6/7 Eylül 1955 , Rumlar ve Azınlıklara karşı katliam, talan ve yağma girişimidir.


İstanbul ve İzmir yağmacıları; Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evin bombalanması bahane edilerek, ki sonradan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından bombalandığı açığa çıktı. iki gün süren İstanbul ve İzmir'deki gösteriler özellikle Rumlara ve bütün azınlıklara yönelik bir tahrip ve yağma hareketine dönüştü. İstanbul ve İzmir'de sıkıyönetim ilan edildi. Atatürk'ün evi bahanesiyle tertiplenen olaylar, öncesi ve sonrasıyla, Türk milliyetçiliğinin ırkçı kirli yüzünü teyit ediyor.


Irkçılığın bu kadar rahat sergilenmesi, nefret söyleminin bu kadar kolay dışa vurulması, intikam çağrılarının böylesine pervasızca dillendirilmesi insanlık dışıydı. TSK'nın generallerinin,tertibin içinde olması insanlık dışıydı, Sabri Yirmibeşoğlu'nun yaptığı konuşma insanlıktan öte, utanç vericiydi. Taksim, Beyoğlu, Unkapanı, Gedikpaşa, Kurtuluş, Şişli, Feriköy'de söylenen sözler, taşınan ırkçı pankartlar insanlık dışıydı, atılan nefret dolu sloganlar utanç vericiydi. Hükümetin, üzüntü bildiren hiçbir açıklama yapmamış olması utanç vericiydi. T.C Medyasının büyük bir çoğunluğu ırkçılığı ve nefret söylemini görmezden gelen tutumu da aynı şekilde utanç vericidir.

Başbakan’ın ırkçılığı ve nefret söylemiyle yüzleşmekten kaçınmanın tipik bir örneğiydi. utanç verici bir durumdu.Köklü ve yaygın kötülükleri önemsiz gösterme, bu ülkede yerleşik bir yönetme tekniğidir. Bu devletin “olağan pratiği” olan pek çok melanet, iktidarda olanlar tarafından hep “ münferit” olarak sunulmuştur. T.C'nin bütün karakolları işkence merkezi haline getirilmişken, katliamlar meşru görülürken, iktidardakiler hep kendilerini haklı gösterdiler.Ve yapılan katliamları, vahşetleri, talanları görmemezlikten geldiler hep. Bütün bunlara sessiz kalmak, görmemezlikten gelmek demek yapılanları bir bakıma onaylamak demektir. . Böyle yapmakla da yaygınlaşmasına hizmet etmek demektir.. Irkçılık, bu ülkenin yüzleşilmeyen en derin hakikatlerinden biridir. Gündelik hayatta çeşitli kılıklarda sıkça rastladığımız bir davranış şeklidir. Siyaset, yönetim ve medya dünyası da ırkçılığın normalleşmesini adeta teşvik ediyor. Yargı da, egemen Türkçülüğü- ırkçılığı ve devlet politikalarıyla örtüşen nefret söylemini suç olarak görmüyor. 

T:C'nin inkar ve Asimilasyon poltikasına kısa bir giriş.


Türk milliyetçileri,Türkleştirme politikasının en önemli boyutunun bilinciyle, dil birliğini sağlamlaştırmak istiyorlardı. Bunun için  yasa-masa dinlemeden, saldırı ve şiddet kampanyaları geliştirdiler. Talebe cemiyetleri Azınlıkları Türkçe konuşmaya mecbur eden „Vatandaş Türkçe Konuş“ kampanyaları başlattı. Kendi dilini konuşanlar taciz edildi, dövüldü ve de türklüğe hakeret suçlarından hemde yargılandılar.

Yıl  Ekim 1927
"Atatürk, „ milletin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk milletindenim diyen insana, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz” demişti.

