Önce projeleri tanıyalım: 

Birinci proje; Türkiye’nin başını çektiği Türk-İslam Sentezi olarak da dillendirilen Tekçi Üniter Devlet anlayışı. Bu projeyi Güney Afrika’da ki Apartheid(ayrımcı) olarak, Suriye de Baas Rejimi, daha gelişmiş olarak Almanya’da Nazizm, İtalya’da faşizm, İspanya'da Falanjistler, olarak da okuyabilirsiniz. 

İkinci proje; İngiltere’nin başını çektiği, ülkedeki dört ulusun öyküsünde saklı!  Örneğin İngiltere sınırları içerisinde ki İskoç Krallığı, 1707 yılına kadar bağımsız olarak yer almıştı. Fakat savaşta yenilmeleri sonrası 1707’de, çıkartılan bir kanunla, İskoç ve İngiliz Kraliçesi unvanı yerine Büyük Britanya Kraliçesi unvanı getirildi. ‘Birleşik Krallık’ terimi ise, Büyük Britanya ve İrlanda parlamentolarının iki krallığı birleştiren ve Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı'nı oluşturan bir Birlik Yasası'nın kabul edildiği 1801'de resmi hale geldi. Bu hukuki adımların arkasında yatan amaç ise şuydu: uluslar, krallık enstrümanı aracılığıyla merkezi hükümetin kontrolüne (tekelleşme eğiliminin, sömürgeciliğin bir gereği olarak) sokuluyordu. Örneğin: Galler Meclisinin, ancak ikinci derecede yasa yapma yetkisi vardır. Ancak Galler Meclisi'nin yasama gücü, Galler ülkesini ilgilendiren konuları kapsamaktadır. Galler Meclisi, hükûmet kurma ve ülke üzerinde hükümran olma hakkına sahip değildir. Bu hak Birleşik Krallığı'ndır. Hâkim ulus olarak İngilizlerin, diğer uluslarla kurduğu siyasi ilişkinin adı, benim ifademe göre; Çokçu Üniter Devlet anlayışıdır. 

Evet, bölgemizde Kürtler üzerinden bu iki projenin sinsi, sırıtkan, ikiyüzlü, çıkarcı, kanlı savaşını izliyoruz. A. Öcalan’ın liderliğini yaptığı ve Kürt ulusu içerisinde esas omurgayı oluşturan Kürt Hareketi ve Barzani-Talabani hareketleri, ikinci projeyi savunuyorlar. Bunların içinde Öcalan, bu savunuyu, ‘demokratik Ulus’ adıyla formüle etmiş bulunuyor.        

Bölgede Kürtlerle ilgili son aylardaki hızlanan gelişmeler de şunlar:  

  • Türkiye’nin dört aydan fazla zamandır süren Zap bölgesindeki Kandil operasyonu,  
  • Yine Rojova’ya yönelik yıpratma savaşı,  
  • RTE’nin Esad ile barışma adımları,  
  • Erdoğan’ın “terörü besleyen ABD’dir” açıklaması ve bunun üzerine Uluslararası Koalisyon güçlerinin Türk mevzilerine yakın yerleri tatbikat adı altında bombalaması, 
  • Türkiye, PYD-YPG ye karşı yapacağı operasyonlar için Putin’den gerekli izni alamayınca,  RTE’nin “Kırım Ukrayna’nın ayrılmaz bir parçasıdır” açıklamasını yaparak kızgınlığına engel olamaması, 
  • Ayrıca Suriye’nin, Türkiye’nin Kürtleri bahane ederek askerlerini öldürmesi üzerine İdlib’i bombalaması,  
  • ABD ve İran arasında ki karşılıklı saldırılar, vb.leri.  

Ortaya çıkan birçok askeri-siyasi gelişmeler, aslında bölgede Kürtleri ilgilendiren iki farklı projenin çatışmasının sonuçlarıdır. Önce projeleri biraz ayrıntılamak ve de girift(hileli) ve karmaşık yapısını-açığa çıkarmamız gerekiyor.  

Tekçi Üniter Devlet projesi, ülkemizde yüzyıldan fazla zamandır uygulanıyor: kimi zaman sert, kimi zaman da yumuşak biçimde! Tekçi ulus anlayışında olan Suriye Baasçı yönetimi ise, Rus-ABD bilek güreşinden ve iktidarını kurtarma zorunluluğundan dolayı bu konuda etkin değil! İran*’da Suriye’nin yanında ABD karşıtı savaşa girdiği ve de Türkiye ile ilişkiye ihtiyacı olduğu için Rus politikasına göre hareket ediyor ve birinci projeyi destekliyor. Rusya İse çıkarlarına göre hareket eden emperyalist bir güç olarak, Kürtlerle siyasi ilişki kurmasına rağmen Türkiye’nin projesine destek verebiliyor. Hem de binlerce insanın öldüğü ve öldürüldüğü, mal ve mülklerin yağmalandığı Afrin işgali vb.lerinde ki desteği gibi. 

