Bazı filmler film sayılmaz. Bu filmleri zaman geçirmek için izleyemezsiniz çünkü. Hemen her sahnede ara verip düşünmeniz, hissinizi, fikrinizi, vicdanınızı yani tamamıyla kendinizi gözden geçirmeniz gerekir. Bu ruhunuzla başbaşa kalmak gibi bir şey... Nitekim bu tür filmler insanda öze dönüşe, yani farkındalığın gerçekleşmesine yardımcı olur.

2008 yılında İngiliz yönetmen Mark Herman tarafından The Boy in the Striped Pyjamas adıyla sinemaya aktarılan film bu tür filmlerden biri. Hikayesi İrlandalı yazar John Boyne´ın 2006 yılında yayınlanan aynı adlı kitabına ait. Filmi bugüne kadar izlediğim onlarca Holokost filminden ayıran en önemli fark bence; meselenin tamamen karşı tarafın perspektifinden ele alınması. Yani kameranın suçlu tarafa çevrilmesiyle oradaki "insan"´ın gösterilmeye çalışılması...

Bu bağlamda hepsini değil, ama kendimce önemli bulduğum bazı sahneleri yorumlamadan, çocuk derinliğine inerek ve ifadeyi sadeleştirerek anlatmaya çalışacağım.

I. Sahne : İdeal Aile:

Güzel, sempatik bir aile düşünün. Birbirini seven ve saygıda kusur etmeyen anne-baba, yaşları gereği bebekleri ve toplarıyla oynayan sağlıklı mutlu, bir kız-bir erkek iki çocuk... İşinde çok başarılı olan baba terfi ettiğinde evde parti verilir. Aile bu terfi gereği güzel evi bırakıp taşınmak zorundadır. 8 yaşındaki erkek çocuk gitmek istemediğini söyler. Anne baba onu, yeni evlerinin daha güzel olacağını, gittikleri yerde yeni arkadaşlar edineceğini söyleyerek ikna eder(kandırır). Çocuk, çocuk olarak zaten karar verme hakkına sahip değildir. Taşınma gerçekleşir.

II. Sahne: Çiftlik:

Taşındıklarında çocuğa sözü edilen "çiftlik evi" onun kafasındaki resme uymaz. Mesela çiftlikte olması gereken hayvanlara rastlamaz. Üstelik çevrede ablasından başka çocuk da yoktur. Gezip, oynayabileceği alan sınırlıdır. Birgün pencereye tırmanıp dışarıya baktığında ağaçların ötesinde başka insanlar-çocuklar görür. Koşup annesine dışardaki çocuklarla oynayıp oynayamayacağını sorar. Anne ilgiyle "Tabi ki...!" oynayabileceğini söylediğinde, çocuk gördüğü insanların "ama tuhaf..." göründüklerini, hepsinde çizgili pijama olduğunu anlatır. Derken eve tanımadıkları o pijamalı insanlardan biri girer. Elinde tuttuğu kasadaki sebzeleri hiç konuşmadan bırakıp gider. Bu zorla yürüyen, hasta, bakımsız ve mutsuz adama, sürekli eve girip çıkan üniformalı diğer adamlar(bunlar babasının iş arkadaşlarıdır) çok kötü davranırlar.

III. Sahne: Pijamalı Doktor:

Birgün çocuk evde her türlü hizmeti yapan bu pijamalı adamın kendisine kurduğu salıncakta sallanırken ayağa kalkar ve düşer. O sırada evde başka kimse olmadığından pijamalı adam koşup çocuğu düştüğü yerden kaldırır ve yaralanan bacağını profesyonel biçimde sarar. Çocuk onun "çiftliğe" gelmeden önce doktor olduğunu öğrenir. Annesine bunu anlatmaya çalışır, ama annesi dinlemek istemez. Çocuğu odasına gönderdikten sonra yüzüne bak(a)madığı pijamalı adama sinirli bir şekilde tek kelime söyler:

"Danke!"

IV. Sahne: Eve Gelen Okul:

Taşındıkları yeni adreste okul olmadığından çocuğun ve ablasının okula gitme şansı yoktur. Buyüzden eve bir öğretmen gelir. O öğretmenden sadece tarih dersi alırlar. Tarih dersinde çocuk ve ablası pijamalı insanların ne kadar kötü olduklarını, Vaterland´a(Vatana) ne kadar çok zarar verdiklerini, en kısa sürede hepsinin yok edilmesi gerektiğini öğrenirler. Çocuk öğrendiklerine anlam veremediği için ablası onunla alay eder, kendi odasına Vaterland´ı daha çok büyütecek olan Führer´in(Önder-Hitler) resmini asar. Artık çok sevdiği bebekleriyle de oynamaz.