17 Şubat 1931. Adana Türk Ocağı’nı ziyareti sırasında da Türk Ocakları’na özellikle “Türkleştirme” yönünde bir görev düştüğünü ve Türkçe konuşmayanlara  gösterilmemesini vurgular. Türkçe konuşmayan bir insan  Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. Efendiler, herhangi bir felaket gününde bu insanlar başka dillerle konuşan  başka insanlarla elele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi (…) bu gibi unsurlar bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır. Füsun Üstel 1997. S.366) (…) Kendisini ziyarete gelen delegelere de “Biz doğrudan doğruya  milliyetperveriz, Türk milliyetçisiyiz” demekle ve Türk harsının güçlendirilmesi konusunda Türk Ocaklarının önderliğini teşvik etmektedir. F.Üstel. 1997.s.191.

Türk Ocakları kendilerine milli simge olarak da “Bozkurt’u seçmiştir. 

Türk Ocağı Marşı
“Türk’üz, ederiz daim iftihar
Hilkatta başlar tarihimiz var
Kalplerde Türklük aşk ile çarpar,
Yok bize başka yar
Önde Bayrak, elde süngü, kalpte tanrı biz
Dünyaya hakim olmak isteriz,
Mabedimiz Türk Ocağı, Kabemiz de yüce parlak
Turan’dır hep ancak.”


Gerek kampanyalar gerekse de Atatürk’ün konuşmaları basına da yansıdı. Ve basın aracılığıyla yürütülen Türk milliyetçiliği propagandası tuttu. Ve kitleler arasında büyük destek gördü. Devlet tarafından beslenen, desteklenen ve yönlendirilen gazeteler Türkçe konuşmayanlara karşı tehditler yağdırıyordu. Gazetelerden sadece biri ,Edirne Postası bakın neler yazıyor.” Eğer Türkçe konuşmayacaksanız ve eğer Türklüğe ve onun lisanına hürmet etmeyecekseniz bu memlekette ne işiniz vardır, arzu ettiğiniz yere gitmekte serbestsiniz. Son söz olarak deriz ki Türkçe konuşmaya mecbursunuz ve Türkçe konuşmayanlar bizden değildir ve bu memlekette de yaşamayazlar” Rıfat.N.Bali. Cumhuriyet yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni.1923-1945 .s.144.145. iletişim yayınları.2003.

Azınlıklardan Sorumlu 1X. Büro’nun Hırıstiyanlarla ilgili Raporunda ise bakın ne yazıyor“Bu hususta söylenecek tek söz, İstanbul fethinin (beşyüz) yıl dönümüne kadar İstanbul’u tek Rumsuz bir hale getirmektir.“ Ayhan Aktar. Varlık vergisi ve Türkleştirme’ Politikaları, İletişim yayınları. 2002.s.58.

1935 istattistiklerine göre Türkiye’de 108.725 Rum, 57.599 Ermeni, 56.846 Yahudi bulunmaktadır. Bunların %90’ı İstanbul’da yaşamaktadır.Asimilasyon ve Resmi İdeolojinin Yayılması.Kürdistan’a Türk Muhacirlerinin yerleştirilmesi;Türk Muhacirleri ile iskan edilecek beş senede Türk ekseriyetinin sülüsan nisbetine çıkarılması elzemdir. Bu muhacirler evvelemirde boş Ermeni köylerini ve istimlak edilecek çiftliklere vesair araziye atide gösterilecek şekilde yerleştirilir.. Beyaz soykırım. Gülçiçek.G.Tekin.s.135.

