Bu konuyu dile getiren Aziz Nesin, aslında ülke insanın çıkarcılığına, devlet korkusuna ilişkin birçok değerli eser vermesine rağmen, sonucu ‘ülkenin yüzde 60’ı aptal’ diyerek bağlamış. Hatta 1982 faşist anayasa oylamasında verdiği ‘evet’ nedeniyle bu oranı yüzde 92’i olarak söylemekten son anda vazgeçtiğini de belirtmiş. Bu sonucun yanlış veya doğru olduğunu ortaya çıkartmak için önce aptallığın analizini bilmemiz gerekiyor. 

Aptallık, bilim adamlarına göre; ruhsal bozukluklardan sadece biridir ve patolojinin(hekimler biliminin) konusudur. 

Bunun Kromozom bozulması, gen yapısı, zararlı faktörler, iyonlaştırıcı radyasyon, çeşitli kimyasal maddeler (evsel toksinler, ilaçlar, zehirler, alkol), bulaşıcı hastalıklar, iyot eksikliği, yetersiz beslenme, travma vb. nedenler sonucu çıktığını bilim bize söylemektedir.  

Dolayısıyla halkımızın yüzde 60’ının aptal olduğunu söylemek, sadece bilime aykırı değil, aynı zamanda, içinde sosyolojik analizlerin olduğu değerli ürünler veren devrimci bir aydının gelişimine de ters! Bu açıdan ülkemizde halkımızın aptal değil, neden duyarsız-tepkisiz-yalaka-çıkarcı vb. özellikler taşıdığının nedenlerine bakmamız gerekiyor. 

Evet, halkımızın, çıkarcı ve bencil özellikler edinmesinin, tarihsel, siyasi ve kültürel nedenleri bulunuyor. Konuşulmayan hatta konuşulması bile yasaklanmış bu arka plandaki gerçekler, sizce neler olabilir. Gelin, 1910 yılından beri ülkeyi yöneten ve toplum mühendisliği yaparak bugünkü topluma şekil veren devlet aklına ve bu aklı savunan sağ ve ‘sol’ siyasi egemenleri inceleyelim! İsterseniz önce Majestelerinin Sol’una bakalım: 

1-     Kendine ‘sol’ diyen CHP, ne Ermeni, Helen, Kürt Süryani vb. soykırımlarıyla yüzleşmiş, ne de gerçek anlamda sol diyebileceğimiz kitlesel politikalar uygulamıştır. CHP’nin siyasi bagajında ki yük, kaldıramayacağı kadar ağırdır:  

  1. Bu parti, Nazım Hikmet-Şefik Hüsnü-Reşat Fuat Baraner(Atatürk’ün teyze oğlu)-H.Kıvılcımlı-M.Belli gibi yüzlerce sosyalistin gördüğü baskı-işkence ve ölümlerde payı olan, bunları görmeyen bir siyasete ve taraftarlara sahiptir.  
  2. Daha da ilginci, sanki sağcılık gelişsin ister gibi dini getirmiş devletin içine yerleştirmiştir. ‘Muasır medeniyet seviyesine’ çıkmayı hedefleyip, sonra da Avrupa’da ki laiklik ve seküler yaşamı dikkate almayan, Diyanet İşlerini, İmam Hatip okullarını devlet eliyle örgütleyen bir CHP’nin solculuğu ne kadar inandırıcıdır?   
  3. En ilginci; kendileri de iç savaşta ve zor şartlarda olmalarına rağmen Sovyetler Birliği Yönetimi, Kurtuluş savaşına her türlü desteği yapmış fakat bizimkiler gidip ülkemizi işgal eden kapitalist ülkelerin sistemini benimsemişlerdir.  
  4. Feodalizmi dahi tasfiye edemeyen veya etmeyen CHP, Padişahlığı yıkarak yerine kurduğu demokratik olmayan Cumhuriyetle idare ederek bugünlere gelmiştir. Bundan başka da elinde olumlu herhangi bir siyasi enstrümanı da yoktur! Neden % 20-30 bandını aşamadığını anlamamak için aptal olmak gerekir. Kaldı ki bu oranın içinde devletin baskısından buraya sığınmış Aleviler, devrim inancını başka bahara ertelemiş devrimciler ve de cumhuriyete sorgulamadan biat eden küçük ve orta burjuva kesimler bulunmaktadır. Bu kitlenin içinde yoksullar, işçi sınıfı, köylülük, Kürtler vb. sınıf ve katmanlar yoktur! Sadece Kılıçdaroğlu’nun çabasıyla RTE iktidarından iğrenmiş dini bütün ve ülkücü kesimlerden bazı dürüst insanlar yer almaktadır. 
  5. CHP’nin iktidar olduğu 1923-50, 1960-63, 1974-76 ve sonrası aralıklı iktidar süreçlerinde, kuru cumhuriyetçilik dışında ciddi ekonomik-sosyal vb. hiçbir politika geliştirilememiştir.1950 öncesi Köy Enstitüleri, 1974 Ecevit iktidarında ki solcu politikalar sadece geçici umut veren politikalar olarak kalmıştır. Özellikle kendisine yapılan suikast, emperyalistler ve onun işbirlikçileri tarafından uygulanan ambargo sonucu Ecevit, 1978 Eylülün de ABD ile anlaşma yaparak tüm solcu içeriğini boşaltmıştır. 1978 sonunda DİSK’e ‘gölge etme başka ihsan istemiyorum’ diyerek, MHP ile iktidar kurarak, Cezaevindeki devrimcileri kadın-erkek kimyasal silahlarla yakıp öldürme emrini vererek, ‘faşist’ manifestoya imzasını atmıştır. Böylece Sosyal-Demokrasinin kitlelerle tutarlı ve sürdürülebilir ciddi hiçbir ilişkisinin, cumhuriyet dışında olmadığını görüyoruz. Kılıçdaroğlu bu yönde olumlu çabalar harcıyor olsa da hem yanında ki sağcı partiler, hem de iktidar olmaması nedeniyle kesin bir yargıya varamıyoruz.         

