Yüzleşilmeyen tarih kendini yeniler ve aynı görüntülere aynı coğrafyalarda tanık olunur.

21.02.2021 - 00:03    Güncelleme: 21.02.2021 - 00:03

Stockholm. Balkan Savaşları uluslararası basının farklı cephelerde çok sayıda muhabirle izlediği bir konu oldu, birçok kitap yazıldı, çekilen fotoğraflarla birçok sergi açıldı. Modern gazeteciliğin bu savaşla sıçrama yaptığı söylenebilir. Kadın gazeteciler de izledi. Savaşı izleyen gazeteci ordusu arasında John Reed ve Leon Troçki de vardı. Osmanlı cephesinde en başarılı gazetecilik yapan ve bunu kitaba dönüştüren ise Aram Andonyan’dı. (*) Aram Andonyan, 24 Nisan’da yapılan toplu aydın tevkifatından sonra ayağı kırıldığı için mucize kabilinden sağ kalmıştı. Meskene toplama kampından da sağ kurtulmayı başardı ve ateşkesten hemen sonra ilk tanıklıkları toparladı Halep’te Cemal ve Kamal Paşaların da çok kez kalmış olduğu Baron Otel’de. Bir anlamda bu bir soykırım gazeteciliğiydi. Tecrübeliydi. Kampta onu kollayanlardan biri de Sarkis Çerkesyan’ın babası idi. 1952 yılında Paris’te 77 yaşında öldü Andonyan.

Balkan Savaşları 1. Dünya Savaşı’nın ve etnik arındırmaların ilk provası gibi oldu. Gazeteciler, Serez’de Bulgar ordusunun sivil halka karşı yaptığı kıyımı protesto eden bir ortak metne imza attılar. Bu da bir ilkti. Balkan Savaşları aynı zamanda savaş suçlarının ilk kez kapsamlı bir biçimde belgelendiği savaş oldu. Carnegie Raporu ile. Bu raporun 100 küsür yıldır Türkçeye çevrilmemiş olması Türkiye akademiasının ayıbı. 1919-22 Türk-Yunan Savaşındaki karşılıklı sivillere yönelik savaş suçlarına ilişkin bir taporu da var Carnegie’nin.

Paris’te çıkan Le Journal adına gerek 1., gerekse 2. Balkan Savaşlarını izleyen Fransız gazeteci Henry Barby (1876-1935) ise, Kumanova, Pirleve, Manastır ve Edirne’nin düşüşüne tanık oldu. “Sırpların Zaferi” (1913) ve “ Sırp- Bulgar Savaşı” (1914) başlıklı iki kitap da yazdı. 1. Dünya Savaşında ise Barby, Kafkasya Cephesinde muhabirlik yapıyordu. Dolayısıyla Ermeni soykırımının gelişmini de sıcağı sıcağına, savaşın farklı evrelerinde izledi. Tanıklıklarını topladığı kitabı “Dehşet Ülkesi. Martir Ermenistan”(**) Ermeni soykırımıyla ilgili çok önemli, gerçek kaynaklar arasında yeraldı. Barby, Osmanlı ordusunun geri çekilmesinden sonra Trabzon, Erzurum, Erzincan yörelerini 1916 ilkbahar başında savaş muhabiri olarak ziyaret etti ve cok canlı izlenimler aktardı. 1918 de Transkafkasya’ya yeniden geldi ve bu orada kalışın ürünü ise, o dönemde, bölgede yaşananlar ve özellikle Bakü Komünününün kurulması ve onu izleyen olaylara ilişkin ilgili, “Rus Bozgunu. Bolşevik Çılgınlığı ve Ermeni Destanı” adlıkitabı oldu. (La débâcle russe. Les extravagances bolcheviques et l’épopée arménienne, Paris, yeni basımı: Chamigny, 2009

Barby 1916 Mart ayında Tiflis’ten hareket ederek trenle Sarıkamış ve Erzurum’a gitti. Daha Sonra, Rus ordularının hareketlerini izleyerek Doğu Anadolu’nun çeşitli illerini ziyaret etti. Bu ziyaretler ona, Ermeni soykırımından sağ kurtulanlardan aldığı önemli tanıklıkların kayda geçirmesini sağladı.

Barby’nin belgelendirme tabanı çok genişti. 1916 yılınınMart ve Nisan aylarında özellikle Ermeni ve Kürt görgü tanıkları ile detaylı görüşmeler yaptı. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu'nda görev yapan ve o sırada tarafsız ülke statüsünde olan İtalya ve ABD diplomatlarının tanıklıklarına da yer verdi.

Barby, Osmanlı devletinin savaşta müttefiki olan Almanya’nın yurttaşlarının (özellikle, Alman Kızıl Haç hemşirelerinin) tanıklıklarıve kaçan ve Tiflis’e sığınan Ermeni mültecilerin, yetimlerin tanıklıklarını da aldı.

Barby, “korkunç suçun, tüm Hristiyan halkın bu sistematik kökünün kazınması, İttihat hükümetinin suçudur” diyordu. Barby’nin farklı bölgelerde kaydedilen olaylara, özellikle ziyaret ettiklerine, özel olarak Erzurum vilayetine göndermede bulunuyor. Diğer vilayetlerden ulaşan tanıklıklarla da karşılaştırarak, imparatorluğun bütün bölgelerindeki Ermeni nüfusunun aynı kadere uğradığını saptıyor.

