Nereye baktığın değil, nereden baktığın önemlidir derler, aslında bu bakışta, nerden baktığın kadar, o baktığın yere gelirken, edindiğin tecrübelerin sonucu geliştirdiğin kültürel donanımın da önemi vardır. Çünkü baktığın o yerden gördüklerini, o zamana kadar ki yaşantın boyunca edindiğin bilgi birikiminin kültürel değerleriyle yorumlarsın. Peki Bizler bulunduğumuz yerde gördüklerimizi, kendi yerlerimize göre alıp, onu değerlendirmiyor muyuz? yaşadığımız yerlerde herkesin farklı farkı şeyler görmüş olması normaldir. Farklı şeyler yapmış olması da, tabiki bu gelişmenin ve dönüşmenin pratikte başarılmasına bağlıdır.


Ben  meseleye devrimci bir kulvarda değişimden ve başarılı bir kültür derneğinin çalışma şartlarının yerine getirilip getirilmediğinden yola çıkarak değerlendiriyorum. Yaşadığımız Avrupa ülkelerinde, atın yanında kalan ya huyundan ya suyundan alır hesabı, ister istemez buralardan aldığımız, kültürel, sanatsal, siyasal ve  bilgi birikimiyle değerlendiriyorum. Bizim yaşadıklarımız ve gördüklerimiz Anadolu’dan, Mezopotamya‘dan ve Kürdistan dan çok farklı. Bunu göz önünde bulundurarak, bu farklılığımızı dışlamak yerine, bunun bir zenginlik olarak kabul ederek değerlendiriyorum.Bu bilincin ve kültürün gerektiğine de inanıyorum. Marks “Benim özelliğim biçimdir, manevi bireyselliğimidir bu benim. Üslüp insanın kendisidir” diyor. Marksist üslüp hakkında, Roger Garaudy’in “Kıyısız bir gerçeklik üzerine” adlı kitabına yazdığı önsöz de Aragon şöyle diyor: “Marksçı insan, bir bahse tutuşmuş olarak konuşur –giriştiği bahis bilimsel bir hipotezdir, diyebiliriz. ve kendinin, tutuştuğu bu bahsi bozacak her hatası, onun gözünde, insanlığa karşı işlenmiş bir suç değerindedir.”  Biz kendi dışımız da var olan şeyleri, bizden önce olmuş, bizim gördüklerimiz, ve dile getirdiklerimiz derneklerimizin yaşadıkları tıkanmaları dile getirmek istediğimdendir. Her hangi bir derneği karalamak ve yermek değildir amacım. Böyle anlaşılırsa, şimdididen çok özür dileyerek, öz eleştirimi vermeye hazırım. Derneklerin yaptıkları çalışmalara  somut dilde bunun adına gerçekçilik denir.


Her insanın gönlünün derinliklerinde, bazı şeylerin kendisinden sonraya kalması, kendisinden sonra ayakta durması, kendinden bir iz bırakması için bir tutku yatar. Avrupa ülkelerinde; Kültüre, sanata, edebiyata, sinemaya, tiyatroya, müziğe damgasını vuran bir çok kültür dernekleri var. Benim derdim derneklerin buralardan  geleceğe dair bir şeyler almasıdır ve de  bırakmasıdır.    

 
Politik insan ilişkimiz, demokrasi kültürümüz, Evrensel insan hakları, kültür  sorunu tartışmaları, kültür anlayışı anlamında kullandığımız argumanlardan kurtulamamış, tezatlarımızı, yanılmalarımızı ısrarla devam ediyoruz. Ve bunu hala kitle iletişim, demokratik kitle dernekleri (parti dernekleri) alanlarında yansıtıyoruz..Derneklerde yapılan folklor, saz kursları vb kültür dernekleri  yapmaya yetmemektedir. 30 yıl önceside böyle idi bugün de  devam ediyor. Avrupa daki kültür dernekleri(!) sağlıklı bir tartışma ve öğrenme süreci yaşayamadı. Bir çok yeni gelişmenin sıcak pratiği olmasına rağmen, konuya ilişkin tartışmalarda sığ kaldı. Ezbere dayanan basma kalıp sözlerle hep geçiştirildi.

Dolayısıyla  Avrupa da uzun yıllar bulunsakta, yaşasakta, ilerleme görece olarak görünse de gerçekte kaplumbağa  hızını aşamadığımız ortadadır. Avrupa‘da olmak "Nereden hiçbir yere" olarak ilerleme görece olarak karşımızda.Göçmenlerin sorunlarına ve bunların çözüm yollarına ilişkin  ne adım var ne de niyet. Çünkü şimdiye kadar üç beş kelimeyle derneklerde yapılanlar ortada. Gelinen nokta da neden böyle olduğuna dair ne  bir sorgulama, nede bir yüzleşme vardır.