2-     İkinci büyük sorun, CHP ile devlet ilişkisinde yatmaktadır. Devletin 1910’lardan beri gelen ırkçı ve dinci politikası, birçok olumsuz operasyona imza atmıştır. Bu politikalar içinde Ermeni-Rum-Kürt vb. halklara yönelik katliamlar da mevcut. İnkâr ederek ve tarihi çarpıtmalarla bu politikaları destekleyen, ‘anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz’ kararıyla Kürt devrimcilerin ezilmesine onay veren CHP,  bir de kendine Sosyal-Demokrat demektedir. Hâlbuki CHP’nin biat ettiği Türk-İslam Sentezi olarak formüle edilen bu devlet aklı, ülkemizdeki tüm kötülüklerin anasıdır: katliamlar-hırsızlık-çocuk istismarı-kadın cinayetleri-uyuşturucu-mafya ilişkileri-suikastlar-hayat pahalılığı-soygun, yasadışılık vb.leri sayılabilir. Arkadaşlarımızın asılmasına sağcılar ve CHP’liler birlikte karar vermediler mi? 1972 yılında Kızıldere’de arkadaşlarımızı katledenler ‘solcu’ ve de sağcı cuntacıların ortak iktidarı değil miydi?  Peki, Kılıçdaroğlu ne yapıyor? Daha önce Ecevit’in denediği ve sonunda devletin ırkçı savunucusu haline gelen pratiği yineliyor. Tüm kötülüklere karşı savaş açmış Kılıçdaroğlu, bu tavrıyla sonuçta Ecevit’ten de kötü bir hale gelirse şaşmamak gerekiyor. Mücadele edecekse eğer, bu yolu değiştirmesi gerekiyor. Örneğin küçük bir test: ‘faili meçhul’ denen tüm siyasi cinayetleri ‘iktidara geldiğimizde çözeceğim’ der ve çözerse hepimiz bu partiyi desteklemeliyiz derim. İktidara geldiğinde bu terörü çözmesini engelleyenler mi var yoksa? Bunu demediği müddetçe, majestelerin solcu partisi olarak kalmaya ve cumhuriyete inanmışların dışında kimseye ulaşamayacağından emin olabilirsiniz. Kaldı ki cumhuriyeti de yolunmuş kuşa çevirdiler o da başka! 

CHP’ye ilişkin yukarıdaki analiz, elbette ki gerçeklerin sadece küçük bir parçası. Sorun aslında oldukça köklü ve çözümsüz noktalardadır. Halkın neden çıkarcı vb. olduğunu CHP’yi analiz ederek yeterince anlatamayız. Evet, CHP’yi destekleyenler de çıkarcı ve özel olma arzu ve şehvetin kurbanları. Ama en azından öğrenimleri, geçmişlerindeki sosyal birikimleri, onların sağcılar gibi cıvık ve iflah olmaz noktaya gitmelerini engellemektedir. Bu nedenle;  özellikle yoksul ve eğitimsiz milyonlar, bu politikalarla, mandacı sağcılığın kucağına itilmiş ve onlar da çaresizliğin sonucu, giderek sağcılara benzemeye başlamıştır. Bu açıdan sağcıları analiz etmeden sorunumuza cevap oluşturamayız. Şimdi de onlara bakalım:   

