Aydınlanma ve hoşgörü üzerine bir yazı hazırlamaya başladığımda, aynı sayfalarda yazı yazdığım arkadaşım Yener Orkunoğlu’nun da benzer bir konuyu ele alan görüşlerini okuyunca hem şaşırdım hem de bu yazıya değinerek işe başlamak istedim.  

Gerici ve İlerici Hoşgörü (Tolerans) ve İslam Dini başlıklı yazısı ile çok farklı bir bakış açısı sunan Yener Orkunoğlu, bana göre oldukça tartışmalı bir konuya girmiş.  Şöyle demiş: “Çok uzun yıllardır ‘Tolerans’ ve ‘Hoşgörü’ sözcüklerini eleştiriyorum. Çünkü bu sözcükler, insanlara ‘Yukarıdan’ bakan mantığın ürünleri. Hoşgörü, gerçekte şu anlama geliyor: “Aslında sen hor görülecek bir insansın, ama sana hoşgörü gösteriyorum. Veya “Görüşlerin, davranışın vb. beni rahatsız ediyor, ama toleranslı davranıyorum sana”. Evet, yerleşik anlayışa oldukça aykırı bir saptama ve bir nevi niyet okuma! Yazar bu düşüncesini desteklemek için anti devrimci Goethe’den referans olarak şu görüşleri almış:  "Hoşgörü sadece geçici bir tutum olmalıdır, kabul görmeye yol açmalıdır. Hoşgörü, hakaret anlamına gelir." Johann Wolfgang von Goethe 

Bu yazımı sevgili Orkunoğlu’nun makalesinin eleştirisine ayırmış değilim. Bu çabanın var olan çelişkilerine ve bana göre yanlış olan diğer tespitlerine burada değinmeyeceğim. Burada ben, hoşgörü(tolerans) üzerine olan görüşlerimi açıklayarak, yazarın yukarıda aktardığım görüşlerinin bir bakıma karşılaştırmalı analizini yapmanızı amaçlamaktayım. Sevgili Orkunoğlu da bu görüşlerime gerekli cevabı vererek bu konunun zenginlik içinde ele alınmasını sağlayacağını umuyorum. 

Hoşgörü de tüm kavramlar gibi, sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak üst yapıda yerini almıştır. Hoşgörünün, “Alman filozofu Herbert Marcuse’un dediği gibi  “Özgürlükçü Hoşgörü, sağa ve sağ hareketlere değil, sola ve sol hareketlere yapılan hoşgörü demektir.” Türünden bir yorumla ele alınmayacak kadar zengin bir içerik taşıdığını düşünüyorum. Fakat şu gerçeği içinde taşır: dogmatik olan tüm anlayış ve inançlara karşı hoşgörü olmaz. Evet, bu bakış açısı içselleştirilemediği için Alman aydınları Marx ve Engels hariç tek kanatlı kuşlar gibi kalmışlardır: Hegel ’in idealist diyalektikçi, Feuerbach’ın metafizik materyalist, Kant’ın milliyetçi, Goethe gibi çok yönlü bir aydının burjuva devrim düşmanı ve feodal bir dükün hizmetkârı, Schiller ve diğerlerinin anti-aydınlanmacı olmaları sayılabilir. Bunun içindir ki Cezayir kurtuluş savaşı gericiliğe hizmet etmiştir. Bu nedenle gericiliğin ve dogmatikliğin timsali Humeyni, kendisini ülkeye davet eden sol örgütleri(Halkın Fedaileri, Halkın Mücahitleri, İran Komünist Partisi vb.) tümden katletmiştir. Yine ülkemizde kendine ‘yetmez ama evet’çi diyen yarı aydın gruplar, Kürt hareketinin belli kesimleri ve diğerleri, Erdoğan gibi tescilli bir dogmatiği seçimlerde ya destekleyerek ya da tarafsız kalarak başımıza musallat etmişlerdir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Örneğin başörtüsünü yasaklayan zavallı ulusalcılara karşı bu dogmatik ve bağnaz yobazlarla omuz omuza mücadeleyi, özgürlük savaşı sanan solcuların hala aynı aymazlık içinde olduklarını bilmek ne kadar üzücü. 

Hoşgörü, din-ırkçılık vb. dogmatik inançlar ve de sınıfsal zalimler dışında, tüm insani yaşam, düşünce ve kültürel inanç formlarına karşı yasaksızdır. Hoşgörüye, insani olan hiçbir şey yabancı değildir.  

