15-16 Haziran, sınıflar mücadelesi tarihimize altın harflerle kazındı. Devrimin temel gücünün işçi sınıfı olduğu gerçeğini bakar körlere de göstermiştir.

25 yılı aşkın bir süre Kristal-İş Sendikası'nda eğitim uzmanlığı, yayıncılık ve sendika editörlüğü yapan yazar Zafer Aydın'ın "İşçilerin Haziranı" eserini büyük bir merak ve heyecanla okudum.

"İşçilerin Haziranı" eserinde ele alınan 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, ülkemizin sınıflar mücadelesi tarihinde mihenk taşı. Çünkü bu direnişin ayrıntılarını öğrenmek isteyenler "İşçilerin Haziranı" eserini mutlaka okumalı. Zafer Aydın bu eserinde 15-16 Haziran'a nasıl gelindiğini, tarihsel gelişimiyle birlikte ele almaktadır.

Osmanlı'da ilk fabrika 1835 yılında kuruldu. 1871 yılında kurulan ilk işçi kuruluşu, Ameleperver Cemiyeti adındaki yardım derneğidir. İlk sendika ise, 1894 yılında gizli olarak kurulan Amele-i Osmani (Osmanlı Amele) Cemiyeti’dir. Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp ve Romanya’lı sosyalistler 1894'te “Balkan Konfederasyonu Ligası” adlı bir örgüt kurdular. 1909’da Selanik’te, birinde çoğunluğu Bulgar, diğerinde çoğunluğu Yahudi işçilerce oluşturulmuş iki sosyalist grup birleşerek, “Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu”nu oluşturdular. Federatif yapıdaki bu örgüt farklı etnik kökenlerden işçileri bir araya getirmişti ve enternasyonalistti. Selanik ve İstanbul merkezli olmasına rağmen İzmir, Zonguldak, Manastır'da da örgütlü olan Osmanlı Sosyalist İşçi Federasyonu’nun üye sayısı, 1910 yılında 125.000 ile 150.000 arasındaydı. Kitleselliği ve siyasal niteliği ile devrimci sendika idi. Osmanlı Sosyalist Fırkası ise 1910 yılında İstanbul'da kuruldu ve İştirak gazetesini çıkardı.

Osmanlı dönemindeki ilk grev 1863’te Ereğli kömür madenlerinde örgütlense de, grevler 1870’lerin başında yaygınlaşmaya başladı. Osmanlı işçi sınıfı mücadele dalgası 1902’den sonra yükselmeye başladı. 1908’deki II. Meşrutiyet’in ilanına kadar tersanelerde, demir yolları ve deniz yollarında, mağazalarda, tütün işletmelerinde 22 grev daha yaşandı. Avrupa'da yükselen işçi sınıfı mücadelesinden korkan devlet, 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu'nu çıkardı. Bu kanunla hükümete her türlü cemiyeti kapatma yetkisi verildi. İşçi sınıfının tüm siyasal ve sendikal örgütleri yasaklandı. Daha önceki yıllarda kutlanan 1 Mayıs yasaklandı ve 1935 yılında çıkarılan yeni bir yasayla “Bahar ve Çiçek Bayramı”na dönüştürüldü.

Osmanlı döneminde başlayan sendikacılık hareketi, 1946 yılından itibaren filizlenmeye başlayınca, sendikacılık devlet vesayeti altına alınmak istendi ve 1952 yılında Türk-İş kuruldu. Türk-İş'in kurulması, işçi sınıfının “kendisi için sınıf” olmasının önüne geçmeye yöneliktir. Doğaldır ki, yaşam egemen güçlerin ince hesapları ile yürümemiştir. 1967 yılında DİSK'in kuruluşu devletin bütün planlarını bozmuştur. Çünkü işçi sınıfı kendisini toplu sözleşme masalarında satan sarı sendikacılığın içyüzünü görmeye başlamıştı.

