Hristiyanlık tam olarak İznik Konsili(Ms 325) toplantısıyla resmiyet kazandı. O dönemde hala Antik Yunan medeniyeti yaşıyordu. Avrupa’da dinin devletle birleşmesiyle bu medeniyetin de sonu geldi. Özgürlük ve bilim peşinde koşanlar sokak ortasında cayır cayır yakılıyorlardı. İşte böyle bir ortamda Fransa’nın güneydoğusu ve İtalya’nın kuzeyinde 9. YY’dan itibaren Hristiyanlık içinde yeni bir inanç gelişmeye başlamıştı: Katharosculuk. Katharos, Latince’de saflık anlamına geliyordu. Akdenize sınır olan bu bölgenin, 11. Yy’dan itibaren ticaretin hızla gelişmesiyle ekonomik ve sosyal yapısında önemli değişiklikler olmuştu. Ticaret burjuvazisi taşıdığı yeni fikirler ve zenginliklerle bu çağda, toplumsal ilişkileri her yönüyle geliştirmişti. Bu ise Papalığın iktidarına ve otoritesine bir tehdit oluşturuyordu. Giderek görüldü ki Katharoscular, Hristiyanlığın tüm öğretilerinin sahte ve sorunlu olduğunu fark etmiş ve kendilerine has yeni bir inanç yolu seçmişlerdi. Sadece görünüşte Hristiyan’dılar. Tıpkı bizdeki Alevilerin İslamiyet ile uzaktan yakından bir ilişkisinin olmaması gibi. Onları Fransa’nın içlerinde daha reformcu Valdocular takip etmeye başladı! Fakat Valdoculuk, Katharosculuk gibi Hristiyanlık dışı bir hareket değildi.

