"14 yıllık savaşın enkazı üzerinde yükselmeye çalışan bu "yeni devlet", seküler Baas rejiminin baskıcı yapısının yalnızca İslamcı bir kopyası olmaktan öteye geçemiyor. Ülke, eski savaş ağalarının yeni üniformalarla sahne aldığı umutsuz bir kısır döngüye sıkışmış durumda."

Suriye'de Baas rejiminin çöküşünün ardından iktidara yerleşen cihatçı yapının, bir yıl içinde ülkeyi daha büyük bir çıkmaza sürüklediği artık gizlenemiyor.

Eski El Kaide komutanı el-Culani'nin takım elbiseyi çıkarıp yeniden üniformaya dönmesi, hem içeride otoriterleşmenin hem de dışarıda yeni bir çatışma evresinin habercisi.

Kürtler, Aleviler ve Dürzîler başta olmak üzere azınlıkların güvenlik arayışıyla ABD ve İsrail'e yanaşması ise Suriye'nin yeni döneminin en tehlikeli kırılma noktası.

Washington ile yapılan göstermelik anlaşmalarda ilerleme kaydedilmediği gibi; taraflar birbirini yalnızca zaman kazanmak için kullanıyor. Cihatçı yönetimin gerçek hedefi, güçlendikten sonra özerk bölgeleri zorla ilhak etmek.

14 yıllık savaşın enkazı üzerinde yükselmeye çalışan bu "yeni devlet", seküler Baas rejiminin baskıcı yapısının yalnızca İslamcı bir kopyası olmaktan öteye geçemiyor. Ülke, eski savaş ağalarının yeni üniformalarla sahne aldığı umutsuz bir kısır döngüye sıkışmış durumda.

Suriye'de gelinen nokta, yalnızca bir rejim değişikliğinin ötesinde, ülkenin toplumsal dokusunun geri dönüşü zor biçimde çözülmesidir. El-Culani liderliğindeki yeni yönetim, uluslararası destekçileri tarafından geçici bir araç olarak görülüyor; ancak bu "geçicilik" ülkeyi kalıcı bir parçalanma sürecine itiyor. Cihatçı grupların merkezi bir devlet inşa etme iddiası, Suriye'nin etnik ve dini çeşitliliğiyle bağdaşmıyor. Bu nedenle atılan her adım, yeni çatışmaların mayasını şimdiden taşıyor.

Mazlum Abdi–el-Şaraa anlaşmasının ilerlememesi, yalnızca siyasi uyumsuzluk değil, ideolojik imkânsızlığın göstergesi. Bir tarafta kadın taburlarıyla seküler sol bir hareket, diğer tarafta mezhepçi bir cihatçı yapı... Bu iki güç arasında sürdürülebilir bir ortaklık beklemek, Suriye'nin gerçeklerine gözlerini kapatmaktan başka bir şey değil.

Ayrıca bölgesel aktörlerin hesapları, savaşın yeni bir evreye taşınabileceğini gösteriyor.

Özetle:

  • İsrail, Suriye'nin güneyindeki nüfuz boşluğunu doldurmayı stratejik bir fırsat olarak görüyor.
  • ABD, Suriye'de istikrar adına değil, İran'ı çevreleme politikasının bir uzantısı olarak SDG ile ilişkisini sürdürüyor.
  • Türkiye, kuzey sınırındaki Kürt yapılanmasının genişlemesini kırmızı çizgi sayıyor ve mevcut kaostan kendi lehine sonuçlar çıkarmaya çalışıyor.

Bütün bu tablo, Suriye halkının bir kez daha büyük güçlerin satranç tahtasında piyon hâline getirildiğini ortaya koyuyor. Cihatçı bir yönetim altında "normalleşme" beklentisi ise gerçekçi olmaktan çok uzak. Ülke, her an yeniden alevlenebilecek bir savaşın sessiz eşiğinde duruyor.