15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi önceliyle birlikte ele alınmak zorunda olduğundan, Osmanlı dönemine göz attık. 1961 “Saraçhane Mitingi”nden de söz etmek zorundayız. Türk-İş'e bağlı İstanbul Sendikalar Birliğinin çağrısıyla 31 Aralık 1961 günü Saraçhane Mitingi yapılmıştır. 100 bin işçi "toplu sözleşme ve grev hakkı için" toplanmıştır. "Amele" olarak görülüp aşağılanan işçi sınıfı bu mitingle rüştünü ispatlamıştır. Türkiye işçi sınıfının ilk büyük eylemidir ve modern işçi hareketi tarihinin başlangıcı olarak görülebilir.

Saraçhane sonrasında 1963'te gerçekleştirilen Kavel fiili grevi işçi sınıfına güç vermiştir. 1968-70 yılları arasında gerçekleştirilen Derby, Kavel, Demir Döküm, Singer, Sungurlar, Gamak, ECA'da işyeri işgalleri büyük önem taşır. Şunu da belirtmeliyiz; işçi sınıfı yer aldığı mücadele cephesinde yalnız değildir.

Yoksul köylüler de toprak işgalleri, köylü isyanları, köylü mitingleri, yürüyüşleri ile mücadelenin içindedir. Antalya-Elmalı (Ağustos 1967) ve Manavgat ve Trakya Değirmenköy köylü isyanları (1969), Torbalı-Atalan toprak işgali (28 Ocak 1969), Akhisar (7 Şubat 1969) ve Ödemiş'te (10 Şubat 1969) düzenlenen “Toprak Ağaları, Sanayici ve Tüccar İttifakına Karşı Toprak Reformu Mitingi”, Söke'de “Bağımsızlık ve Toprak Reformu Mitingi”(16 Nisan 1969), Torbalı, Gaziantep, Oğuzeli, Karadibek toprak işgalleri (1969), Ordu Beyceli köylülerinin valiliğe 82 kilometrelik yürüyüşleri (26 Temmuz 1967), Fatsa yoksulluk yürüyüşü (11 Eylül 1967), 1968-70 arası Karadeniz'de fındık mitingleri, köylülerin de var olan duruma yönelik tepkilerini göstermektedir. Toplum mevcut durumdan memnun olmadığında ayağa kalkmaktadır.

Ülkemizde yaşanan 68'liler Hareketi'ni işçi, köylü ve emekçi kesimlerden kopuk, kendiliğinden oluşan bir gençlik tepkisi olarak değerlendirmeye kalkışmak en büyük yanlışlıktır. Çünkü 68 Hareketi ülkemiz topraklarında giderek büyüyen toplumsal tepkilerin yarattığı devrimci mücadele sürecidir. 68 Hareketi işçi, köylü, emekçilerin birlikte yarattıkları, toplumsal değişim hedefli politik hedefli bir harekettir.

TÖS'ün 110 bin öğretmeni kattığı “genel grev” şeklindeki, 15-18 Aralık 1969 “boykot”u; 1967 yılındaki “Doğu Uyanış Mitingleri” (Silvan, Diyarbakır, Siverek, Batman, Tunceli, Ağrı, Lice, Suruç, Hilvan ve Ankara) de 68 Hareketinin kendisidir. İşçi, köylü, emekçi kesimler ile öğrenci gençliğin mücadelesi birbirini besleyerek güçlendirmiştir. Bu durumu gören egemen sınıflar, “Sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı,” diyerek, 12 Mart cuntasından medet ummuşlardır.