Papa III. İnnocentius, görüşmeler yoluyla ikna edemediği Valdocular ve Katharosculara karşı 1209’da başlattığı Haçlı seferiyle( ki bu, ilk ve Müslüman olmayanlara yapılan haçlı seferidir) bölgedeki tüm muhaliflerin yok edilmesinin yolunu açtı. Tarihçilere göre, bir milyona yakın insan öldürülmüştü. Fransız Protestanları denilen Huguenot’lar, ya Katolik inancı savunur görünüp sahici olmayan bir inaç taraftarı olmuşlar, ya da başka ülkelere kaçarak kurtulmuşlardı. 1789 Burjuva Devrim öncesindeki yüzyıllar içinde, içsel din katliamlarının yanında, ülkeler arası 80 yıl(1568-1648), 30 yıl(1618-1648)  ve 7 yıl(1756-1763) adı verilen din savaşlarıyla halk dini olan her şeyden nefret eder olmuştu. Din adamlarının davranışları ve dini uygulamalar nedeniyle, halk dinden soğumuş, bu nedenle de Fransa’nın neredeyse yarıdan fazlası ateist ve deist olmuştu. Fakat resmi tarihçilerin değinmekten kaçındığı bu gerçek, aslında savaşların din kisvesi altında, feodal sınıflarla burjuva sınıfı arasında geçtiğidir. Fakat din savaşları, özellikle de son 7 yıl savaşı, sömürgeciler arası bir paylaşım savaşıdır da. Örneğin İngiltere’ye yenilen Fransa, bu savaş sonrası, dışarıda kolonilerini İngilizlere terk edince, içerde de 1789 Devrimini hazırlayan ekonomik krizin hazırlayıcısı olmuştu. Buradan çıkan en özlü sonuç: her kapitalistler arası savaş, devrimin doğum sancılarıdır. 1789 burjuva devrimini, Fransız-İngiliz, 1781 Paris Komün'ünü de, Fransız-Prusya savaşı hazırlamıştır. Tıpkı Sovyet devrimini I. Paylaşım savaşının yarattığı gibi.       
Tarihsel olarak feodal toplumun içinde gelişen burjuva sınıf, Hristiyanlık içinde gelişen Protestanlığın yani Reformcu inancın temsilcisi olarak siyasi sahnede yerini alıyordu. Katolik devletin baskı ve şiddeti karşısında burjuvazi sinmiş uygun bir anı bekliyordu. O an, Katolik devletin ekonomik krizi ile birlikte geldi. Burjuvaziden sırf para koparmak isteyen Katolik krallık, yasakladığı meclisi, taviz vermek için toplamak zorunda kaldı. İşte o toplantı onun da sonu oldu. Çünkü yüzyıllardır dinin vahşeti, soygunu ve din adamlarının ahlak dışı yaşamları sonucu patlamaya hazır, kimsenin hesaplamadığı bir ateist ve deist volkan, patlayacağı şartların olgunlaşmasını bekliyordu. Burjuvazinin taleplerine karşı katı davranan Krallığa karşı işte o ateist halk, Bastil (Bastille) hapishanesini basarak burjuva devriminin ilk kıvılcımını ateşlemiş, burjuvazinin kendisine öncülük yapmasının yolunu açmıştı. Burjuvazi, yanında çalışanların bu ayaklanmasına kayıtsız kalmayarak feodal iktidara karşı harekete geçti.
Eğer, üretici güçlerin gelişim serüveni, onun üst yapısını oluşturan düşünsel-kültürel-hukuksal gelişmeleriyle açıklanmazsa boş bir tespit olarak kalmaya mahkûmdur. Katolik anlayışın sapkınlığı, burjuvazinin ticaret aracılığıyla tarih sahnesine çıkmasıyla daha bir görünür hale gelmiş ve insanlar yeni fikirlere daha fazla ilgi göstermeye başlamıştı. Çünkü ticaret ve bazı keşifler ister istemez çok farklı kültür ve inançların varlığını haber veriyordu(Antik Helen-Anadolu-Mezopotamya-Mısır, Endülüs vb.). Katolik inancın cenderesinden bunalmış olan insanlar, yeni ve farklı düşüncelerden etkileniyorlardı.  İngiliz feodal unsurları, 1215 yılında Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Şartı) adlı belgeyi kendileri için imzalarken aslında farkında olmadan burjuvazinin önünü temizliyorlardı. Fransız soyluları ise, Katolik inancın emredici hükmü gereği kendi halkını daha özgür oldukları için katlediyordu. Burjuvazinin Kuzeydeki ülkelerde ki itici gücü, deniz ticaretinin geliştirdiği ve onlara sağladığı avantajlardı. İşte bu avantajlarla İngiliz burjuvazisi, ülkedeki kazanda buharın birikmesine müsaade etmiyordu. Çünkü biriken servetini, soyluları satın almakta kullanarak siyasi hayatta güç dengesini koruyabiliyordu. Fransa da ise, feodal sistem(Katolik düşünce), muhalif düşünce taraftarlarını (Katharosculuk-Valdoculuk, Kalven ve Luthercilik)ezerek,  onları o gün için susturuyor, fakat ülkede ki anti Hristiyanlık kazanında patlamaya hazır buharın da birikmesinin yolunu açmış oluyordu. Feodal sınıf temsilcileri, bunun elbette ki farkında olabilecek bir gelişmişlikten yoksundu. Onun içindir ki kendilerine olan sarsılmaz güvenle 1789 yılında meclisi toplayıp burjuvaziden para kopartmayı denediler. İşte Fransa’yı diğer tüm ülkelerdeki anti feodal mücadeleden ayıran bu tarihsel gerçekler:

1-) Katolik iktidarın tam 700-800 yıl uyguladığı katliam, işkence, baskı ve de ahlaksızlık, yolsuzluk, istismar (Çocuk ve kadınların ırzına geçme vb), hırsızlık, cennetten arsa satma vb. din adına sergilediği yaşam biçimine karşı halkın çoğunluğu dinden soğuyarak ateist ve deist olmuş ve hınçla doluydu.

2-) Protestanlık dini etrafında toplanan yaygın muhalefet, her defasında büyük katliamlarla yok edildi. Fakat altını çizmemiz gereken gelişme şuydu; Protestan gözükenler dahil hiçbir dine inanmayan sınıfsal bir kesim oluşmuştu. Dolayısıyla devrimle birlikte burjuvazinin tüm talepleri din dışı siyasi ve sosyal içerikte olmuştur.