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte din Türkcüğün hizmetine sokuldu. Devletin dini islam olarak kabul edildi.Osmanlı'nın bütün dini kurumları kapatıldı. Bunların yerine  devlete bağlı ve devletin hizmetinde "Diyanet Kurumu "kuruldu.  İslam dini tek mezhebe, Hanifilik mezhebine dayatıldı. Kürdün, Türkün ve Arabın vb inancları olan Alevilik inancı ve Şafiilik mezhebi yasaklandı.Gayrimüslimler ister Türk ister Rum olsun mübadele yoluyla Anadolu'dan sürüldü. İttihak Terakki'cilerin yolu izlenerek baskı ve zor politikaları uygulandı. (Varlık Vergisi, 6/7 Eylül, Trakya Olayları vb) Anadolu Müslümanlaştırıldı. İslam dini  Cumhuriyetin hizmetine sokuldu. Artık Türk devletinin tüm olanaklarından yararlanacak tek güç Türklerdi. Önce Türk, sonra Müslüman olmak zorunluluktu. Bakın Atatürk ne diyor "Allah'a şükür Hepimiz Türk, dolayısıyla Müslüman olduğumuza göre, hepimiz laik olabiliriz ve olmalıyız". Atatürk'ün bu teziyle Türk kimliğiyle Müslüman kimliği birleştirildi. yani Türk ve Müslüman.Batılı ve Laik.CHP'nin Altı ok'u, 1937 Anayasa'sına dahil edilerek, tek parti devleti Anayasa'sında siyasal gücün temsilcisi oldu.

1924 Anayasası, anadolu halklarını "Türk olarak tanımlayarak" turancı ittihakçıların yolundan gittiğini gösterdi. 9 Mart 1924 tarihinde açıklanan Anayasa gerekçesinde ifade edilenler utançtı. bakın neler yazıyor. " Devletimiz milli(ulusal) bir devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet Türk'ten başka bir millet tanımaz. Memleket dahilinde eşit hak ve hukuka sahip olması gereken ve başka ırktan gelen kimseler de vardır. Fakat bunlara da ırki durumlarına uygun olarak haklar tanımak veya bu anlamla gelecek sözler etmek caiz değildir. Her yeni millet gibi Türk milleti de aynı ırktan gelmeyen kimseleri içerebilir. Ancak Türklük camiasıdır ki bütün uruku (ırkları) bir arada toplamak kabiliyetine sahiptir. Kaynak. Bilim-Resmi İdeoloji-Devlet-Demokrasi ve Kürt Sorunu.İsmail Beşikçi. 

Ta 1920 lerde kurdurulan Muavazzalı Türkiye Kominist Partinin Kuruluş hikayesini, Şevket Sureyya Aydemir, “Tek Adam” adlı kitabından, Mustafa Kemal den naklen şunları aktarıyor: 
“ Komünizm, artık Sovyetler Birliğinin sınırlarını aşıp beynelminel bir mahiyet arzetmektedir. Ülkemizin şimalinden bizlere sirayet etmesi kuvvetle muhtemeldir.Bu tehlikeyi önlemenin yegane yolu, Merkez komutanlığının ( o dönemin Genel Kurmay Başkanlığı-Ö.Ö) denetiminde gizli bir kominist Partisi teşekül etmektir”

Saraçoğlu,1942 yılında TBMM’de yaptığı bir konuşmada; "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar, bir vicdan ve kültür meselesidir” demiş ve muhtekirlere, harp zenginleriyle, fevkalade kazançlarla ve ihtikkarla mücadele edeceklerini açıklamıştır. Ve ardından Varlık Vergisi Yasası' nın çıkarılması.  Bir sefere mahsus olmak üzere bu yasa hazırlığı döneminde defterdarlıklara gönderilen yazılarda bölgedeki “azınlıktan zengin kişilerin mal varlıklarının listesinin çıkarılarak yollanmasını” isteyen hükümetin ta kendisidir. Yani ırkçı Şükrü Saraçoğlu bu yöntemle Türkçülüğün azınlıklara duyduğu kan ve kin dolu "kardeşliğini" bu yasayla dile getiriyordu.  Çıkarılan bu yasada tam bir ırkçılık, tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük vardı, azınlıklara karşı.