V. Sahne: Tel Örgü:

Çocuk zaman zaman gizlice ormana gidip koşarak oynamaya başlar. Pijamalı insanların arkasında yaşadığı tel örgüye yaklaşır. Orada gezinirken nihayet bir çocuğa rastlar. Bakımsız, hasta ve mutsuz olan o çocuğun üzerinde de çizgili pijama vardır. Onunla arkadaş olmak ister. Arkadaş olurlar ama arada tel örgü olduğundan oynayamazlar. Çocuk yeni arkadaşından tel örgünün arkasında nasıl yaşadıklarını öğrenir. Pijamalı çocuk kısa ve az konuşur. Onun da hiç arkadaşı yoktur. Oyun oynamak yasaktır. Uniformalı adamlar bütün elbiselerini aldıkları için pijamaya benzeyen o elbiseleri giymek zorunda kaldıklarını anlatır. Evet, tabi ki her elbisede bir numara vardır. Ama o numaraların oyunla hiç ilgisi yoktur. Bir de çok açtır(!). Çocuk yeni arkadaşına yiyecek bir şeyler getireceğine söz verir. Derken iki çocuk sürekli aynı yerde buluşup düdük sesi duyulana kadar konuşurlar. Düdük çalındığında pijamalı çocuk korkuyla "gitmem gerek!" diye yerinden fırlayıp, yanından hiç ayırmadığı el arabasını sürerek oradan uzaklaşır.

VI. Sahne: Kötü Koku:

Çocuk dışarda oynamaya çalıştığı bazı günlerde uzakta gördüğü bacalardan siyah dumanlar yükseldiğini farkeder. Ne zaman o siyah dumanlar yükselse aynı anda havada çok kötü bir koku da hisseder. Bunu yeni arkadaşına sorduğunda, pijamalı çocuk o bacalara yaklaşmalarının yasak olduğunu, bildiği kadarıyla orada birdenbire(!) ortadan kaybolan adamların elbiselerini yaktıklarını söyler.

VII. Sahne: Babanın Cevabı:

Çocuk arkadaşına sorduğu aynı soruyu babasına sorduğunda babası da tam olarak bilmediğini, büyük ihtimalle orada çöp yakıldığını söyleyerek soruyu geçiştirir. Ama birgün şehirden arabayla eve dönen anne aynı kokuyu hissettiğinde yanındaki uniformalı adama havadaki kötü kokuyu hissedip hissetmediğini sorar. Uniformalı adam alayını gizlemeden; "Yandıklarında daha kötü kokuyorlar değil mi?" diye cevap verir. Pijamalı insanların yakıldığını o anda ilk kez öğrenen anne kocasına, yani çocuğun babasına koşar ve sinir krizi geçirir. Çünkü babanın terfi ettiği işi pijamalı insanların toplu halde yakılmasıyla ilgilidir.

VII. Sahne: Annenin Bunalımı:

Anne kokuyu duyduktan ve kriz gecirdikten sonra bir türlü kendine gelemez. Çok üzgündür ve sürekli kocasıyla kavga eder. Pijamalı doktorun çocuğa yaptığı salıncağa oturup saatlerce kendi etrafında döner. Masaya oturur ama yemek yemez. Baba da buyüzden çok sinirli davranmaya başlar. Mesela pijamalı doktor şarabı geç doldurduğu için bağırır, o da korkup şarabı dökünce uniformalı adam "Seni pis Yahudi!" diye dövmeye başlar. Pijamalı doktorun canı çok yandığı halde hiç bağırmaz. Çocuk annesini üzen ve pijamalı doktoru dövdüren babasından korkmaya başlar.

IX. Sahne: Ortadan Kaybolan Baba:

Çocuk arkadaşıyla her zaman buluştukları yere gider. Onun uzun zamandan beri babasını göremediğinden dolayı çok üzgün olduğunu öğrenir. Babasını bulmak için ona yardımcı olmaya, yani tel örgünün öte tarafına geçmeye karar verir. Arkadaşı ona da numaralı bir pijama getirir. Kendi elbiselerini çıkarıp pijamayı giyen çocuk tel örgünün öte tarafına geçer. Tel örgünün öte tarafında hepsi pijamalı doktora benzeyen bakımsız, hasta, yorgun, konuşmayan bi sürü insanla karşılaşır.

"X. Sahne: Pijamalı Çocuk:

Çocuğun evde ve bahçede olmadığını farkeden anne-baba uniformalı adamlar ve köpeklerle çocuğu aramaya başlarlar. Tel örgüye kadar geldiklerinde çok korkarlar. Baba telaş içinde köpekler ve uniformalı adamlarla birlikte tel örgünün öte tarafına geçer. Çocuğun da pijamalı diğer adamlarla birlikte bacaların olduğu yere götürülmüş olduğunu farkeder ve bas bas bağırır.

"Brunooooo!!!!"

Anne bunu henüz bilmediği halde, tel örgünün öte tarafında oğlunun yağmurdan sırılsıklam olan elbiselerine sarılır ve rahmindeki cenin fasist bir elle sökülür gibi, acı içinde yere kapanır.

Çocuğun ismi Brunoooo´dur. Pijamayı giydiği anda, numaralandırılıp ismi unutulan diğer pijamalı insanlarla birlikte o da birdenbire(!) ortadan kaybolur. Halbuki bu birdenbire(!) kaybolmaların sorumlusu; öz be öz babasıdır. "

Köln, 21.06.2019