Fransa devriminin arka planı ve halkın siyasi geleneği; 1789 burjuva devrimi, 1871 Paris Komün'ü, 1940-45 Anti-faşist direnişleri, 68 başkaldırısı, Küresel gösterilerin merkezi olması ve bugünkü uzun soluklu Sarı Yelekler Direnişinin var olmasıyla kendini ifade eder. 10.Yydan itibaren biriken buharın koşullara bağlı olarak birikip patlamasıdır 1789. Yani sembolikte olsa feodal hiçbir belirtiye itibar etmemek, Fransa’yı, aydınlanma süreci yaşayan diğer ülkelerden ayıran temel ayıraçlardan biridir. Geçmişte yükselen sınıf olarak burjuvazi bu öncülüğü yaptı, ama bugün İşçi sınıfı bu tarihsel görevden uzak durmakta ve devrimin, karşı devrime dönüşmesine seyircidir.

Fransa’da sınıflar mücadelesi

Fransız işçi sınıfının tarihsel gelişimine baktığımızda Paris Komün'ü, ezilenlere, yenilgiye rağmen umut vermiş ve sosyalizmin inşasında zengin deneylerini bizlere armağan etmiştir. Ama sınıfın bugünkü pasifliğini sadece 1871 deki (Paris Komün'ü)ağır yenilgisine bağlayamayız. I. II. Paylaşım savaşlarının yıkımı, Sovyetlerin olumsuz etkisi ama daha da çok, sınıf aristokrasisinin yaratılması, Fransız işçi sınıfını devrimci dalganın dışına düşürmüştür.    

Ulus konusunda; Fransa da değişik uluslar ve topluluklar 20. Yy’dan önce de vardı. Bu etnik yapılar genelde Bask, Bröton, Katalan, Alzaslı, Korsikalı, Arap-Berberi, Ermeni vb. olarak sayılabilir. Fakat 1871 yılında iktidarı alan İşçi sınıfının(Paris Komünü) kanlı şekilde bastırılmasıyla, Fransız burjuvazisi, siyasi yapılanmada merkezi tedbirlere ve şovenizmden de etkilenerek milliyetçi ideolojinin etkisine girmiştir diyebiliriz. Bu ideoloji, onun emperyalist olmasıyla daha da gelişmiştir. Ama aydınlanmanın devrimci içeriği, anti feodal düşün ve davranış biçimi, egemenlerin sonradan edindikleri bu gerici ideolojik yaklaşımın etkin olmasını önlemiştir. Daha açık bir deyişle, uluslaşma sürecinin doğal biçimde gerçekleşmesi tekçi ve milliyetçi ideolojinin kitleselliğe ulaşmasına imkan tanımamıştır. Fakat Fransız burjuvazisi, Paris Komün'ünden dehşete kapılarak, sadece yaptığı katliamlarla değil aynı zamanda her alanda merkeziyetçi tedbirlerle İngiltere ve İskandinav ülkelerinden ayrılmıştır. Ne var ki Faşist açık bir diktatörlük için gerekli şartları hiçbir zaman organize edememiştir. Bu tarihsel arka plan, bugün Fransız ezilenlerinin, işçi sınıfı felç olup öncülük edemese de, SARI YELEKLİLER olarak başkaldırı geleneğini sürdürmesine yetmektedir. Bugünkü muktedirlerin temsilcisi Macron da, Sarı Yeleklilerin ısrarlı ve tehdit edici başkaldırısına rağmen açık bir diktatörlüğe gidemediği gibi aksine onların taleplerinin belli bir kısmını kabul etmek zorunda kalmıştır. Bugün Fransa’yı; Almanya, İtalya, İspanya ve Portekiz’den ayıran kıstas olarak aydınlanma ve sanayileşmenin tamamlanmasını ve de feodalizmin tümden tasfiyesini gösterebiliriz. Peki, Fransa’yı; Kuzey Avrupa ülkelerinden ayıran nedir? Bu da: Aydınlanma sürecini din dışı devrimci bir içerikte yaşamış olmasıdır. Ama tüm batı Avrupa ülkelerin ortak siyasi paydası ise, devletin Oligarşik Cumhuriyet olmasıdır. Yani bir avuç kesimin Cumhuriyeti.