İnsan soyunun yaşam amacı; pandemi süreciyle de birlikte, daha da büyük bir belirsizliğe yuvarlandı.

‘Aile ve özel mülkiyet’e dayalı bir aidiyet sistemi, insanın kendi emeğine yabancılaşma sürecinin hızıyla birlikte; çökmek bir yana, adeta ortak bir ‘insanlık kökü’, yani neredeyse tek yaşam kaynağı haline geldi.

İnsanlığın, pandemi sürecinden çok şey öğreneceği tahminleri yürütüldü. Evet çok şey öğrenildi, öğrenilmekte! Ancak bu, dünyanın bir yarısı açısından hiç de birçoğumuzun umudettiği bir güzergâhta gerçekleşemedi. Diğer yarısının payına hâlâ savaşların, çoğu ölümle sonuçlanan göçlerin reva görülmesinde ise hiç bir değişiklik olmadı!

İnsanoğlu daha da zalimleşirken, insankızı yüzyıllar önce katedilen yolların dahi gerisine düşürüldü.

***

Buradaki gençler, yokedilmek istenen ormanları işgal ederken, ya da polis saldırıları bir önceki yıla göre katbekat boyutlanıp buna karşı direnirken; Boğaziçi’ndeki gençler üniversitelerinin aydın kökünün kurutulmasına karşı direnirken: En samimi, en dürüst sözler onların ağızlarından dökülenlerdi. Onlar, karda kışta omuzdaşlıklarından zerre kadar taviz vermeyenlerdi.

Zindanlardan açık hapishanelerimize düşen sesler, birçoğumuzun sesinden daha gür; “Yılgınlık yok, direniş var”dı.

Filistin’de tarumar edilmiş evlerinin, yeniden kana bulanmış topraklarının üzerinde hiç garipsemeden cirit atan çocuklar, gençler; doluşan basın mensuplarına, ağlama sızlama yerine, tazecik parmakları ve sıcacık yürekleriyle zafer işareti gösterenlerdi.

Yoksul bir köylü ailesinin çocuğu ve işçi Kalinin’in, gençlerin dostluğunun, sevgisinin, samimiyetinin, dürüstlüğünün sıcaklığını betimledikten sonra, ifade ettiği şu gerçekler, sanırım hiçbir zaman değişmeyecek olan gerçeklerdi: “Gençlik çağı en büyük kavrama yeteneği çağıdır. Gençlik çağının özelliği, idealist coşkuları ta içinden duymasıdır... Gençlik, kitle olarak olağanüstü bir biçimde samimi ve dürüsttür. İnsan, olgunluk çağında ne kadar samimi ve dürüst olursa olsun, hayat deneyimi, hayattan edindiği pratik dersler bir ölçüye vurulduğunda samimi ve coşkulu gençlik emelleri daha ağır basar...” -M.İ. Kalinin, Devrimci Eğitim Devrimci Ahlâk-

***

Hangi dilden çevirilirse çevrilsin, Almanca’ya aktarılan ya da zaten Almanca yazılmış olan, çocuk eğitiminden politik meselelere dek birçok içerikteki metinlerde, en niteliksiz gazetelerin haber başlıklarında bile defalarca şu kelimeler geçer: “Wurzel-Kök”, “Kern- Çekirdek, Öz”. Bu kelimeleri bu kadar sık kullanmalarının sebebi çok kapsamlı bir tarihsel geçmişe dayanır. Ve aslında bu kavramlar, yitirmek istemediklerinin, yitmesine müsade etmeyeceklerinin bizi nasıl zincirleyeceğinin ifadesidir.

Bizler cephesinde ise; tıpkı tarihin birçok döneminde yaşandığı gibi, sınıf mücadelesi dalgalarının geri çekildiği zaman dilimlerinde gerçekleştirilen tartışmalar yaşanmaktadır. Tartışmaların yaşanması iyidir. Ancak ‘gelişiyoruz’ denmesiyle, ‘kökümüzü kurutacağız, başka bir ağaç olacağız’ denmesi arasında illâ ki çok büyük farklar vardır.