68 Hareketi'nin temel özelliklerinden biri de anti-emperyalist yanıdır. Çin Devrimi, Vietnam ve Filistin direnişleri, Küba Devrimi, Che Guevara'nın dünya devrimcilerine ilettiği mesajlar, anti-emperyalist tepkileri zirveye taşımıştır. 6.Filo'ya karşı gösteriler, protestolar, yürüyüşler, CIA görevlisi Robert W.Komer'in aracının ODTÜ'de yakılması dikkat çekicidir. 16 Şubat 1969 tarihinde, 76 gençlik örgütü Taksim Meydanı'nda ABD'nin 6. Filo'sunu protesto etmek için "Emperyalizm ve Sömürüye Karşı” miting düzenleme izni aldılar. Ancak bu miting kontrgerilla eliyle “Kanlı Pazar'a dönüştürüldü. 2 kişi bıçaklanarak öldürüldü, 200 kişi yaralandı.

17 Aralık 1965'de kurulan FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu), 9-10 Ekim 1969 kongresinden sonra Dev-Genç'e dönüştürüldü. Ve Dev-Genç bir süre sonra politik bir karaktere bürünmek zorunda kaldı. Ülkemizdeki ‘68 Hareketini Avrupa'dakinden ayıran en önemli ayrım noktası budur. Öğrenci gençlik hareketi işçi, köylü ve emekçi kesimler ile iç içedir. Nitekim Dev-Genç direniş hazırlıkları haberini kendileriyle bağlantılı sendikacılardan aldığında, DİSK ile ilişkiye geçerek destek olmak istediğini iletmiştir. DİSK bu isteme çok sıcak bakmasa da, Dev-Genç direnişin içinde yer alarak destek olmaya çalışmıştır.

İşçi eylemlerinin radikal bir hal almaya başlaması egemen sınıfların huzurunu kaçırmıştır. Ayrıca, sarı sendikacıların yüzleri açığa çıkmaya başlamıştır. Çimse-İş Genel Başkanı olan Adalet Partisi Ankara Milletvekili Hasan Türkay; “Çok kötü ve müşkül durumdayız. Devrimci sendikalar bize nazaran daha mükemmel sözleşme imzalamaktadırlar. Biz patronlara baskı yapamıyor, binaenaleyh de ucuz sözleşmeler imzalamak zorunda kalıyoruz.” (age, s.118) demek zorunda kalmıştır.

Rahatsız olan sadece Türk-İş değildir. Genelkurmay Başkanlığı Seferberlik Tetkik Kurulu 24 Şubat 1967 tarihli yazısında DİSK'i “iç düşman” ilan etmiştir. DİSK'in sendikacılık alanından tasfiye edilmesi yönünde harekete geçen Türk-İş, “DİSK'in işçilerin içine sızmasına engel olmak üzere yapılacak çalışmaları organize etmek üzere” “Merkez Komite” adını verdiği komisyon oluşturmuştur. DİSK karşıtı kampanyayı yürüten bu komisyondaki isimlerden birinin, daha sonraları DİSK Genel Başkanı olan Abdullah Baştürk olması soru işaretleriyle dolu bir konudur. Temel hedef, devlet eliyle DİSK'i kapatmaktır. O dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, Türk-İş 8. Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, “...sendika enflasyonunun önleneceğini ve ideolojik akımların aleti haline gelen sendikaların ortadan kalkacağını,” (Cumhuriyet Gaz. 15 Mayıs 1970, age, s.131) söylemiştir. AP Milletvekili Turgut Toker ise müjde vermiştir; “Türkiye'de Türk-İş'ten başka konfederasyon kalmayacağı, kanunun koyduğu kuralları yerine getiremeyeceği için DİSK'in tasfiye olacağı.” (Milliyet Gaz., 16 Mayıs 1970, age, s.131)

Devletin kirli planlarını fark eden DİSK, 274 ve 275 sayılı yasalarda değişikliğe gidilmesinin önüne geçmek amacıyla iç tartışmalarını yoğunlaştırır. İlk etapta Türk-İş'i destekleyen CHP bile tavır değiştirip DİSK'e destek sunmak zorunda kalır. 62 bilim insanı, demokratik kitle örgütleri, TMMOB'a bağlı odalar, hukukçular düzenlemeye karşı çıkarlar. Uluslararası örgütler ile ILO da gelişmeleri yakından izlemektedir.

