şahit oluyoruz. Bugün kadınların etkin ve özgürce kullanmalarına imkân tanınmayan olumlu özellikleri yani kültürel içsel birikimleri olduğunu biliyoruz. İşe bu özellikler, onların binlerce yıl yaşadıkları ağır baskı ve şiddeti sonucu gelişmiştir. Ama diğer yanda bu baskı ve şiddet, boyun eğen, yoz ve bayağı kadın tipinin de ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu tür kadınlar da sınıflı topluma uyum sağlayarak yaşamın devamına inananlardan oluşur. Bunlara, temel özelliklerini yitirmiş egemen sınıf temsilcisi veya onların kontrolüne girmeyi benimsemiş kadınlar diyebiliriz.  

İkinci bir husus da feminizm üzerinedir. Bugün çoğu kişinin tanımlamakta zorluk çektiği bu içeriğin olduğu hareketler anti erkek temeli üzerinde şekillenmektedir. Bu da bu hareketlerin sınıfsal konumunu ve mevzilenmesi sorununu ikircikli hale getirmektedir. Eğer bilimsel olan bir yöntemle sorunlara yaklaşacak olursak, sosyolojik olan bu olgu da sınıfsal ve ekonomik yasaların dışında düşünülemez. Bunun açılımı, hangi sınıfa hizmet ve hangi sınıfın çıkarlarına göre hareket ettiğinin belirlenmesi gerektiği üzerinedir. Tıpkı ulusal sorun gibi ele alınabilir. Ezilen bir ulus, ezen ulusa karşı yürüttüğü mücadelesine eğer sosyal bir içerik vermezse(yani ezilenlerin yanında duran bir çizgide bu mücadeleyi yürütmezse) sonuçta zafer elde edip kendi toplumsal idaresini yani devletini kurduğunda o da kendi ulusundan ezilenlerin üzerinde tıpkı egemen ulusun yaptığı gibi tahakküm kuracak bir sistemi işler hale getirmiş olur. Evet başarıya ulaşmış ve devletinizi kurmuşsunuz fakat siz de kendi yoksullarınızın üzerinde bunu inşa etmiş olacaksınız. Bunun için bu mücadelenize ta baştan sosyal bir içerik vermek zorundasınız. İşte feminizm de buna benzer. Feminist mücadele, sosyal içerikle birlikte yürütülmezse, bir bakmışsınız, egemen sınıfın tamamen dışına çıkmış erkeklere karşı yürütülen bir mücadelenin içinde bulursunuz kendinizi. Bunun için feminist hareketler, kişilere karşı baskı ve şiddeti dışlamış sınıfsal (örneğin işçi sınıfı) hareketlerden ve onların temsilcisi kadın ve erkeklerden uzak olmamalı ve onlarla birlikte olmanın yol ve yöntemlerini geliştirmelidirler.