Toplumların tarihsel gelişmesinde yazınsal ve görsel sanatların etkisi çağımızda tüm sosyal tabakaların temsilcileri tarafından kabul edilmiştir. Sosyoloji, Etnoloji ve Arkeoloji bilimlerin araştırılmasına, gelişmesinde önemli bir ana damarı oluşturur.

Demokrasinin tam olarak yerleşmediği, yer yer kesintiye uğradığı ülkelerde yönetici kesimlerin hışmına uğrasalar bile onlarda yazın ve sanat adamını hep yanlarına almaya özen gösterirler. En azında belli bir kesime destek vererek onlardan yararlanmaya çalışırlar. İşte Türkiye’de son yıllarda "Devlet Sanatçıları" olarak verilen ödüllerin asıl amacı sanat adamını geldiği toplumdan koparıp siyasal erkin "sekreterleri" haline getirmektir. Bunu kabul edip veya etmemek elbette sanat adamın bireysel karar ve sorunudur.

Görsel sanatlar ile Edebiyat toplumdaki sosyal alanlar içinde çok canlı, çok yönlü bir etkinlik gösterdiği için sürekli gelişen, sürekli tartışılan bir alandır. Sürekli bilimlere ışık tutması ve sürekli toplumların duygu ve düşünceleri de dinamik tutar. Yüz yıllardır tartışılan “Sanat toplum için mi yoksa sanat, sanat için midir” Elbette ki sırtını egemen güçlere dayandıranlar sana” Sanat içindir sanat” görüşünü savunuyorlardı. Özellikle 20.yy. ortalarından bu yanı da Post Modern sanat çağdaş topluma hizmet eden bir sanat mıdır” sanatçıların gündeminde yerini aldı. Bu tartışmalar geçmişte de günümüzde de sadece toplum içinde bir kargaşa yaratmak için olmuştur. Bunu bilinçli olarak Devlet zırhına sığınmak için ve sanat adamıyla toplumu bir birinde uzaklaştırmak için ortaya dönem dönem atılan bir tartışma olmuştur. Çünkü edebiyat ve sanat adamı sadece estetiğin tanımını yapan insanlar değildir. Toplumun yaşadığı günü geçmişine bağlayarak derinlemesine incelerler. Toplumun tek tek bireylerin, grupların, sosyal tabakaların günlük yaşam biçimlerini, dileklerini, görmek istediklerini ve sahip olmak istedikleri A- Z kadar her şeyi yanı hayata dair tüm alanları bir elekten geçirir, kendi bünyelerine yeniden yoğurarak sunarlar. Toplumun ve ona ait bireyin yaşamından büyük anlamlar çıkarırlar. Onu bol mezalı bir sofra gibi süslerler. İnsanlığı da bu çok çeşitli, renkli lezzetinden doyum olmaz sofraya davet ederler. Bu sofra insan zihninin gelişmesine yardım eder. Görüş alanının genişletir. Kavrama gücünü artırır. Yaşama ve bilimle donanma zevkine güç katar.

Bu yaşam sofrasından alınan lezzetle insanlar bir birine karşı hoşgörülü olur. Birbirine saygı duyar ve sever. Böylece olaylara hoşgörüyle bakan bireylerden oluşan toplumda kültür ve bilimle donanma zevki de gelişir. Silah ve yumruk yerine bilimin ışığında aklın yolunu, becerisini ve gücünü kullanır.

Böylece toplum daha duyarlı, cesaretli ve umutla yarınlara bakar. Kısacası bireyin aradığı daha insanca bir yaşama ortamı, adalet, demokrasi, hukuk devleti, temiz siyaset, temiz toplum ancak edebiyat ve sanatın etkili olduğu toplumlarda yaşamak olanaklıdır. Bu gelişmiş ülkenin bugün süper güçleri olarak tanınan ABD, Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkelere baktığımızda demokrasinin gelişiminde ve oturmasında yaşamın her alanına seslenen yazın, müzik, resim, sinema ve tiyatro adamının toplum içindeki yerinin önemi çok daha kolayca anlaşılacaktır.

Kısaca yazın ve sanat adamları bir ülkenin hızla gelişmesi ve oturmasında önemli bir motor gücünü oluştururlar. Toplum ile sanat adamları arasında tıpkı bir bahçıvan ile bahçe ilişkisi gibi bir ilişkileri vardır...

Konu “Türkiye’de sanat, edebiyat ve bu alandaki bilim araştırmacılarına nasıl bakılıyor” diye sorarsak. Ne yazık ki pek olumlu bir yanıt veremiyoruz. Gerçeğini vurgulamak istersek sadece Türkiye’de değil gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin hepsinde erkler sanat, edebiyat ve bilim adamlarında n ürküyorlar o nedenle onların yaşama alanlarını daraltmaya çalışıyorlar.