İngilizlerin ideolojik önderliğinde ki ikinci Projenin yürütücüsü ise, Batı Avrupa’da ki müttefikleri ile birlikte ABD’dir. Ne var ki bu iki proje, kapitalistlere yakışır ve onların kurallarına göre(saklı-aldatıcı-çıkarcı-ikiyüzlü ve kanlı) hayata geçiriliyor. Bu kurallar oldukça karışık ilerlemektedir. Örnek vermek gerekirse: 

Emperyalistlerde her şey ülke ve sistemin çıkarlarına göre düzenleniyor. Eğer sistem ve ülke çıkarları karşı karşıya gelirse, sistem tercih ediliyor. Örneğin Türkiye’nin başını çektiği anti-Kürt projeye ABD, eğer destek verseydi, ABD’nin Türkiye ile ilişkileri, ülke çıkarlarının yararına olurdu: silah, F-16 vb. lerin satışı, RTE vasıtasıyla alınacak olan birçok taviz vb. gibi. Ama sistem çıkarları tercih edildiği için, Kürt sorununda Türkiye’nin tam karşısında yer alındı. Eğer Kürtler, Suriye’de İŞİD aracılığıyla ezilselerdi(ki bu son neredeyse gerçekleşiyordu), bu halkın(çünkü onlar sadece Suriye’de yoklar!) tek çıkar yolu doğrudan komünizm olabilir ve Kürtlerin olduğu diğer ülkelerde ABD ve BATI aleyhtarlığı zirve yapardı. Çünkü Suriye’de Kürtlerin yenilgiye uğratılması, İŞİD aracılığıyla olacağı için, devrimci cephe genişleyecek ve Kürtlerin başını çektiği anti-emperyalist dalga, sosyal patlamalara neden olabilecekti. Bu da sistemin onarılmaz bir hatası demekti. Çünkü İngiltere’nin ideolojik liderliğini yaptığı Çokçu Üniter Devlet Projesi, bu durumda, Kürtler açısından cazibesini kaybedecek ve onlar bu yola şüpheyle bakar olacaklardı. Bu projenin kırk katır diğerinin de kırk satır olduğunu düşünerek, tek çıkar yol olarak sosyalizme yönelebileceklerdi. Ama ABD, ülke çıkarlarını bir tarafa atarak, Suriye’de bir taşla birçok kuşu vurabildiği sistem çıkarlarını tercih ederek, Türkiye’nin karşısında yer aldı. Böylece; 1- Kürtlerin sosyalizme yönelmelerinin önünü kesti.  2- Suriye’de İŞİD karşıtı politikasıyla demokrasi şampiyonluğunu ilan edebildi. 3- Ayrıca, Suriye’de desteklediği cihatçı gruplar aracılığıyla da Esad, dolayısıyla Rusya karşıtı güç politikasını koruyabildi. 4- Savaşçı ve Suriye’nin önemli (petrol rafinerilerinin olduğu) bölgelerini kontrol eden Kürtlerin ulusal taleplerini karşılayarak, onlar aracılığıyla Suriye’de taraf olarak kalabildi ve buralardan ekonomik çıkarlar elde edebildi. Vb. birçok yönden karlı çıktı. Ama bu tercihi onun demokratik olduğu ve Kürt ulusunun çıkarlarını gözettiği anlamına gelmiyordu! Örneğin Rojava sınır bölgesinde Kürt halkının yaşadığı bölgeleri Türkiye verebildi. Türkiye’nin insansız hava araçlarının Rojova’ya saldırılarına karşı hava sahasını kapatmadı. Türkiye’nin PKK yönelik yürüttüğü savaşta ona her türlü desteği NATO aracığıyla sunuyor: Irak hava sahasını kapatmaması, NATO’nun mühimmatlarını veya sattığı taktik nükleer ve kimyasal silahları kullanmasını onaylaması vb. birçok destek sayılabilir.     

Bu karmaşık emperyal ilişkilerde her şey düz bir yol izlemeyip, hileli ve diplomasi adını verdikleri ikiyüzlü bir politikayla yürütülmektedir. Birleş Milletlerin harekete geçmesi de engellenmektedir. İşin ilginci de Rusya bu savaşta ve Kürtlere yönelik tüm operasyonlarda, ikiyüzlü emperyalist politika sürdürülmektedir. Moskova’da Rusya’nın başkanlığında Türkiye ve Suriye Kürtleri ilgilendiren gizli görüşmeler yapmaktadır.  

