Mitolojiye, edebi eserlere ya da tarihe baktığımızda; felaketlerin en uç boyutlara ulaştığı o keskin anda, büyük bir çoğunluk sessizliğe bürünür ve bekler. Mücadele etmiştir, kazanamamıştır. Üzgündür, bitmiştir, kaygılıdır. Ancak can da tatlıdır.

Boynu koparılanlar olur. Asılanlar olur. Halk ürker, çekilir. Ancak bunlar hiçbir zaman unutulmaz! Ezilenlerin tarihi er ya da geç kaygısızca hortlar!

Ardından yine huzursuzluklar başlar. Ve sessizliğe çekilenler için böyle sessizce yaşamak da anlamsızlaşır. Kötülüğe karşı ortak, insana yaraşan bir tutum alma isteği yine her yeri tutuşturur. Ve yine, ve yine, ve yine...

***

Dünya medyasının merkezine oturan ana başlık: “Afganlar!”

Almanya’da bir kesimin hiç gündeminden düşmeyen, önemli bir kesimin de duymamazlıktan gelmekte sebat ettiği bir başlık bu. Almanya açısından yeni değil Afganistanlı Mülteciler! Almanya’nın yaklaşık 30 yıllık nişanesi!

Ve unutmayalım! Almanya’nın, yasal olarak vatandaşlık hakkı dahi tanımadığı Afganistanlılar’a yönelik başlattığı bir proje vardı. (Maalesef bu projenin nasıl yürütüleceğine dair pratik yöntemlerin tartışıldığı, Caritas, Diakoni, Kiliseler Birliği ve Yabancılar Meclisi’nden oluşan bir komisyonun toplantılarına katılma gibi bir faciaya tanıklık etmiştim.) Son on yıldır yürütülen bu projeye göre; Afganistanlılar’a yol masrafları karşılanarak, orada sağladıkları güvenlikli bölgelere yerleştirme garantisiyle, “geri gitmeleri” teklifi yapılacaktı. Ve binlerce Afganistanlı, mecbur kalarak böylece ülkelerine geri döndü.

Gönderilenlerden bir gencin, bu yıl, orada öldürülmesiyle birlikte bu proje patladı!!!

Şimdi ise her ülkenin, bilinen politikacıları; başlarına taş düşmüş gibi, her sabah ansızın ortaya bir söz atıveriyorlar. Doğal felaketlerle ve mültecilerle ilgili iki başlıkta koşuşturuyorlar. Pandemiyi şimdilik üçüncü başlığa aldılar. İkisi de yapay gündemler değil. Yönetenler açısından, artık yapısal bir sorun niteliğinde.

Peki ya halk!

Ne pandemi dönemi nihayetlendirilebildi. Ne de enflasyon oranları aşağıya çekilebildi. Bırakalım Türkiye’yi, Almanya gibi bir ülkede bile, çocuklu aileler, yeni eğitim döneminin dijital tüketim kısmını hangi gelirle karşılayacaklarını kara kara düşünmekteler.

Geçtiğimiz kış, ağırlıklı bir bölümü yabancılardan oluşanlarla çalışan taşeron firmaları, işçileri o iş yerinden bu iş yerine itip durmuştu. Bir yıl içerisinde iki iş yeri değiştiren insanların sayısı hiç de az değildi. Ve pandeminin mantar gibi yayılışı da cabasıydı. Bu kışın onlar açısından nasıl geçeceği meçhul!

***

Almanya’da hayli tanınan ve Ortadoğu ile ilgili değerlendirmelerine önem verilen, araştırmacı-yazar Karin Leukfeld: “Almanya yıllardır Afganistan’da konumlanmaktaydı. Bu konumlanışını, kurtarılmış-güvenlikli bölgeler yaratmayla, insanların eğitim-sağlık-barınma ihtiyaçlarını karşılamakla da açıklıyordu. Oradan çektiği silahlı kuvvetlerle birlikte, inşa ettiği tüm yaşam gereklerini de geri çekti. Ne eğitim, ne sağlık, ne barınma; insanlar için gerçekten altyapısı olan bir yaşam zemini dahi kalmadı. Bir gazeteci dahi, bırakalım bu işi yapmak için gereken araçları, matbaayı, kendi karnını doyurmak ve canını korumak için gereken yaşam koşullarını dahi kaybetti. Peki bugüne dek orada olma amaçları neydi? Arkalarında neden kalıcı bir şey bırakmadılar?” diyor.

Öte yandan, ancak ANF haberlerini takibedersek rastlayabileceğimiz bir Şengal bombardımanları zinciri yine sahnede! Türkiye’deki sırasız ve sayısız katliamlar-tutuklamalarsa devam etmekte!

Bu hafta Almanya’nın dörtbir yanından sokaklara dökülen, hafta sonuna dek dökülecek olan insanlar ise; “Avrupa’nın kapılarını bu insanlara açın” diye bağırdılar-bağıracaklar. Bu aslında; “Savaşlara ve doğayı yok etmeye son” deyişlerinin ikinci şıkkı. Yani bu politik basiretsizliği, en azından böyle telafi edin deyişleri.

Bu arada, Almanya’nın Schleswig-Holstein, Hamburg ve Mecklenburg-Vorpommern şehirlerinde, terk verilen mültecileri kapatmak üzere, hapishane niteliğinde olan, 16 ağustos tarihinde hizmete giren yeni mülteci kampları açıldı!!!

***

Aç-kapa döneminin, bir yaz “can pazarı”nda gibi dünya.

Yine insan canıyla-kanıyla sulanan topraklar!

Seller, yangınlar ve depremler de cabası.

Eylül-ekim aylarına girdiğimizde, yani kış yüzünü bize dönmeye başladığında, bütün bu felaketlerin ardından geriye kalan ne olacak?

Tüm dünyada, daha da sertleştirilmiş yasalar, bu kez sessiz sedasız gerçekleştirilecek saldırılar ve nihayetlendirilmiş seçimler.

Peki kuyulara taş atan delilere ne olacak! Onlar da açmazlar içerisine soktukları bu dünyada rahat nefes alamayacaklar.

Peki felaketler sonrası hayatta kalan insanlara ne olacak! Ya bu felaketler bizi bu çağa özgü bir akıl tutulmasından firar ettirecek, ya da tarihin her döneminde olduğu gibi ...