Gönul istiyor ki derneklerimiz de  toplum olarak kullandığımız yerlerde gelişim ve dönüşüm yaşansın, gönül istiyorki gelen çocuklarımıza önem verilsin, onları eğitecek olan yerlerimizde yeteri  kadar uzman  eğitimcilerimiz olsun. Pedogojik, sosyolojik, psikolojik olarak uzman dostlarımızla elele vererek bu sürece müdahale edebilsek, Dinlemeyi, öğrenmeyi, gelişmeyi, dönüşmeyi ilk önce bulunduğumuz alanda, yanyana omuz omuza olduğumuz insanlarla başlatabilsek. Demokrasi dediğimiz şeyi önce kendimiz de isteyebilsek, Demokrasi kültürümüzü, insan sevgisi ve saygısı ile geliştirebilsek diye sesli düşünmek istiyorum.

 Neden bir yere varamıyoruz?

Avrupa ülkelerinde, kendi aramızda sevgisiz, saygısız ve anlayışsız bir ortamı soluyoruz ve  yaşıyoruz.Kısacası kendi aramızda(derneklerde) bile İnsan değeri, insan ilişkileri anlaşılmıyor.

Aslında her şey yolundadır diyeceğim ama dilim varıyor. Büyük  (adalet, eşitlik, insan sevgisi, saygısı  vb,sözlere sığınanların yaşamları tam iki yüzlü devam ediyor. arkadan konuşma, dedikodu, riyakarlık devam ediyor. Hangi derneğe gidilirse gidilsin masa başı çekiştirmeler en kirli yöntemleriyle devam ediyor. Dernek çalışmaları, politik çalışma yapanlar arasında diologsuzluk devam ediyor.


Artık dünyada sigara içilmesin diye kampanlar yapılırken, kapalı alanlarda ve Restuarant'larda sigara içilmesi yasaklanırken, derneklere sigara işilmeye devam ediliyor.(üstelik para cezası uygulanmasına rağmen) Hele bir derneğin, gençlerin odasını sigara içenler odası yaptıklarını gördüm. Burası gençlerin odası değil mi diye sorduğumda gençler ilgisiz, derneğe gelmiyorlar eskisi gibi bir cevap aldım. Dışarıda içildiği zaman üst kattaki komşular şikayet ediyor. bu cevaba daha da kötü oldum. sözümona gençlere önem veriyoruz, peki böyle mi?


Bahane de hazır, gençler gelmiyor) .Gençlerin derneklerden uzaklaşmaya başlaması, çarpıcı bir çalışma yokluğundan olduğunu bir türlü kavrayamayan dernek yöneticileriyle karşı karşıyayız. Derneğe gelenler birşeylerin değişeceğini sanıyorlar ama bu gelişmeyi  bir türlü kendilerinden başlatmıyorlar. Bir yöntem tutturmuş gidiyoruz ‚‘ kimlik bunalımı‘‘ oysa Avrupa‘daki Anadolu ve Mezopotamya‘lıların yaşadıkları kimlik bunalımı sosyal ve kültürel düzeylere ait bir olgudur. Kimi derneklere göre sosyalist ideoloji ve enternasyonalist bilinç, kimilerine göre yaşam felsefesi diye sığındıkları Alevilik, Süryanilik, Kürtlük veya Türklük ile çıkış yolu aranmaktadır. (Faşist ve dinci dernekler bu yazı içinde geçmemektedir, Çünkü onlar, devlet ana, devlet baba ve padişahım çok yaşa kültürü ile yatıp kalkıyorlar. ) Derneklerde bir gelişimin olması istenmiyor. Çünkü açlıktan kıvranan insanlara kültür öğrenin, Şiir yazın, kitap-gazete okuyun kitap- gazete alın gibi bir şey yok. Devrimci , ilerici dernekler kişisel kaygılardan, anlamsız rekabetlerden, küçük hesaplardan sıyrılmadıkça, günü birlik işlerden ve  ilişkilerden kurtulmadıkça,  biribirimize karşı kaygılarımız, dernekler arasında kopukluk var olmaya devam edecektir, kaygıların kaynağı bulunup çözülmeyecektir.


Demokrasi denen şeyi, önce bireyin kendisi benimsemedikce, Kültür konusunda gelişmedikce, demokratik davranmadıkca, ekonomik, politik, sosyal ve siyasal hayatı kolaylaştırmadıkca, gelişim ve dönüşüm olmadıkca, görülmeyen ve uygulanmayan, yazılmayan ve önerilmeyen yerde merak da olmaz. Bilgi de olmaz. Eleştiri ve Öz eleştiride olmaz.