Örgütlü olduğu fabrikalardaki temsilcilerini de karar alma sürecine dahil eden DİSK, 14 Haziran akşamı Merter Toplantısı'nda direniş kararı alır. Kararın alınmasında pay sahibi olan işçi temsilcileri direnişe dört elle sarılırlar.

15 Haziran'da DİSK'in örgütlü olduğu işyerlerinin neredeyse tamamında üretim durdurulur. Toplumsal tepki o kadar büyüktür ki, Türk-İş'in örgütlü olduğu işyerleri de direnişe katılırlar. Direniş sırasında ölen üç işçiden ikisi, yaralı 30 işçiden 22'si Türk-İş üyesidir. Eyleme katılan 168 işyerinden 121'inde Türk-İş'in örgütlü olması, şunu ispatlamıştır; toplum ayağa kalktığında herkesi kucaklamaktadır. Bunun yakın dönemdeki bir örneğini de Gezi Direnişi'nde gördük.

15 Haziran'da İstanbul Anadolu ve Avrupa yakası ile Kocaeli'nde on binlerce işçinin katılımıyla direniş başlatılır. 15 Haziran'daki başarı, 16 Haziran'daki direnişi daha kitlesel, daha radikal noktaya taşır. İşçi sınıfı sokakları, meydanları zapt eder. 16 Haziran'da Ankara'da, 17 Haziran'da ise Adapazarı, İzmir'de gösterilere yol açar. İşçi sınıfının gücü karşısında çaresiz kalan devlet, tüm şiddet yöntemlerini kullanarak, sıkıyönetimi ilan eder. Korku dağları yaratmak amacıyla DİSK yöneticileri, sendikacılar, direnişçi işçiler gözaltına alınıp, davalar açılır, cezalar verilir. Ancak fiiliyatta ne yapılırsa yapılsın, TBMM'de çıkarılan yasa kadük doğar ve uygulanamaz.

15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi egemen sınıflara geri adım attırınca, çarkları geriye döndürmeye çalışan egemen güçler, 12 Mart Cuntası'nı işbaşına getirdiler.

Burada bir noktaya değinmek zorundayım. “İşçilerin Haziranı” eserinde bir nokta dikkat çekmektedir. DİSK'i kapatamayan devlet, kuruluşundan itibaren TİP çizgisinde olan DİSK'i ele geçirme çabalarına hız verdi. 15-16 Haziran öncesinde DİSK karşıtı faaliyetleri organize eden isimlerden biri, Genel-İş Genel Başkanı Abdullah Baştürk iken, bir diğeri Metal-İş Federasyonu Genel Sekreteri Fehmi Işıklar'dır. DİSK'i sosyalist çizgisinden çıkararak sarı sendika haline getirme çabası CHP eliyle yürütülür. A.Baştürk ile F.Işıklar'ın sendikaları DİSK ile birleştirildi. Ve DİSK'in başına getirildiler. DİSK CHP'lileştirildi. 12 Eylül döneminde yargılanan Abdullah Baştürk ile Fehmi Işıklar'ın DİSK'in geçmişini savunmaları olumlu olsa da, sendikacılar gözaltına alınmak üzere sıraya girerek 12 Eylülcülere teslim olmaları asla onaylanamaz. Kaldı ki, Metris Askeri Cezaevi'nde bulundukları dönemde DİSK ve Barış Derneği Davası'nda yargılananların gerçekleştirilen hiçbir direnişe katılmamalarını da belirtmek zorundayız.

“İşçilerin Haziranı” eseri çok geniş kapsamlı. Sınıflar mücadelesi tarihiyle ilgilenenlerin mutlaka okumasını öneririm. Yazar Zafer Aydın'ın ellerine ve düşüncelerine sağlık!