Yarın “korona zamanı bitti” deseler, herkes hiçbir şey olmamış gibi devam edecek; yaşam koşuşturmacası içerisinde kaybolmaya. Bu yüzden Eylül ayında güneşi ve sıcağı tatmamızın neredeyse mucize olduğu bu ülkede; sokakta gördüğüm her tanıdık yüze iki laf atıp ne yaşadıklarını dinlemeye, hafızama kazımaya çalışıyorum.

Tren İstasyonu’nun önünde, arkasında 5-6 gençle bir Gençlik Yurdu çalışanıyla karşılaşıyorum. “Yeniler mi?” diye soruyorum. “Yeniler” diyor. “Çalışma koşullarınız nasıl, aynı mı, kaldırabiliyor musun?” diyorum. “İlticacıların sadece diploma-meslek sahibi olanları hemen bir kurs-iş yoluna sokulmuşlardı zaten. Diğerleri belirsiz yıllarla dolduracaktı ömrünü. Çıkmaz sokaklar artmıştı. Şimdi daha da kötü oldu. Dil yok, iş yok; tam tecrit! Gençler desen; aile yok, ev yok. Yurt hayatı yabancı! Bizim gibi hümanist yapıya sahip olanlara da rahat uyku yok. Daha çok koşturarak hafifletiyoruz kendimizi... çalışma saatlerimiz azaltıldı, gerisi gönüllü çalışma kapsamında...” diyor. Koca bir of çekerek, gençlere gülümsemeyi başarmaya çalışarak yoluna devam ediyor.

Radyo haberleri parti üyelerinin depresyonda olduğunu anlatıyor, röportajlar yapılıyor; “Politika yapmak kimliğimizdi, elbisemizdi. Çıplak kaldık adeta...” diyorlar.

Cuma günü Dannenröder Ormanı’nda gözaltına alınan gençler bırakıldı. Şehir merkezinde etkinlikler düzenlendi. Bu etkinliklere anaokullarından ilkokullara, liselerden üniversitelere, İşsizler İnisiyatifi’nden sendikalara; şehirde bulunan tüm organizasyonlar katıldılar. Oktoberfest ya da Noel etkinliklerinin yapılamayacağı hesaplanarak; gece geç saatlere kadar sürdü bu etkinlikler. Adeta bir sokak partisi gerçekleştirildi yani. Ormanlardaki ağaçlar kesilirken, şehrin bazı yollarına “Yeşillendirilecek Alan” damgası vuruldu ve yollar kapatıldı.

Kısaca; bir avuç genç-tertemiz yüreğin kendisini tren raylarına zincirleyerek, ya da ağaç üstlerinde ev kurarak bir hedefe kilitlenmişlikleri, partilerin seçim propagandası aktivitelerine başlamasıyla taçlandırıldı! Yeni değil! Bu hep böyle oldu-olacak; ta ki genç yüreklerin çoğunluğu bilinçli davranana dek...

25 Eylül’deki Dünya Klima Grevi’de; büyük bir olasılıkla böyle bir hazin sahneye tanıklık edecek. Yine de çocukların ve gençlerin geleceğe olan umutları bizi sevindirecek.

Şehrin çınarlarından birisiyle karşılaşıyorum. Afgan, hep simsiyah giyinir, tiyatrocu. Neredeyse bir yirmi yıldır; çocuklar, gençler, engelliler ve yaşlılarla ortak projeler yürütüyor. Bu ara daha sık karşılaşmak mümkün. Farklı bir gözle malzeme topluyor sokaklardan. “Dur dur. Halloyla kurtulamazsın. Bu zamanlar nasıl senin için?” diyorum. “Zaten çok para kazanmıyordum, dert değil. Kapitalist bir sistemde yaşadığını tek bir saniye için dahi unutmayanlar için sorun yok. Baksana! Hayatlarında bir daha hiç alışveriş yapamayacakmış gibi koşuşturuyor insanlar yine. Zamanı kaçırmadan hissetme fırsatım oldu bu ara. Yaş geçiyor. Dakikaları bile tutarak hissetme fırsatını değerlendirmeye çalışıyorum. Diğer sanatçılar; çoğu bunalımda tabii. Bir şeyleri değiştirmek için bunalıma girmeliydiler....” diyor.