Bu tartışmaların bu türü sadece bizler cephesinde değildir. Takibetmemiz mümkün olan kısmı kadarıyla, ağırlıklı olarak; polis jopu, kobra gazı, bomba, mermi... düşmeyen tüm coğrafyalarda da yaşanmaktadır. Akademik eğitimi olan sayısız insan, azımsanmayacak düzeyde çalışmalar gerçekleştirmektedir. Bunların bir kısmı jet hızıyla Türkçe’ye çevrilmekte, ilerici gazetelerde yayınlanmakta; ancak bu araştırma-çözümleme-alternatif sunma çalışmaları, henüz üzerinden iki ay dahi geçmeden bayatlamaktadır. Şüphesiz ki bu çalışmaları yapanlar kötü niyetli insanlar değildir. Çalışmalarını yaparlarken; “Marksist” olduklarını özellikle belirtenlerdir. Elbette bu çalışmalarda faydalanılan kaynaklardan çok şey öğrenmek de mümkündür.

Ancak bizim ‘işçi’ Kalinin’in yazdığı gibi: “Masa başında okuyarak Marksist üretilebilseydi, şimdiye kadar fırından sıcak ekmek çıkarır gibi Marksist üretirdik.”

Ve böylesi bir üretimin çözüm olabileceğini düşünme fikri de, yaşamın hangi alanında olursa olsun, ‘mücadele’ dediğimiz şeyi bir yemek tarifiyle ya da bir reçeteyle yürütmemizin mümkün olamayacağı gerçekliği de yeni değildir.

Kökümüzü sürekli sulamamız, çekirdeğimizi yaşamın her safhasında yeniden değerlendirmemiz; ve yeni fidanların sesine kulak vermemiz, onların açtığı çiçekleri görmezden gelmememiz, bunları koklamayı ihmal etmememiz muazzam derecede önemlidir.

Gençliğe karşı güvensizlikle mücadele etmeliyiz! Yoksa onlar, bizim bu yaşadığımız tarihsel süreci ustalarından öğrenmeyi elden bırakmayarak şunları ifade edeceklerdir:

“Eski ütopik sosyalizm, yeni toplumu kanlı, pis, yağmacı ve bakkal kapitalizmi tarafından yaratılan insan materyalinin kitlesel temsilcileriyle değil de, özel camekânlarda ve ısıtma tesislerinde yetiştirilen, özellikle erdemli insanlarla kurmak istiyordu. Bu gülünç fikir şimdi herkes için gülünçtür. Ve herkes tarafından terkedilmiştir. Fakat pek çok kimse, yüzlerce binlerce yıllık kölelik, toprak köleliği, kapitalizm, küçük dağınık işletme, pazarda küçük bir yer için yapılan savaşlar, malların ya da emeğin daha yüksek fiyatı yüzünden bozulan kitlesel insan materyali ile kurulmasının nasıl mümkün olabileceğini ve olması gerektiğini bulmayı istemiyor ya da beceremiyor; buna karşılık Marksizme karşıt kuramlar icat etmeye uğraşıyorlardı.”-Lenin-

***

Ve bu zamanlarda da, tıpkı o zamanlar gibi; yaşam tarzı olarak dahi değişime katkı sunmadan, ‘aşmalıyız’ kavramı kullanılarak, tarih adeta, elbette özgün farklılıklarıyla birlikte tekerrür etmektedir. Daha doğrusu onlar da, zorunlu olarak bazı şeyleri belirli köklere dayanarak temellendirmekte ve ‘yenilik’ kelimesinin cazibesiyle, belki de farkında olmadan tarihi tekerrür ettirmektedir.

Oysa emek ve onur karşısındaki duruşumuzda; böyle bir lüksümüz olmayan bir dönemdeyiz. Artık gerçekten böyle bir lüksümüz yok!

“Köklerini-tohumlarını kurutacağız” naralarının daha daha yüksek atıldığı bir dünyadayız. Bu sadece Ortadoğu topraklarında değil, Avrupa topraklarında da –elbette, oldukça inceltilmiş bir dille- böyle!