Hoşgörü ezilen sınıflar açısından da gerekli olan bir kültür biçimidir. Bu konunun ikili bir yanı vardır ve bu da komünizmin özüdür. Örneğin düşmanınızla savaşıyorsunuz ve yaralı yakaladınız. Bu kişi belki de biraz önce ki çatışmada yanındaki arkadaşınızı da öldürmüş olabilir. Bu elinizdeki kişiye karşı nasıl davranırsınız? Bakın Castro bu ikili yanı şöyle açıklıyor:  

 “Bizler çok tutkulu insanlarız ama içimizde nefret yoktur… Politik sistemi küçümseyebilir, hor görebilir; hakkında çok kötü şeyler düşünebilirsiniz. Ama insanlara karşı nefret duymazsınız.”(FİDEL CASTRO İki ses bir biyografi, İGNACIO RAMONET, DOĞAN KİTAP, 3. BASKI Sf. 335) İsterseniz Lenin de ne dediğine bakalım: 

“ Sosyalizm, uluslara karşı şiddet kullanılmasını kabul etmez. Buna diyecek yok. Ama sosyalizm, genel olarak insana karşı şiddet kullanılmasına karşıdır(abç).” (V.İ. LENİN, PROLETARYA İKTİDARI VE DÖNEK KAUTSKY, sf. 166, bilim ve sosyalizm yayınları)  

Bu yaklaşım biçimi ne Goethe ’nın dediği gibi bir hakarettir ne de Orkunoğlu’nun alıntıladığı gibi diğerlerini hor görmedir. Burada ezilenlerin, ezen sisteme karşı hoşgörü göstermeyeceği gerçeği vardır. Bu açıdan bu hoşgörüsüzlük sınıfsal mücadelenin kaçınılmazı iken, yukarıda Castro ve Lenin’in de belirttiği gibi ezenler ve zalimlik yapanlara dahi insan olarak nefret duymamak devrimci bakış açısının özüdür. 

Tolerans bir bakıma empatidir. İnsanlığın duygusal(hissel) ve bilişsel (düşünsel) olan tüm dünyasına karşı ön yargısız yaklaşmak demektir. Aynı şekilde tüm toplumsal kategorilerin (etnik-sınıfsal-kültürel vb.) yaşam biçimlerini ve taleplerini benimsemesek dahi onlara karşı empatiyle yaklaşmak hoşgörünün temel girdisidir. Zalimlik ve sömürü ise, kapitalist sistemin kaçınılmazlarıdır. Bu sistem ve yöntemlere herhangi bir hoşgörümüz ve empatimiz olamaz. Kendi dışındaki kişi-düşünce ve insani olaylara karşı hoşgörü taşımayanlar ilginçtir ki kendilerine karşı aşırı oranda toleranslı ve bağışlayıcı davranmaktadırlar. Yoksa yüzbinlerce Japon'u çoluk çocuk öldürme emri veren ABD başkanının hiç vicdan azabı duymamasını nasıl açıklayabiliriz? Aynı şekilde ülkemizde milyonlarca Müslüman ve Türk olmayan Ermeni-Rum-Yahudi ve diğer halktan insanları kıtır kıtır kesenler veya Amerikan yerlilerini tümden yok edenler neden hiç özeleştiri yapmazlar ki? Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama bütün bunlar bize tek bir şeyi ısrarla hatırlatır: Egemen sınıf temsilcilerinde ve tetikçilerinde hiçbir zaman HOŞGÖRÜ olmamış ve olmayacaktır. Siz hiç gördünüz mü? Şu işçileri biraz daha az sömüreyim diyen bir patron(istisnalar olabilir)? Onlar ancak tehlikeyi sezdiklerinde güler yüzlü yani reformcu olmuşlardır. Sakın ola ki reformculuğu hoşgörüyle karıştırmayalım! Hoşgörü, aydınlanma kültürünü harekete geçiren devrimci motordur.  

Ülkemizde ki siyasi adım, yarım değil tam aydınlanmadır. Yani ülkemizde olmayan laiklik, bilimsel özerklik, kuvvetler ayrılığı, seçimle gelen bürokratlar, seçilenlerin istendiğinde geri çağrılması, parasız Politeknik eğitim ve parasız sağlık sistemi, demokratik ulus vb işte tüm bunlar aydınlanma kültürünün ürünleridir ve tolerans kültürü olmadan yerine getirilemez. Çünkü hoşgörü; kıskançlık, yargısız infazlar, efsaneler, baskı, şiddet vb. kültürleri dışlar.  

Yukarıdaki açıklamaların ışığında HOŞGÖRÜYÜ, insani ve sınıfsal boyutlarıyla ele almak bir  

kültür sorunudur. Ülkemizdeki en acil sorumuz olan aydınlanmanın doğru şekilde yönetilmesiyle bu kültür zaten binlerce yıldır var olan Anadolu’muzda artık sökülmez olacaktır.