  1. Sağcı partiler, hep emperyalistlerle içli dışlı olmuşlardır. Ayrıca; kendine ülkenin sahibi rolünü biçen Ordu ve onun ideologları ulusalcı-ırkçı ve milliyetçilerle sanki demokratmış havasını vererek kayıkçı kavgası vermişlerdir. Fakat halkın gözünde hep çatışan iki kutup olarak görünmeyi başarmışlardır: CHP, İttihatçılığın devamcısı ve kıyımların mimarı, sağcı partiler de bu kıyımlara karşı çıkan demokrat ve halktan yana partilermiş gibi halkın beynine bu kod kazınmıştır. Bu kayıkçı kavgasına Erdoğan, 2014-15 yılında Ulusalcılarla yaptığı stratejik anlaşmayla son vermiştir. Böylece 2015’lere kadar sağcılığın idare ettiği demokratlık maskesi yırtılmış, devletin has siyasi organı oldukları halkın gözünde ortaya çıkmıştır. Siz, Erdoğan’ın Baykal tarafından kurtarılmasını, dokunulmazlıkların kaldırılmasını, yurt dışı operasyonların desteklenmesini, Kürt’lere karşı aynı çıkarcı yaklaşımları vb. ortaklıkları ne sanıyorsunuz ki? Bu tarihsel foyanın ortaya çıkması karşısında, proletarya devrimcileri hem bunun farkında olmadıkları hem de bu iki akımın peşi sıra sürüklendikleri için emekçi kitleleri aydınlatma görevini görememişlerdir. Milyonlar yine çıkarcı ve gemisini kurtaran kaptan misali yozlaşmanın içinde debelenip durmuş ve herkes de onları aptal sanmaya devam etmiştir.  
  2. Sağcı partiler, emperyalistlerden ve yoksul halktan gördükleri destekle, nasıl ki 1915 ve 1938’leri kullanarak CHP’yi siyasi alanda bloke etmişlerse, aynı şekilde ekonomik alandaki politikalarıyla ülkeye teknoloji artıklarını getirerek de CHP’yi, cumhuriyetçi kalesinden çıkmasına imkân vermemişlerdir. Tarımda ithal ve kalitesiz de olsa, makinalaşmayı sağlayan Menderes, Elektrik için barajlar inşa eden Demirel, ikinci el ve eski de olsa Telekomünikasyon ağını kuran Özal, halkı aldatmak için bu ekonomik gelişmeleri iyi kullanmışlardır. Bu konuda CHP’nin tek dayanağı Atatürk iktidarında kurulan hafif sanayi fabrikalarıdır. Ağır sanayi olarak Sovyetlerin kurduğu çelik fabrikaları var. Fakat bunlar, yarı ağır sanayi kuruluşlardır. Ağır sanayi fabrika (makine yapan) fabrikalar demektir. Böyle bir yatırımı da yapamamışlardır. CHP ne yazık ki köylülüğü ve yoksulları ikna edecek bu tür bir yatırımdan yoksun. İşte bu nedenledir ki ‘yaparsa sağ partiler yapar’ denmesinin arka planı budur. İnşaat işinden başka bir imalat ve yatırım yapmayan fakat cahillerin en kurnazı Erdoğan liderliğinde ki son sağcı parti ise, toplumun ilerici-sosyal-hoşgörü-dayanışma vb. olumlu değerlerini sadece aşındırmamış aksine hepsini havaya uçurmuştur. Bunun yerine gayrı ahlaki değerleri ikame ederek, yoksulların çoğunu, para-rüşvet-adam kayırma-popülizm-dini istismar-vatan-Sakarya vb. araçlarla kendine benzetmiştir. İşte, halkın % 40’dan fazlasının hala desteğini almasının arkasında yatan sosyo-ekonomik ve siyasi gerçekler bunlardır.  

Özetle; 1915 yılı ve sonrası soykırım uygulamalarını ve ekonomik başarısızlıkları çok iyi kullanan sağcılık, CHP’yi yüzde 30 civarından dondurmuştur. Sağcılık 1950’den itibaren ülkeyi yönetmektedir. Her ne kadar araya, İnönü-Ecevit vb. ‘sol’ iktidarlar girmişte olsa, sağ iktidarlar, emperyalizmin güçlü destekleriyle ekonomide ithal edilmiş ilerlemeler sağlayarak, ülkenin geri kesimlerini: ‘sorunlarımızı çözerse bunlar çözer’ repliğiyle bloke etmiştir. 

İşte bu nedenlerle kendinden-çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen bir toplum kesiminin yaratılmış olması, yukarıdaki gelişmelerin ışığında analiz ederek bir yargıya varılmalıdır. Yukarıdaki gerçekler, bize ülkemizin renkli röntgeni vermektedir.  

NOT: Önümüzdeki seçim hayati! Gelecek yazı; Seçimi Kim Alır? Ve Tavrımız Ne Olmalıdır? başlığıyla tartışalım derim..