Yaşama mücadelesi veren sanatçıların büyük çoğunluğun da mevcut koşullarda üstlerindeki baskının daha fazlalaşmaması için kendileri üzerinde bir oto sansür uygulayarak çalışmalarını sürdürüyor. Özellikle genç sanatçılar bu zorluğa göğüs germeyerek sanat, edebiyat ve bilim alanının gereklerini yerine getirmiyor veya elini ayağını bu çalışmalardan çekerek yaşıyorlar. Elbette yukarda değindiğimiz gibi mevcut erkin olanaklarından yaralanmak için onların katipliğine, sözcülüğüne soyunanlar, kabul edenlerinde sayısı azımsanamaz. Elbette ki yazar kadar da yayın evleri bir ülke için, bir toplum için önemlidir. Yazarın bilim adamın çalışmalarını derli toplu bir kapağı, sayfa dizisinin bir estetiği olan bir kitap haline getirecek ve toplum içinde dağılımını sağlayacak olan yayıncıdır. Yayıncının gerçekte özgürce çalışa bilme yayınladıklarını tanıtabilme olanağı olmalıdır. Ayrıca sadece büyük kar peşinde koşan değil yeni düşüncelere, araştırmalara, derlemelere de kapı açan olması gerekir. Hatta bu alanda devlet olanaklarından yaralanması gerekir.

Edebiyat, sanat ve Bilim’in toplumsal işlevi başlı başına araştırılması gereken önemli bir konudur. Bu Edebiyat ve sanat sosyolojisi içinde kendi başına bir bilim dalı olarak ele alınabilinir. Ne yazık ki bu alana yeterince önem verilmemiştir.

Şiir ve halk türküleri, resim ve fotoğraf seçkisi, kataloğu olarak yüzden fazla eseri, kütüphanelerde, kitapçılarda bulmak olanaklıdır. Ancak bilim insanları sanat ve edebiyatın toplum üzerindeki etkisine nasıl bakıyor, içinde yaşadığı ve yer aldığı sanatı nasıl değerlendiriyor?” sorusunu sorduğumuzda bu alanda yeterince eser bulmak olanaklı değil.

Oysa Türkiyeli sanat adamlarının özellikle mimari, şiir, roman ve sinema alanında dünyada oldukça da olumlu bir yeri var. Dünyanın her ülkesinde edebiyata yakınlık duyan insanlar bir çırpıda, Mimar Sinan, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt’un adını saymaktalar. Müzikte, Mınur Nuretin Seluk, Nurettın Selçuk, Arif Sağ, Zülfü Livanelli,Şıvan Perver, Fazıl Say Sinema alanında da, Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz gibi adları hemen hemen bilmeyen yok.

Elbette ki bunlar yüzlerce değerli sanatçıdan sadece bir kaç örnek ad. Ancak Türkiye‘de bu insanların eserleri ders kitaplarına girmedi. Edebiyat ve sanat derslerinde bu insanların kendileri estetik konusunda ne düşündüğü işlenmemektedir. Ben şair - yazar Ahmet Telliyle birlikte Almanya’nın München’ kentinde “”Sanat ve Edebiyatın Toplumsal İşlevi” konusunda bir panele davet edilince bu alana eğildim araştırdım adı sayılır yayın evlerinde bile bu alanda derli toplu bir derleme veya kitap bulamadım. İnternet sayfaların da üniversite öğretim görevlilerin son yıllarda panellere sunduğu bildiriler bula bildim. 1200 sayfalık bir derleme içinde ancak 320 sayfalık bir seçki çıkardım. Elbette diğer bildirilerde önemliydi ama olaya aynı pencereden bakan yazılardı. Bir seçkide fikir birliği değil farklı görüşlerin, perspektiflerin bütünlüğü benim için daha önemlidir. Bu seçki yayınlana bilse genel olarak Sanat ve edebiyatın toplumsal işlevindeki bakışa olan bu eksikliğinin önemine ışık tutacaktır.

Türkiye‘de görsel sanatlar özellikle yazın alanında ki araştırmacılarının topluma ve sanata bakışını bize vermektedir. Toplumun yaşadıklarını veya yaşamak istediklerini, düşlerini, sanatsal estetiğinden yola çıkarak bir elekten geçiriyor. Sanat adamının toplumdaki bireyin yaklaşımını, direncini, öfkesini, sevgisini ele alırken ona estetik yaklaşımıyla yön verdiğini ve geleceğe bakışını olumlu veya olumsuz yönde nasıl etkilediğini de kanıtlamayı amaçlayan yazılardan oluşuyor.

Sanatçının beklenmez olaylar karşısında bireyin nasıl çaresizliğe düştüğü veya çıldırdığına yaklaşımı ile toplumsal çaresizlik karşısında nasıl bir çıkmaz sokağa tüm ülkenin sürüklenişi arasındaki benzerliğin estetik yönü ile birlikte mevsimler arasındaki farklılıklardan fazla etkilenmeden düzenli akan bir nehrin çığırını, akışını bilimsel olarak ortaya koymaktadır. Zaten edebiyatın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü edebiyat ve sanat adamı yaratıklarıyla toplumun yüreğinde öfke fırtınaları yaratan veya var olan öfke fırtınalarını dindirmekle kalmaz. Toplumda bireylerin bir birine saygılı olmasına, sevmesine hazırlar. Bireyden yola çıkarak tüm topluma gerginlik ve mutsuzluğa alışma yerine, gülmeye, sevmeye, çalışmaya ve yeni olana, güzel olana yönelmesine ışık tutar. Yazın ve sanat adamını iyi anlayan bireyler ve toplumlar sonuçta uygar bir çizgide buluşurlar... Yayın evleri bütün zorluklara rağmen bu tür eserlere yer vermeliler, elbette kültür kurumları, bankalar vakıflarda bu önemli olan edebiyat eserlerine destek vermeleri gerekir sadece kar sağlayacak eserleri desteklemekle yetinmemeliler.

Kısaca özetlersek, şöyle diyebiliriz:

Aklın körlüğünü en iyi tedavi edecek olan ilaç sanat ve edebiyattır…