Tarih boyunca toplumlar içerisinde egemen olmaya çalışan bir çok politik grup toplumda var olan din olgusunu siyasal iktidar aracı olarak kullanmıştır. Mevcut iktidarı ele geçirmek için insanların dini duygularını sömüren metotlarla çalışan bu gruplar, yeri geldiğinde kendilerini “Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcileri” ilan etmiş ve “Tanrı” adına insanlığı köleleştirmeye çalışmışlardır.

Din alet edilerek insanlar savaş cephelerine sürüklenmiş, birbirlerine kırdırılmış, ülkeler ilhak ve talan edilmiştir. Tarihten günümüze kadar din adına sürdürülen her savaş geriye miras olarak ölüm, açlık, yoksulluk ve gözyaşından başka birşey bırakmamıştır.

Tarih boyunca iktidar aracı olarak kullanılan Din bugünde hemen hemen her toplumda siyasi iktidar mücadelesinin önemli bir aracıdır. Özellikle insan hak ve özgürlülkerin anayasal güvenceye alınmadığı, demokrasilerinin gelişmediği toplumlarda din olgusu iktidarda olan siyasi gücün temel araçlarından biri olmuştur. Bunun en somut örneklerinden biri bugün İstanbul'da gözaltına alınarak Ankara'ya götürülüp, çıkarıldığı Ankara Adliyesi 3. Sulh Ceza hakimliğince tutuklanma kararı sonucu Sincan Kapalı Kadın Cezaevine gönderilen Türk Tabipleri Birliği başkanı Şebnem Korur Fincancı. Fincan’nın iktidara eleştirileri Adalet Bakanı Bekir Bozdağ tarafından 'Türk' ismine...’ ve ‘Türk milletine..’ hakaret olarak görülüp Fincancı hedef gösterilmiştir.

Bu tip otoriter sistemlerle yönetilen toplumlarda yaşayan ve kendisini yöneteceği iktidarı seçme hakkına sahip olamayan vatandaşlara özgür düşünme, düşündüklerini özgürce yazma, sivil örgütlenme ve muhalefet yapabilme gibi demokrasinin temeli olan bir çok vazgeçilmez hak “Tanrıya hakaret” ‘Millete hakaret’ ve “dinsizlik” olarak gösterilmekte, demokratik eylem haklarını arayan ve kullanmaya çalışan insanlar şiddet kullanılarak susturulmak istenmektedir.

Günümüzde dünya çapında yaşanan bir çok siyasi gelişme, ki buna en acı örnek İran’da Mahsa Amini’nin başörtüsünü istendiği gibi takmadığından dolayı 'Ahlak polisi’ tarafından Tahran'da 16 Eylül'de gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesiyle başlayan protestolar.  Amini’nin öldürülmesiyle başlayan protesto hareketleri vefatının 40’ıncı gününde de başta memleketi Sakkız şehrinde olmak üzere İran’ın birçok bölgesinde devam etti. Kırk günden beri aralıksız devam eden protesto hareketlerinde özgürlükleri için can verenlerin sayısı belli olmakla birlikte onlarcadır. Bu olay İran halkının otoriter dini mola hükümdarlığından oldukça uzun bir süre daha kurtulamıyacağını göstermektedir.

Petrol kuyularının başında oturan, halkı fakirleştikçe kendileri zenginleşen ve kendilerini Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri olarak gören ve böyle de göstermeye çalışan İran Mollaları, ellerinde ki bu iktidarı kaybetmemek adına toplumda hertürlü şiddeti uygulamakla birlikte, uyguladıkları bu şiddet rejimini “Tanrı'nın bir lütfu" olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Bundan kırk üç yıl önce İran şahına karşı gelişen halk hareketini, özgür ve bağımsız bir halk iktidarı için sokaklara döken Mollaların halka vadettikleri ‘Mutluluk ve Zenginlik’ bir türlü İran halkına ulaşmadı. Kırk üç yıldan beri halk fakirleştikçe Mollalar zenginleşti. Vadedilen özgürlüğün yerini Şah rejimini aratmayacak boyutlarda daha da baskıcı bir rejim aldı.

