Nerden başlamalı?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu’nun başlattığı 'iktidar için değişim‘ talepleri ve bu taleplerle birlikte açtığı internet sitesiyle, CHP içinde iktidar mücadelesi resmen başlatılmış oldu. Her nekadar bu konuda taraflar birbirlerine karşı resmen cephe açarak CHP içindeki saflaşmayı dışarıya taşımış olmasalar bile, bölünmenin ilk adımları çoktan atılmış oldu. CHP içindeki iktidar mücadelesi yanlızca Ekrem Imamoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu’yla sınırlı değildir. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’nın başlattığı 'Değişim ve Adalet Yürüyüşü' CHP içindeki daha muhafazakar ve milliyetçi bir kesiminde CHP’deki iktidara talip olduklarını göstermektedir. İmamoğlu ve onu destekleyenler ilk adım olarak önce CHP içinde ve sonrasında kurultaya kadar olan süreçte de nasıl değişim talep edeceklerini dışardan gelecek önerileri de dikkate alarak daha net somutlaştıracaklarını belirtiyorlar. Talep ettikleri değişimi sadece partinin merkez kadrolarının değişimiyle sınırlı kılarlarsa, değişen fazla bir şey olmayacaktır.

Demokrasi için toplumsal değişimi yanlızca CHP ile sınırlamamak gerekir. Tüm muhalefet partilerinin de kendi içinde seçimlerdeki başarısızlıklarını parti içinde ve parti dışından gelecek katılımcılarla tartışıp, gelecek ikinci yüzyılın Türkiye’sinin nasıl olması gerektiğini ve demokrasi mücadelesine toplumsal katılımı nasıl sağlayacaklarının stratejisini geç kalmadan belirlemelidirler. Önümüzdeki yerel seçimlerde yeni bir siyasi kırılma ve hayal kırıklığı yaşamak ve yaşatmak istemiyorlarsa zaman geçirmeden yerelde toplumun taleplerini dikkate alarak seçim çalışmalarına bir an önce başlamalıdırlar.

14 Mayıs’ta gerek meclis seçimlerinde elde edilen sonuçlar ve gerekse de 14 ve 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan hayal kırıklığıyla toplum derin bir sessizliğe itildi. Muhalefet, özellikle CHP, Yeşil Sol Parti ve TİP’in – diğer irili ufaklı sol partiler de buna dahil- izledikleri ve yaptıkları seçim çalışmalarıyla toplumu toplumsal bir değişime inandırmakta eksik kaldılar. Yaşanan ekonomik kriz ve krizden nasıl bir ekonomik programla çıkalacağı konusunda somut taleplerle toplumu muhalefet etrafında örgütleyemediler. Sağ, radikal milliyetçilerle girişilen ittifak toplumda kabul görmedi. Bunu çok net bir şekilde hem meclis seçimlerinde alınan hem de cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarında görmekteyiz. Yaşanan derin krize rağmen Kürt ve mülteci düşmanlığı iktidara oy kazandırdı.

Türkiye’nin yapısal değişiminin önünü açacak yeni bir harekete ve demokrasi için toplumsal değişimi inşaa edecek yeni bir siyasi pradigmaya ve yeni bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Toplumsal Değişim için yereli temel alan örgütlenmeler hiç kuşkusuz demokrasi hareketinin de temel dinamikleri olacaktır. Seçimlerde mağlubiyetin sorumlusu siyasi partiler ve onların toplumun temel taleplerini dikkate almadan sürdürdükleri yanlış politikalarda aramak gerekir.

Değişimi Cumhuriyet Halk Partisi’inde başlatmak doğru bir adım olmakla birlikte, değişimi sadece CHP ile sınırlı kılmak bu başarısızlığı devam ettirecektir. Demokrasi için değişim hareketi toplumsal değişimi hedefleyen ve isteyen tüm siyasi partilerin önüne almaları gereken ivedi bir görev olmılıdır.  

Demokrasi için değişime nerden başlamalı?

Birlikte çalışan, birlikte üreten insanların ortak amaçlar ve hedeflerde buluşmaları ve toplumsal değişimi sağlamaları yerelden ve sosyal yaşamın her alanında yürütülecek bir örgütlenmeyle başlayan bir süreci kapsamalıdır. Hedef katılımcı demokrasiyi yaşamın bütün alanlarında etkin bir değerlerler bileşimi olarak hayata geçirmek olmalı ve ancak o zaman toplumsal bir değişimin ilk adımları atılabilir. Boş tarlaya ekilmeyen tohum ürün vermez. Sahip olduğunuz tarlayı gelişen ve değişen doğa ve iklim şartlarını dikkate alarak ekip biçmezseniz, sadece tarla sahibi olmanız size beklediğiniz ürünü vermez. Bu siyasi partiler ve sıivil toplum kuruluşları içinde temel kural olmalıdır.

