Eski bir binayı yenilemenin iki yolu var. Ya yıkıp, yenisini yapacaksın. Bunun için paran olacak, malzemen olacak, ustan olacak. Ki yıktığın eski binanın yerine yenisini yapabilesin. Ya da eski binayı yenilemek için malzeme paranı biriktirdikçe parça parça tamir edeceksin. Yoksulların seçeneği günümüze ancak bu sonuncusu olabilir.

Yazıya Şili'den bir örnekle başlayalım:

Jadue, “Şili Komünist Partisi’nin politikasında tarihsel bir devamlılık var; aynı anlayışla, fakat tabii ki güncellenmiş haliyle. Hiç kimse daha önce denendiği gibi tekrar devletçi projeleri ya da sosyalizmi ele almayı düşünmüyor, fakat hiç şüphesiz tarihsel bir devamlılık var. Ve biz, öyle ya da böyle, 1970’lerde daha adil bir ülke kurmak için çabalayan ve bugün hala aynı şeyin peşinde koşan insanlarla aynı hayali paylaşıyoruz.”  (Jadue da tıpkı Reyes gibi Şili’nin başkenti Santiago’daki büyük bir belediyenin başkanı. Jadue, Mayıs 2021 seçimlerinde 2012’den beri yönettiği Recoleta’da tekrar belediye başkanlığına seçildi.)

Yukarıdaki satırlar, Şili de Belediye başkanlıklarını kazanan Şili Komünist Parti üyeleri üzerine Birgün gazetesinde çıkan bir haberden alıntı. 

Latin Amerika'da tekrar yükselen Sol, en son buna Peru dahil, ezilenlerin ve yoksulların tekrar umudu olmaya başladı. Sol'un Latin Amerika kıtasında tekrar yükselişe geçmesinde en büyük etken, eski klasik söylem ve mücadele perspektiflerinin terkedilerek kendini mevcut sürece uyarlayan yeni bir Sol anlayışın yeşermesidir.  Bu gelişme, aslında eskide ısrar etmenin yenilgilerde ısrar etme anlamına geleceği gerçeğinin kavranmasının bir sonucudur diyebiliriz. 

Emperyalist- Kapitalist sistemin acımasız baskı ve sömürü düzeninden kurtulmanın ancak devrim ile olacağı Marksist- Leninist tezlere göre ortaya çıkmış devrimci hareketlerin başarısı, Sosyalist Blok'un 1989- 90'larda çökmesi ile dünya çapında kesintiye uğradı. Bu çöküş, sosyalizmin sistem olarak yanlışlığından değil, sosyalizmi kaba ve hantal bir biçimde kitlelere dayatan tek partili diktatörlük kuranlar yüzündendi.

" Sosyalist Padişahlar " diyebileceğimiz Stalinler, Çavuşeskular, Enver Hocalar, Kim il Sunglar, Maolar vb. kendi ülkelerinde ki devrimler de oynadıkları başarılı rol'ün mirasçısı olarak uzun yıllar kendi Komünist partilerinin tepesinde kaldılar. Proletarya diktatörlüğü'nün pratikte parti diktatörlüğüne dönüşmesinde Kautsky haklı çıkmıştı. Burjuvazinin sermaye diktatörlüğünden kurtulan kitleler, bu sefer proletarya diktatörlüğü adına hareket eden parti diktatörlüklerinin olduğu rejimler ile tanıştı. Kuşkusuz, Kapitalist sistemde sahip olamadıkları çok ileri bir gelişme yaşadılar ve sosyal hakların güvence altına alındığı bir düzen kurdular. Sanayi de tarım da bilim ve teknoloji de eğitim ve sağlık da inanılmaz başarılara imza attılar. Ama tüm bunların yanında inanılmaz hatalar da yaptılar. Tek kişi de cisimleşmiş parti çizgisini eleştiren herkesi karşı- devrimci hain ilan eden büyük "temizlik" uygulamaların da on binlerce insanın hayatını kararttılar.