İran da yaşanılan son olaylar göstermektedir ki kırk üç yıldan beri Tanrıyla Kul arasına din aracılığıyla örülmek istenen kara duvar yavaş yavaş çatlamakdadır. Görülen o ki Mollalar rejiminin din adına ördüğü bu duvarda ki çatlak hergeçen gün giderek büyümekte ve bu köhne zihniyet tarafından onarılmayacak bir boyuta ulaşmaktadır.

1979 sonrasında İran da doğan bugünün yetişkin halkı sadece özgür bir toplumda yaşamak istemekle kalmayıp, kendilerini yönetecek iktidarı da kendileri belirlemek istemektedir. Görünen o ki İran gençliği kendilerine vaad edilen öbür dünyanın cennetini bu dünyada da yaşamak istiyor.

İran’daki gelişmeler giderek bir iç savaşa doğru gelişirken, Ortadoğu ve Türkiye gibi birçok ülkede de tam tersi bir gelişme yaşanmaktadır. Din siyasal iktidara gelmenin bir aracı olarak kullanılmakta, Din adına seçim propagandaları yapılmakta ve insanlar dini duygularından hareketle örgütlenmeye çalışılmaktadır. İnsanların dini inanç ve duyguları sömürülerek kitleler “Dinci” “Dinsiz” diye ayrıştırılarak birbirine düşman edilmektedir. Dini semboller kullanılarak toplumlar gerilmeye çalışılırken, aynı zamanda gücünü dine dayayan yeni bir sınıfta ekonomide palazlanarak gelişip güçlenmiştir. Bu siyasal güç – dini sınıf - yaratıkları yeşil sermayeden aldıkları güçle birlikte medyayı, iletişim araçlarını ve eğitim kurumlarınıda denetimleri altına alarak devletin ve iktidarın kendilerine yaratığı destekle giderek büyümüştür.

Ne yazık ki din kullanılarak yaratılan bu yeni egemen sınıf 20 yıldan beri iktidardaki AKP’nin kendilerine yarattığı cenneti gelecekte de onu tek başına iktidarda tutmak için, geleceğin tek siyasal belirleyici gücü olması için elinden gelen herşeyi esirgememektedir. Bugün sosyal ve toplumsal sorunlarını çözemeyen toplumlar demokrasiden ve hukuk devletinden uzaklaşarak teokratik ve dini temellere dayanan toplum modelleriyle çözeceklerine inanmaktadırlar. Halbuki din adına vadedilen toplumsal mutluluk İran’da olduğu gibi yanlızca dini araç olarak kullanan Mollalara zenginlik ve mutluluk getirmiştir.Topluma vaadedilen cennet ise yanlızca öteki dünya için geçerlidir.

Din adına Tanrıyla kul arasına örülmek istenen duvarlara karşı çözüm yolunu yine insanlığın kendisi bulacaktır. Demokrasinin yerleştiği toplumlarda inananlar inançlarıyla ve giyimleriyle özgürdür ve özgür olmalıdır. Esas olan bireylerin kendi yaşam biçimlerini kimseye dayatmadan ve başkalarınında yaşam tarzlarını engellemeden birlikte birarada yaşamayı sürdürmeyi öğrenmeleridir. Çok kültürlü anayasal demokratik toplumlarda dini dinci hokkabazların etkisinden kurtarmanın tek yolu ise toplumun tüm bireylerine sağlanan ibadet özgürlüğüdür. Din gerçek özgürlüğüne Tanrı ile Kul arasına din adına örülen duvarların yıkılmasıyla kavuşacaktır. Gerçek din topluma sadece öbür dünyada değil bu dünya da da mutluluğu vadeden dindir.