Temsili Demokrasilerde erkler ayrımı sağlam, katılımcılığı hedeflemedeğinden hep sancılı ve sorunludur. Bunu en somut örneklerini bugün  birçok batı Avrupa ülkesinde de de görmekteyiz.

Toplumsal, katılımcı demokrasinin en temel değerlerinden biri de sosyal ve ekonomik hakların çalışan ve üreten bireylerin insanca yaşamalarını güvenceye almalarını sağlamak olmalıdır. Toplumsal refah tüm toplum için sağlandıkça demokrasi güçlenir ve kalıcılaşır. Gerek Avrupa’da ve gerekse Türkiye’de Demokrasi tartışmalarında sosyal haklar hep geri planda tutulur, oysaki sosyal haklar siyasetin ana güvdesini oluşturnaktadır.  

Toplumsal değişim demokrasi ile taçlandırılmak isteniyorsa yerelden ve bölgelerden başlamak bir zorunluluktur. Belediyeler vatandaşların siyasal katılımın ana merkezleri olmalıdır. Katılımcı demokrasilerde yereli temel alarak siyasal katılımı altan genele - üste -  doğru  bir duvar gibi örerseniz çatısı sağlam  başarılı ve kalıcılaşan bir yapı oluşturabilirsiniz.

Yerel’de başlatılan çalışmalar bölgeler bazında ağ çalışmalarıyla (netzwerk) örülmelidir. Türkiye gibi ülkelerde toplumsal ve kültürel farklılıklar bir zenginlik olarak görülüp, her yerelin kültürel ve sosyal farklılıklarını ilgili belediye yönetmenlikleri ile bir nevi belediye anayasaları oluşturarak güvence altına almak yerel siyaseti güçlendirir. Bunu için mümkün olduğunca çok sayıda vatandaşın ve sivil toplum kuruluşunun katıldığı yerel ve bölgesel meclisler kurularak şehir veya bölge meclislerinin etkinliği merkezi siyaset üzerinde etkili ve belirleyeci bir güce dönüştürülmelidir. Yerel parlamentolar toplumıun katılım biçimlerini, o yerele özgü sorunları temel alarak, tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. Belediyeler yerel düzeyde vatandaşların demokrasiye ve siyasete güven ve bağlılığını, onları yerel siyasete ve projelere katılımını teşvik edebileceği oranda başarılı olacaktır.

Demokrasinin kalıcılığı ve korunması ancak toplumun mümkün olduğu kadar bir çok alanda demokratik olarak şekillendirilmiş ve demokrasiyi destekleyen çeşitli kurum ve süreçlerle de desteklenmelidir. Bu aynı zamanda vatandaşların kamu işlerine yoğun katılımı demektir.

Belediyeler demokrasinin yerel çekirdekleridir. Birçok belediyede (fazla bir sayıda olmasa da) halihazırda etkileyici sonuçları olan irili ufaklı katılım projeleri bulunmaktadır. Bununla birlikte, vatandaşların belediyelerde ve bir bütün olarak Türkiye’de siyasi katılımı henüz günlük kültürün bir parçası değildir. Bunun çeşitli nedenleri vardır ve bunu kısaca özetlersek:

Halkın siyasete katılımı genellikle Partilerin Merkez organları tarafından istenmemekte veyahut yukardan tek şahıslar tarafından atamalarla parti organları belirlenmektedir. Bu durum siyasetin tıkanmasına ve partilerin toplum nezdinde çekiciliğini yitirmesine yol açmaktadır. Her ne kadar söylemde siyasi partilere 'demokrasinin bekçileridir‘ payesi biçilse de, halkın yerelden başlamak üzere katılımcılığı öne alınmadığı sürece siyaset kişisel kaygılar ve iktidarda kalmak için bir araca dönüşerek demokrasinin önü tıkatılmaktadır. Karar mekanizmalarında kişisel kaygı ve adam kayırmacılığının öne çıkmadığı partiler de ve sivil toplum kuruluşlarında siyaseti etkileme ve vatandaşların siyasete katılımını daha başarılı olur.