Nihayetinde iki farklı proje, bölgede yürütülen tüm diplomasi ve güler yüzlülüğe rağmen giderek iki emperyal gücün iki farklı yaklaşımı olarak karşı karşıya geliyor: Hatırlayın 1939-40’da İngiltere-ABD ve Batı Avrupa ülkeleri hem Almanya’da komünizmi biçtiği hem de Sovyetlere karşı zafer kazanacağı umuduyla Hitler rejimini destekliyorlardı. Ne zaman ki Sovyetler, tüm Avrupa’da umut veren güç olmaya başladı, İngiltere’nin liderliğinde ki emperyalistler, Stalin ile masaya oturup onu frenlemeye çalıştılar. Ve de Hitler’in projesine karşı savaşmaya başladılar ve antifaşist görünüm altında Nazizm’den farksız uygulamaları demokrasi görünümü altında hayata geçirdiler. Bugünde aynı şeyler oluyor! Ortadoğu’da déja vu yaşanmaktadır. Geçmişte Yahudiler, şimdi ise Kürtler üzerinden!     

Biryanda, içinde Rusya, İran ve Suriye’nin de olduğu ve Türkiye’nin ideolojik liderliğini yaptığı Tekçi Üniter Devlet sistemi. Diğer yanda İngiltere’nin ideolojik liderliğinde Batı Avrupa ülkelerin ve ABD’nin içinde olduğu Çokçu Üniter Devlet sistemi. Bölgede ABD ve Rusya’nın emperyal çıkarları da bu projeler üzerinden yeniden tarif ediliyor. Düne kadar Esed olan devlet başkanı, tekrar Esad olmuş ve Kürtler nedeniyle RTE, Suriye Baas’çılarına ‘titreyip kendilerine dönmelerini’ hatırlatıyorsa, bilinmeli ki Tekçi Devlet aklı, bölgede hala iş yapıyor demektir. Her ne kadar RTE, tüm bu olağanüstü çabayı, seçimlere endeksli yürütüyor gözükse de Türkiye, Suriye-İran ve Rusya’nın monolitik siyasi yapıları, Kürtlerin bölgede güç olmaması üzerine yeniden sıkılaştırılıyor! 

Diğer yanda, Batılı müttefikleriyle birlikte ABD’nin başını çektiği Çokçu Devlet aklı ise Kürtlerin gözdesi!  Alternatifsizlik, bölgedeki Tekçi anlayışın acımasızlığı, Kürtleri Batılı emperyalistlerin projesine yaklaştıran temel sebep! Onların yönetici kadroları da biliyorlar ki, kendi devletlerini kurmalarına izin vermeyecek olan bu Çokçu anlayış, boğulmaktayken başlarını sudan çıkaran bir el gibi geliyor onlara. Kürtleri, ABD ile birlikte oldukları için eleştiren ‘solcularımızın’, öncelikle bu gerçeğe bakmaları ve Kürtlere de ‘başka bir yol var ama bak kullanmıyorsunuz’ diyebilmeleri gerekiyor. Sonuçta Çokçu Devlet aklı da Kürtlerin çıkarına olmayan, diğer proje gibi Kürt ulusunun devlet kurmasını önleyen, daha yumuşak ve gelişmiş anti-komünist bir projedir. Kürtler, Demokratik Devrim mücadelelerini salt ulusal değil aynı zamanda acilen sosyal alana da taşıyamadıkları sürece, Çokçu Üniter Devlet projesinin dehlizlerinde kaybolacaklardır. Yunanistan’daki Komünist Partinin ülkenin neredeyse %80’nini kontrol ettiği 1945ler de devrimci komünist projelere değil de İngiltere’yle birlikte hareket etmeleri talimatını veren Stalin’i dinledikleri için, yüzbinlerce devrimcinin işkence ve katline sebep oldukları gibi umarım bir sonuç olmaz!      

Kürt liderleri, Çokçu Üniter proje yönünde kararlı gözüküyorlar. Bu durumda yapılması gereken: halkı, ulusal olduğu kadar, sosyal kurtuluş için de( yani Kürt proletaryası arasında Marxist çalışma yaparak) şimdiden hazırlamaları gerekiyor.  

İşte üçüncü alternatif budur ve tüm uluslar gibi onların da kurtuluşu, bağımsız gelişmiş ülkeler haline gelmeleri sadece buna bağlıdır.             

*İran’ın anayasalarında yerel dillerle ilgili: ‘mahalli ve kavmi dillerden basında ve kitle haberleşme araçlarında yararlanma ve okullarda bunun edebiyatının öğretilmesi Farsçanın yanında serbesttir' diyerek özgürlükler verilmiş gözüküyorsa da pratikte tam tersi uygulamalar mevcut. Bak: Ferhat Yaşar [email protected] )