Şehrin 81 yaşındaki bir başka çınarıyla karşılaşıyorum. Bir bankta oturmuş. İlişiveriyorum yanına. İnsanları gösteriyorum ona. “Kapitalizmi altedemedik. Komünizmi getiremedik. Gücümüz ve yöntemlerimiz yetmedi. Ancak herkes memnuniyetsiz...” diyor. “Mitinglere değil, marketlere koşturuyorlar...” diyorum. Yoksul ülkelerin ve yoksul halkların yaptıklarını anlatıyor bana. Ajite çekmeyi deniyor yine. “E bizim memleketimizde olanlar gündem olunca, hep eylemler buna kayınca artık Almanya’daki işçi sınıfına yönelmeliyiz diyordunuz, daha 6 ay önce” deyip bir kahkaha patlatıyorum. “Ver-di grev kararı almış. Tam bir traji-komedi” diyorum. “Mezara girmeden bu işin dengesini bulacağım, merak etme...” diyor sağolsun. “Bulunca bana da anlaaaat” diye bağırıyorum sevinçle. Beraber gülüyoruz.

Gençlerle karşılaşıyorum. Okullarını, işlerini soruyorum. Kimisi için her şey normal. Ağırlıklı bir bölümü içinse her şey allak bullak. Girecekleri okullar, buldukları işler; her şey belirsiz. Tam aşık olma çağlarındalar da! Ve bu yasağa uyarlarsa, temas yasak! “Gençlere pek bulaşmıyormuş diyorlar. Buna inanmak işimize geliyor” diye dalga geçiyorlar. Komşu şehirlerdeki Moria Kampı ile ilgili eylemlere katılmış birçoğu. Onlardan dinliyorum bir de, seviniyorum.

Türkiyeliler’le karşılaşıyorum. “Merhaba, nasılsın?” derdemez; ya ellerindeki halletmeleri gereken resmi kağıt parçasının ne olduğunu, ya da aile sorunlarını anlatmaya başlıyorlar çarçabuk. Memleket haberlerini de paylaşıyoruz kısacık.

Şehrin 84 yaşındaki bir başka çınarıyla karşılaşıyorum. “Vaktin varsa eşlik et bana” diyor. Seve seve! Doğa ve kadın hakları uzmanı! Yürürken yine anlatıyor anlatıyor, severek dinliyorum bende. Yerlere atılan maskelerden, marketlere hurra dalışlardan şikayetleniyor ara ara. “Bakın bakın; yabancılar yapıyor diyordunuz. İşte önümüzde giden Almanlar da böyle...” diyerek kahkaha atıyorum. “Kapitalizm! Herkesi hayvandan beter etti. Bitkilerin, hayvanların, doğanın asaletine tapıyorum” diyor. Gözgöze geliyoruz, duruyor. “Yakaladın beni, benim de ağzımdan çıktı bu kelime işte” diye kahkaha patlatıyor. E kendisi kökten CDU’lu!

Bu düpdüzenli ülkenin, sapsakin sokaklarına sıralanmış her hane; bir ateş topu neredeyse. Edinilmek istenenler ve hayat şartlarının paradoksu vurdu insanları. Bu ateş topu, patlıyor her gün; her hane içerisinde. Her baş, kendi egolarının peşinde. Bir çatı altında bile atomize! Bu atomizasyonun sokaklara yaydığı ise dev gibi bir suskunluk...

Eve giriyorum. Dışarısı Almanya. Evde okuduğumuz haberler bambaşka. Ölüm haberleri, tutuklama haberleri, cinnet geçiren insanlığa dair haberler; yüreğimizin sızısını sokaklardaki insanlara değil, ancak ve ancak yürüdüğümüz yollara dökebiliyoruz.

Alıştık mı? Yok! Yürek aynı yürek oldukça alışılmaz. Ancak öğrenilebilir. Deniyoruz sürekli öğrenmeyi...