Bu yazıya neden gereksinim duydum, Ben,çok sevdiğim arkadaşım Ali ve babası Hasan Amca ile beraber gittik. dinleti çok güzeldi, şair ve iki sanatçı çok güzeldi. Söyledikleri şarkıları şiirleri anlamasam da, çocukluğuma gittim. yüreğime hitap ediyordu. kendimi melodiye bırakmşım, melodiyle bütünleşmiştim ama gelin görün ki bir zaman diliminden sonra çocuklar ortalık yerde dolaşmaya başladılar. Tabi ki çocukların bağırtısı beni, bu tılsımlı müzik melodisinden kopardı.  İçim içimi yiye yiye oturuyorum, çocuk seslerinden dolayı müzikten tam koptum.Sabrımı zorladım ama bir nokta dan sonra dayanamadım biraz yüksek sesle herkesin duyabileceği bir tonda'' arkadaşlar çocuklarımızı dışarı çıkartalım'' dedim kimseden ses yok. ama çocukların bağırtıları ve ses çıkarmaları devam etti. çocuk ağlamaları devam etti dinleti boyunca.  artık dinletiden koptum. oturmak için oturuyordum. her ne kadar dinliyor görünsemde içimden geçen fırtınalarda çoğalıyordu. Bu ne biçim bir organize, bu ne biçim bir dernek, bu ne biçim bir toplum , bu ne biçim insan. Bu ne biçim bir kültür diye içimden geçirdim.


 Kimbilir kaç kez bu sorundan dolayı toplantıları düzenleyenler ikaz edilmiştir, ama kim kime dum duma devam ediyor hala. İşin garibi, lafa geldiğinde herkes bu dertten muzdarip! ya pratikde. öyle mi? 
Bu yazının amacı yanıltılan insan çalışmaları, yanıltılan kültür çalışmaları, yanıltılan dinleyici potansiyeli ve yanıltılan sanatçıya saygıdan dolayıdır. Bu bir tepki yazısıdır.

Dernek içinde ; okuruyla , dinleyicisiyle, faliyete katılanıyla, üyesiyle tafartarıyla erdemliliğe sahip çıkma kültürünün, günün birini beklemeden tavır almak ve artık yeter demesini görmek istememdir.


Avusturya, dünyanın  önemli kültür şehirlerinden biridir. Viyana‘nın her sokağı bir kültür evidir. Kafetaryaların da, lokallerinde, tiyatrosunda, müzik evlerinde vb yerlerde insana dair aklımıza ne geliyorsa, seviyenin ve saygının atmosferini görebilirsiniz. Dinletiye, tiyatroya, müziğe, şiire bir değer vardır. Buralara gelen her insan bu bilinçle geliyor.İlgiyle geziyor, ilgiyle bakıyor ve alacağını alarak dönüyor. Hiç bir Avusturyalı çocuğuyla tiyatro’ya gelmez. Gören  varmıdır?( Avusturyalı, çocuğuyla konsere ve dinletiye de gelmez. Hadi diyelim geldi, geldiği yerde mutlaka çocuk bakıcıları ve çocuk odaları vardır.)


Ya bizimkiler! 
Bizimkilerin kültür faaliyetlerini bilmeyen var mı?  ya peki derneklere, insanlarımızın ne amaçla geldiklerini bilmeyen var mı? Bizimkiler başkalarına gelince Kral çıplak demiyorlar diye onları eleştirirler ama kendileri ise dernekteki laçkalıklara, üretimsizliğe, başarısızlığa, tıkanan ilişkilere sessiz kalıyorlar. Elimizden gelen budur demeyi daha uygun buluyorlar.Bazen, böyle gelmiş böyle gider diyen bir nesilden geldiğimizi unutuyorum. Güzellikleri kendimize layık görmeyen mazoşist bir kişiliği içselleştirdiğimizi unutuyorum. Artık garipsemiyoruz. Derneğe, (Dinletiye, panele) gelenin rahatsız olmasını hiç önemsemeyen, zevkini yada isteğini kendi bencil kişiliğine göre algılayan bir mantığın feodal-gerici tutum sergilemesiyle karşı karşıya kaldık, kalıyoruz. Malasef derneklerimizde bu furya devam ediyor. Hiç bir toplantıya, tiyatroya,  müzik ve şiir dinletisine çoluk çocuk getirmeden rahat etmeyen bir toplum olduk vesselam. sevgiyi saygıyı  bile çıkara dayalı bir yaşama getirdik ya, artık sırtımız yere gelmez!