Aynı çerçevede Barby, Trabzon’da yaşananları da irdeler. Çok az istisna dışında, 14.000 sayısında, şehrin hemen hemen tüm Ermenilerinin öldüğü bu katliamlarla ilgili olarak, yazar aynı zamanda, bunların sorumluluğunu kentin İttihat ve Terakki Partisi başkanı, Nail Bey’e verir.

Barby, devlet politikası sonucu, 24 Nisan’da İstanbul’da Ermeni aydınlarının tutuklanmasını da değiniyor. “Aydınların ve farklı mesleklerden olan profesör, doktor, sanatçı, yazar bu kişilerin siyasal nedenden dolayı değil, ulusal kimliklerinden dolayı tutuklandığını belirtiyor ve İttihatçı liderlerin onları susturmanın gerekliliğine inandığını söylüyor.

Barby, tüm Ermeni halkının silahsızlandırılması, Müslümanların silahlandırılması, Kürt çetelerinin örgütlenmesi, “çeteler” oluşturmak için, hapishanelerdeki suçluların serbest bırakılması gibi Osmanlı devlet politikasına da işaret ediyor.

Yazar dikkatini çeken başka bir husus da,“hepsinin kökünü kazımak için bir bahane bulmak amacıyla”, Ermenilerin kendilerini yönelik kötü muameleleri protesto etmelerinin de “ayaklanma girişimi” olarak gösterilmesi ve bazı “fanatik ajitatörlerin” kullanılmasıdır. Nazilerin, Alman Reichstag’ını, Hollandalı bir anarşisti kullanması gibi. Ya da Kristal Gecesi’nin, bir Yahudi gencin Cenevre’de bir Alman diplomatını vurmasından sonra başlatılması gibi. Bizde de 2015 yılında barış sürecinin Dolmabahçe mutabakatından sonra karanlık bir öldürme olayı ile başlamadı mı? Ya da 1993 barış sürecinin Dersim’de 33 askerin öldürülmesi ile sonlanması gibi.

Barby “operasyonun başkentten gelen bir emirle başladığının ve tüm illerde ve tüm köylerde ilan edildiğinin” açıkça altını çiziyor. “Gerçekte, bu sürgün, kıyım – kervan – çöl olan birbirini izleyen üç eylemle bir halkın kökünü kazımaktan, bir halkın aşamalarla kıyılmasından başka bir şey değildi” diye kitabını sonuca bağlar.

Anlatımını kendi izlenimleri ile zenginleştirir. Bölge Rus ordusunun eline geçtikten sonra, gazeteci Barby bir dehşete yolculuk yapar, kırsal alanlar hala insan kalıntıları ile doludur. Sanki Cadılar Bayramı'nda (Halloween) tarlalara atılmış oyuk balkabakları gibiydi der. (***) Ya da Kamboçya’daki ölü tarlaları gibi.

Can Dündar da, 2008 yılında yaptığı “Mustafa” adlı belgeselde, Mustafa Kemal’in 1916 yılında göreve yollandığı Mardin yollarında gördüğü kalıntılar nedeniyle karamsarlığa girdiğine üstü kapalı biçimde değinir.

Yüzleşilmeyen tarih kendini yeniler ve aynı görüntülere aynı coğrafyalarda tanık olunur. 100. Yılda Sincar’da yinelenen Ezidi Soykırımı gibi.

Yanya’da Vehip Paşa’nın teslim oluşu.

Serez’de Bulgar ordusu tarafından katledilen Rum eşrafından biri. Fransa’da La Figaro gazetesinde yayınlanan fotoğraf.

Fransız savaş muhabiri Jean Leune, 1913 yılında Osmanlı-Yunan Bizani muharebesini izledi

Balkan Savaşında Osmanlı savaş esirleri

l'Illustration ve le Figaro. muhabiri Hélène Vitivilia Leune, Preveze yakınlarındaki Filippiada kasabasında. Sorbonne mezunu İstanbullu bir Rum hanım


(*) Bk: Leon Troçki, Balkan Savaşları, İş B. Yayınları, 2012; John Reed, Balkanlarda Savaş, Pencere Y. 2006. Aram Andonyan, Balkan Savaşları, Aras Y. 2002.

(**) Barby H., Dehşet Ülkesi, Kurban Ermenistan, ed. Varoujean Poghosyan, Erivan Üniversitesi Yayını, 2015. İlk basım: Au pays de l’épouvante. L’Arménie martyre. Préface de M[onsieur] Paul Deschanel, Albin Michel, Paris 1917.

(***) Kirkor Balakian, Berlin’de eğitim gördüğü için ve Alman dostları nedeniyle sürgüne 1916 yılında yollanır. Yolda bütün bu insankalıntıları yanında, kendine nezaret eden görevlilerinin tanıklıklarını dinler. Toros tünellerini yapan işçilerin ve Almanların yardımı ile kaçırılır. Bk: Krikor Balakian, Ermenilerin Golgathası, Belge Yayınları 2014.

https://artigercek.com/yazarlar/ragipzarakolu/gazeteci-gozuyle-savas