Kısaca Demokrasi, yönetimin halk tarafından uygulanması demekse, her bireyin siyasi süreçlere ve kararlara dahil edilmesi için partilerde, derneklerde veya yurttaş inisiyatiflerinde, seçimlere katılım toplumsal sorumluluk yoluyla kurumsallaştırılmalıdır.

Türkiye’de önümüzdeki yerel seçimlere (2024) çok uzun bir zaman kalmamasına rağmen siyasi katılım, ev gezileri, komşuluk ve mahalle ziyaretleri ve dahası gazete okumaktan, göreve aday olmaya kadar pek çok biçimde yeniden örgütlenmeli ve teşvik edilmelidir. Her ne kadar serbest seçimler olmadan demokrasi düşünülmiyorsa da, seçimlerde halkın aktif katılımcılığı, siyaseti yönlendirmede belirli olmalıdır.

Halk olmadan hiçbir siyasi karar alınmamalıdır. Partiler, devlet ile toplum arasındaki köprü olmalıdır. Ayrıcalıkların son bulduğu ve siyasetin gücünden faydalananların uzak tutulduğu bir siyaset alanı canlı  ve dinamik olur. Çünkü burda belirleyici güç halkın kendisidir. Belediye ve yerel yönetimlerde İdari düzenlermeler demokratik ilkelere uygun olmalı ve denetlenmeye açık olmalıdır. Belediye yönetimleri fonların ve varlıklarının kaynağını ve kullanımını kamuya düzenli olarak açıklamalıdırlar.

Siyasal katılım öncelikle partilere ve sivil toplum kuruluşlarına aktif katılım yoluyla gerçekleşir. Partilerde ve STK‘da farklı düşünen, ama demokrasinin temel değerlerini sahiplenen ve koruyan kişiler sadece siyasi görüş ve iradenin oluşmasına katkıda bulunmazlar, aynı zamanda siyasi hayatı o kadar belirlerler ki siyasi sistemin parti devleti veya parti demokrasisi olarak inşaa edilmesinin ve korunmasının da belirleyicileri gücü olurlar. Bireylerin toplumdaki farklı siyasi fikir ve çıkarları dile getirmeleri, bunları siyasi kavram ve programlarda somutlaştırarak toplumsal sorunlara kolektif olarak çözüm aramaları, demokrasi ve siyasi kültürü de geliştirir.

Parti ve STK’da bireylerin fikirlerini ve görüşlerini duyurmak ve kamuoyunu siyasi olarak etkilemelerine ortam sağlamak yine bu kurumların temel görevlerinden biri olmalıdır. Bu Vatandaşlara siyasi sorumluluk üstlenebilmeleri için aktif olarak siyasete katılma ve deneyim kazanma fırsatı sunacaktır. Belediye meclisleri, parlamento ve sivil toplum kuruluşlarının seçimleri için adaylar ve siyasi makamlar için yöneticiler tabandan gelen öneriler dikkate alınarak belirlenmeli ve yukardan müdahalelerin olmadığı serbest seçimle belirlenmelidirler. Özellikle de muhalefet partilerinin buna dikkat etmeleri ve organların seçiminde uyulması gereken zorunlu bir ilke olmalıdır.

Parti içi demokrasi partiler için gereklidir, ve bu parti içinde dinamik bir siyasi yaşamı canlandırır. Bu durum diğer tüm dernekler, sendikalar için de gereklidir. Tüm kararlar, parti üyeleri veya parti üyeleri tarafından seçim ve oylamalarda seçilen delegeler tarafından alınmalıdır. Özellikle Partilerin yerel ve bölgesel  temsilcilikleri sınırlı bir süre için gizli oyla oluşturulmalıdır. Tüm üyeler eşit oy hakkına sahiptir.

Evet, değişerek iktidar olmak istiyorsak, Türkiye’yi demokrasi ve toplumsal barış yolunda daha da yukarlara taşımak hedefiyle yola çıkdığımızda, siyaset toplumsal katılıma açık olmalıdır. Demokrasi’nin değerlerini temel alan anayasal bir sistem katılımla gelişir. Siyasi katılım toplumun vazgeçilmez temeli olmalıdır. Ancak katılım biçimleri, prosedürleri ve kapsamı her alanda ve her yerelde tartışmalıdır.

Sivil Toplum Örgütleri, bunların etki alanlarını ve taleplerini dikkate alan politikalar üretmek siyasi karar verme ve seçimlerden oluşan parlamento ve yerel seçim süreçleri, demokrasiyi canlı ve topluma yakın kılmak için kısmen yeterlidir. Ancak katılım seçimlerden daha fazlasını içerir ve kalıcıdır.