"Gazeteciliğin bir meslek olmaktan çıkıp bir sadakat ekonomisine dönüşmesi, toplumun hakikatle kurduğu bağı zedeler."

Gazeteci Mehmet Akif’in yıllardır iktidarın “dindarlık” söylemi etrafında kurduğu hegemonik yapıya eklemlenmesi, bireysel bir tercih olmanın ötesinde, Türkiye’de medya düzeninin yapısal çarpıklığını gözler önüne seriyor.

Yüzlerce yetkin gazeteci sistem dışına itilirken, iktidara yakın duranların hızla parlatılması, yalnızca kişisel kariyer stratejisi değil; medyanın kamusal aklı boğan bir manipülasyon aracına dönüştürülmesinin sonucudur.

Türkiye’de sorun yıllardır yaşanan, bu kamusal alanın bilinçli olarak daraltılması ve iktidara biat/ uşaklık/kulluk eden medya figürleriyle doldurulmasıdır. Habermas’ın sözünü ettiği iletişimsel akıl, yerini araçsal akla; yani güç ilişkilerini yeniden üreten, iktidarın söylemini tekrarlayan bir medyaya bırakmıştır. Bu bağlamda Mehmet Akif gibi figürlerin parlatılması, iletişimin demokratik niteliğini değil, iktidarın meşruiyet üretme ihtiyacını besler.

Herbert Marcuse, “tek boyutlu toplum” analizinde, iktidarın kültürü ve medyayı kullanarak bireyleri eleştirel bilinçten uzaklaştırdığını söyler. Bugün iktidar yanlısı gazetecilerin kariyer yükselişleri tam da bu tek boyutlulaştırmanın pratik örnekleridir. Para, şöhret ve statü ile ödüllendirilen bu sadakat ilişkisi, yalnızca bireyleri değil, toplumsal muhalefeti ve kamusal tartışmanın çoğulcu doğasını hedef alır.

Gazeteciliğin bir meslek olmaktan çıkıp bir sadakat ekonomisine dönüşmesi, toplumun hakikatle kurduğu bağı zedeler. Yükselmenin yolu iktidara kulluktan geçtikçe, medya alanı yalnızca çürümekle kalmaz; demokratik değerler de bu çürümenin içinde erir. Türkiye’de bugün yaşanan, Habermas’ın ifade ettiği “kamusal aklın çöküşü” ile Marcuse’ün “eleştirel bilincin tasfiyesi”nin kesişim noktasıdır.

Bu nedenle, mesele yalnızca Mehmet Akif’in kişisel tercihleri/ özel hayatı değil; onun üzerinden görünür hale gelen iktidar-medya çıkar ortaklığının toplumsal bilinci nasıl daralttığıdır. Bugün SOL perspektifin görevi, medyanın yeniden toplumun eleştirel sesi olabileceği bir düzeni savunmaktır.

Almanya’da da (Avrupa’da da) Türk basınının durumu bundan farklı değildir. İktidara, iktidarın tüm resmi kurumlarına biat eden gazeteciler parlatılmakta, onlara her türlü toplumsal ve ekonomik meşruiyet alanı sağlanmakta; kapılar açılmakta, biat etmeyenler ise sistem dışına itilmektedir!! Hatta ‘terörize” edilmekte ve bedeller ödenmektedir.. siyasi anlamda..

Bu çarpık düzene karşı, gerçekten mesleğini seven, toplumsal aydınlanma ve aydınlatma ilkesine bağlı (right the know) para kazanmak amaçlı değil, (gazeteci reklam ilişkisine girmez, para alıp-vermez, düğün salonları ortaklığına girmez, ticarethane işletmez, akabinden cami derneklerinden reklâm almaz!!!) idealizme inanan ve her türlü iktidara karşı dik duran gazetecilerin mücadelelerine çok ihtiyacımız var… Hem de çok!

NOT: Yükselmek için daha sonra dindar olan, dindar görünmeye çalışan, kapanan gazetecileri, bürokrat, akademisyen, siyasetçi, futbolcu, topçu, popçu, iş çevresini de sonra bu kapsamda ele alırız..!!