Ve bizler de “Kök, çekirdek-öz” kavramlarını unutmamalı, köklerimizi inkâr etmekten itinayla uzak durmalıyız.

Dijital dünyanın her eve, her çocuğun-gencin masasına-beynine sirayet ettiği bu asırda; sentetik kahramanların üretilip üretilip tüketildiği bu asırda; karanlıklar çağının kahramanlarına karşı saygısızlık ve sevgisizlikten itinayla uzak durmalıyız.

“Kahraman; her toplumun bir gelenek ve değerler sistemi taşıyıcısıdır. Toplumsal hafızanın ortak ürünüdür. Ve her toplum kolektif kimliğinin ögelerini destanların, söylencelerin, mitosların kişileri arasında bulur. Bu ögeler çoğu kez sözel olarak kuşaktan kuşağa aktarılır. Kahramanın bu haliyle, geçmişin devamlılığının kurumlaşmış sürdürücüsü olmak bakımından bir gerici işlevi olduğu gibi, insansoyunun geleceğe dönük umutlarının gerçekleşebilir olduğunu gösteren bir başka yönü daha vardır. Biz devrimcileri ilgilendiren de işte bu kısmıdır....

Kahramanlar kuşkusuz, mülkiyet dünyasının ve iş bölümünün ürünüdür. Bireyler kendi adlarına gerçekleştiremediklerini, kahramanlardan umut ve talep ederler, kahramanlarıda çoğu kez bir kurtarıcı olarak görürler. Kahramamanın bu işlevi, iş bölümü ve mülkiyet dünyasına değin düşünceler sönümlenmedikçe ortadan kalkmaz. Burjuva dünyasında bu anlamıyla kahramanın yerini şarlatanlar alırken, insanlığın ütopyaları için yeni somut olanaklar yaratan proletarya ve sosyalistler açısından kahraman kavramının klasik çerçevesini aşan yeni tanımlar ortaya çıkar. Sosyalistler için gerçek kahraman kitlelerdir. Birey olarak kahramanlar da bu sıradan yığınlar içinden, değişim ve gelişimin sonucu olarak ortaya çıkar...” –Kutsiye Bozoklar, Karanlıklar Çağının Kahramanları-

***

Tüm bu kaos ortamı içerisinde; gerçekten hiç de tahmin edemeyeceğimiz bir samimiyetle yürütülen çalışmalara da rastlamak mümkün.

İşte bu sayıda da; mücadelelerin ve mücadele edenlerin ‘saçmalık olduğu’ yönlü iddialar-karalamalar furyasının estiği bir asırda, 19. yüzyılda; bu iddiaları bizzat ustaların kendilerinden pırlanta gibi alıntılarla çürüten bir araştırmacının, bizim erkek ve kadınlarımızın özel yaşamlarına dek yaptığı bir araştırmanın bir bölümünü paylaşmaya çalışacağım.

İnsanlık tarihi ve bu tarih içerisinde özne olan insan gerçekliği, keşfetmeye ömrümüzün yetmeyeceği koca bir derya. Buna rağmen köksüz gelişemeyeceğimiz, çekirdeksiz çoğalamayacağımız gerçekliği hep yanıbaşımızda. Bu yolculuklarımızda, eksikliklerimizin olduğuna dair kuşkumuzu hiçbir zaman kaybetmeden ve hepimizin, hep beraber, omuzomuza; köklerimizi sulayarak çekirdeklerimizi kokuşmadan fidana patlatabilmeye küçücük de olsa birer katkımız olabilmesi umuduyla!

*Bu yazı Güney Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül, Sayı 97’de; ‘1800’lerde Kadın Sorusu’ başlıklı; Judy Cox tarafından; “Kadının özgürleşmesi mücadelesinde Marx ve Engels” başlığıyla, dünya sosyalist hareketleri-partileri içerisinde, yaklaşık son 20 yıldır Marx ve Engels’e karşı yürütülen karalama kampanyasına karşı yazılan bir araştırma yazısının çevirisiyle birlikte yayınlanmıştır.