Bektaşi'yi camide basmışlar da.'' Ulan bu ne rezillik !'' deyince, '' Yersizlik ağam, yersizlik'' demiş. Bizimkiler yıllardır yersizlik diye diye bugünlere geldiler, 80' leri anlıyorum, gerçekten ekenomik olarak şartlar çok ağırdı, insanlarımızın çalışma koşulları çok kötüydü, etrafımızda dükkanı olan bir insan dahi yoktu. Derneklerimiz hep bodrum lardaydı.
Ya peki şimdi! Etrafımızda çokca  iş adamlarımız varken, dernek yerlerimiz satın alınırken, büyük geniş alanlarımız varken, etrafımızda, Akademisyenlerimiz  Avukatlarımız, Doktorlarımız, Edebiyatçılarımız, Psikoloklarımız,

Pedagog'larımız, Sosyal bilimcilerimiz varken,  neden dernek çalışmalarında bir gelişme olmuyor? 
Kültür kahveleri,  resim, sanat, tarih müzeleri, tiyaro ve  müzik evleri, tartıştıran, tartışan kültür dernekleri, opera müzikalleri, kütüphaneler. gençlik evleri, çocuk bakım yerleri, kültür sanat  dergileri ile ne kadar bilgiliyiz? Bizler buraları merak etmediğimiz sürece, bilmeyenler, tanımayanlar, gitmeyenler  olarak dernek çalışmasında ne kadar başarılı olabiliriz. Acaba neyin  derneği olabiliriz? Ya da kültür derneği olabilir miyiz?

Bizimkiler, aldıkları kültür kadar, kendilerinin bakabildikleri, görebildikleri alan kadar  dernek çalışmalarını yürütüyorlar. Dostlar alışveriş de görsün diyerek 30 yıldan beri aynı tas aynı hamam  da  yıkanmaya devam ediyorlar.


Bizler, öğrendiklerimizi, gördüklerimizi, yaşadıklarımızı kendi dar grupçu çalışmalarımıza kurban ediyoruz. Yaşadığımız yerin somut durumlarına göre bir şeyleri değiştirerek, gelişime yönelik  şekillendirerek değerlendirebiliyormuyuz?

 

Hal  böyle olunca, baktığımız derya da derneklerin farklı farkı tıkanmaları yaşaması da normaldir diye düşünüyorum. Şimdi bizimkilere sorsanız varsa yoksa dernekler, peki derneklerin üretikleri ne var diye sorsak, derneğe gelenler ne kadar bir şeylerin farkında oluyor, ne kadar merak ediyor. Ne kadar öğreniyor, ne kadar olumsuzlukları sorguluyor. Oysa derneklerde  herkes ağız ağıza, kafa kafaya verip konuşmak varken, aynı müzik nakaratı gibi, gelişmeden yoksun  bol bol tekrarlayıp durdukları bayatlamış kelimeleri, taze ekmek gibi satmaya çalışıp duruyorlar. Burada duruyorum ve artık sesli düşünüyorum, Derneklerde muhabetin de, dinletinin de, toplantının da tadı yok. Yani kendi hayatımızın, ideallerimizin, içinde bulunduğumuz  durumun yetersizliklerinin algılanmasında ayak diretenlerle karşı karşıyayız.


Politik insan ilişkileri,demokrasi kültürü, insan hakları, kültür tartışmaları, kültür anlayışı anlamında kullandığımız argumanlardan kurtulamamış tezatlarımızı, yanılmalarımızı devam ediyoruz. ve hala kitle iletişim alanlarında yansıtıyoruz.. Ve hala kendimizle uğraşmaya devam ediyoruz. Kendi dernek çalışmalarımızın başarısızlığını, yetersizliklerimizi kabullenmeyerek başkalarına atmaya devam ediyoruz.

Her ne kadar da Avrupa da yaşasak da, ilerleme görece olarak görunse de gerçekte kaplumbağa hızını aşamadığımız ortadadır. Avrupa da yaşasak da "Nereden hiçbir yere" olarak ilerleme görece olarak karşımızda. 

Gönül istiyor ki derneklerimiz, kollektif olarak kullandığımız yerlerde gelişim ve dönüşüm yaşatabilse, gönül istiyor ki gelen çocuklarımızın derslerine yardımcı olabilecek olanaklar yaratılabilse, gönül istiyor ki çocukların sorunlarını anne- babalar, ablalar-abiler anlayabilse, onları eğitecek olan derneklerimiz yeteri kadar ilgilense, destek verse,kolletif bilincin değerleriyle birbirimizi anlayabilsek, pedogojik, sosyolojik, psikolojik olarak uzman dostlarımızla elele vererek bu sürece müdahale edebilsek, Dinlemeyi, öğrenmeyi, gelişmeyi, dönüşmeyi ilk önce bulunduğumuz alanda, yanyana omuz omuza olduğumuz insanlarla başlatabilsek. Demokrasi dediğimiz şeyi önce kendimiz de isteyebilsek, Demokrasi kültürümüzü, insan sevgimizi ve saygımızı  geliştirebilsek diye nice nice güzel demokratik bir ortamda, demokrasi bilincinin merak edilmesi dileklerimle.