Gülag takım adalarında yaşananlar, Komünist olanlarımızın duymak istemediği " karşı-devrimci propaganda" olsa da ne yazık ki, gerçekti. Hele, Jivkovlu Bulgar milliyetçiliğinin Komünist etiketi ile Türk azınlık üzerinde zorla asimilasyon politikaları sırasında Belene toplama kampında yaşananlar, Çin de kültür devrimi sırasında, Kamboçya da Pol Pot rejimi' sırasında yaşananlar insanlık adına savunulamayacak zalimliklerle dolu idi. Sözün kısası Sosyalizmi kurduğunu iddia eden ülkeler'in birçoğunda halkların en temel ihtiyaç ve sorunları çözüme kavuşturulsa da demokrasi ve özgürlük talepleri genelde bastırılmıştı. Bastırılan bu taleplerde, birike birike Sosyalist Blok'u çöküşe götüren önemli bir neden oldu. Tabi bu arada emperyalist- kapitalist sistemin boş durmadığını, Sosyalist Blok'un kendi iç hatalarından sonuna kadar yararlandığını, hem askeri silahlanma yarışına zorlayarak onu ekonomik olarak çökertme de başarısını hem de siyasi ve ideolojik olarak puan toplamada ki başarısını göz ardı etmemek gerekiyor.

Sosyalist Blok'un çözülmesi, Dünya'nın geri kalan ülkelerindeki devrimci, sol hareketler de büyük bir moral bozukluğuna neden oldu. Ve emperyalizme karşı önemli bir denge unsuru olma anlamında Sosyalist ülkelerin caydırıcı gücünü yitirmeleri de gündeme geldi. Artık, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist ülkelere karşı daha savunmasız, daha yalnız kalınmıştı. Silahlı devrim mücadelelerinin verildiği ülkelerde, bu mücadele uzadıkça artan can kayıplarının acı dolu yıkımların sonu gelmedi. Bu da kitleler de yorgunluğa ve giderek yerini umutsuzluğa bırakmaya başladı. Ezilen Halkların kurtuluş için peşinden koştukları devrim, yaklaştıkça kaçan ve kaçtıkça hızlanan erişilmez bir hayale dönüşüyordu. Devrim, dincilerin vaat ettiği cenneti ahirete ertelemesi gibi son durak haline gelmişti. Oysa hayat hala akıyor. Devrimi göremeyen nesillere yeni nesiller ekleniyor.

Ezilenler ve yoksullar çektikleri acıların en azından daha fazla olmasını istemiyor. En azından yaşadıkları sürece acılarının ve sorunlarının azalması ve mevcut kötü koşullarının iyileştirilmesi için küçük adımlar atılmasını istiyor. İşte bu beklenti ve talepleri gören ve de çözümleri üreten her kimse, kitleler oraya gidiyor. Eski bir binayı yenilemenin iki yolu var. Ya yıkıp, yenisini yapacaksın. Bunun için paran olacak, malzemen olacak, ustan olacak. Ki yıktığın eski binanın yerine yenisini yapabilesin. Ya da eski binayı yenilemek için malzeme paranı biriktirdikçe parça parça tamir edeceksin. Yoksulların seçeneği günümüze ancak bu sonuncusu olabilir.

Günümüzde devrim iddiasında bulunan kimi Sol örgütler, yoksulların zar zor başını soktuğu eski evi yıkalım diyor, ama onun yerine yenisini yapacak ne malzemesi var ne malzeme parası var ne de yıktığı binayı yeniden inşa edecek ustası. Bu durumda elindeki eski evden de olma korkusu yaşayan kitlelerin "yıkalım" diyenlere kulak asmayacağı aşikâr. Ama eski harap olmuş evini tamir etmek için olanakları ölçüsünde yardım eden, tamir eden ve onu daha da sağlamlaştıran ve açlığını tokluğa dönüştüren örgütlenmeleri tercih edeceği de kesin. Şili'de ki Komünistlerin yeni yol haritasında yakaladıkları halka işte tam da bu. Yani kapitalist sistemin belediyelerinden başlayarak yoksul mahallelere inen sosyalist çözümlerle halkla bütünleşme ve giderek ülke sathına yayılma. Türkiye'de bunun adımını daha önceden atmış olan Ovacık ve Tunceli örneği var. Kooperatif örgütlenmeleri ile de Sol, toplum'un gıda ve sağlık ihtiyaçlarını karşılayan kurumlarını yaratabilir. Geri zekalı dediğimiz dinciler bile ekonomide olanaklarını bir araya getirerek ekonomik bir güç olmayı başarabiliyorsa, bunu daha eğitimli ve sosyal vizyonları olan Solcuların başaramaması için hiçbir engel yok.

Kısacası iş, ekmek, özgürlük olmadan sosyalizm olmuyor.