Bu genelgede vergi yükümlülerini kışkırtıcı bir biçimde “harp ve ihtikar zengini azınlıklar” denilmektedir. Üstelik vergi yükümlülerinin mal varlıklarının saptanmasında defterdarlıklardan gelen bilgilerle de yetinilmemiş, özellikle azınlıklar hakkında CHP il ve ilçe örgütlerinden, Milli Emniyet Teşkilatı’ndan hatta hükümete yakın Türk tüccarlarından raporlar istenmiştir. Öyle ki, azınlıktan kişilerle ilgili imzasız ihbar mektupları bile geçerli belge sayılmıştır.

Dönemin Defterdarı Faik Ökte’nin açıklamalarına göre, salt soyadı, azınlıkların soyadını andırdığı için bazı müslümanlara, Türklere de çok yüksek vergiler konulmuştur. Bu vergilendirmeye azınlık halklardan olan herkes mahkum ediliyordu. Bahçıvanlık yapan da, marongozluk yapan da. 15-30 lira kazanç sahibi Ligor Kardan 500 lira, bahçıvanlık yapan babası da 5 bin lira vergi ödüyorlardı. Ödeyemeyenlerin neleri var neleri yok, bütün mallarına devletçe el konuluyor, kendileri de kara vagonlara dolduralarak, Erzurum, Aşkale’deki çalışma kamplarına gönderiliyorlardı. Kayıtlara göre, tam 2057 Yahudi, Rum ve Ermeni tüccar ve iş adamı, istenilen yüksek vergileri ödeyemedikleri için Aşkale’ye sürülmüşlerdir. Ve devlet bu zorbaca uygulamalar sonrası, haczettiği azınlıkların mallarını yok pahasına Türkler'e satıyordu. Bir kesim de mallarını geri alabilme umuduyla neleri var neleri yok, hepsini yakın çevrelerinde tanıdıkları Türkler'e yok pahasına devrediyorlardı. Ve böylelikle Türkler zorla gasp edilen azınlık halkların malları sayesinde zengin ediliyordu. Bu şehirlerdeki tablo, bir de taşrada olanlar var. Oralarda da aşiretler, aşiret ağaları zorla azınlıkların mallarına el koyuyorlardı. Işte T.C' nin uyguladığı Varlık Vergisi’nin gerçek tablosu böyleydi. Ve işte okuyucuya Hitler Faşizmi dönemindeki Yahudilere karşı izlediği yönteme örnek bir davranış. Hitler Yahudilerin Ticari gelişimine karşı estirdiği terör ve katliam ile insanlık dışı yöntemleri uygularken, çalışma kamplarında çalıştırılması da Alman burjuvasinin çıkarlarına yönelikti., ve işte Türkiye’de Aşkale’ye çalışma kamplarına gönderilen azınlıklar ve mallarına el konularak zengin edilmek istenen Türkler, Türk burjuvazisi yaratmak istiyorlardı ( yukarıdaki alıntının rakamları, Ekonomik panaroma Dergisi sayı 2. 24 Nisan 1988) 1955 Istanbul'da “vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları. Bilindiği gibi 1955 Istanbul ve İzmir'de 6-7 Eylül olayları Rumlar'a karşı girişilen baskı, zulüm talan ve imha harekatıydı. Bu saldırı özel harp tezgahlı bir provakasyondu.

6/7 Eylül'de,Saldırıya uğrayan esnaflar, dükkanları yağmalananlar, yakılıp yıkılan evler, kiliseler, işyerleri hep ama hep azınlıkları temizleme kampanyası olarak başlatıldı. Çünkü o sıralarda dönemin DP hükümeti .  “Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır” kampanyası başlatmıştı. Buna bağlı olarak İstanbul ve İzmir Türkleşmesi düşünülmüş olmalı ki, her tarafa "Vatandaş Türkçe Konuş" afişleri yapıştırılıyordu. Dükkanlar, tramvaylar, otobüslerin camlarına yapıştırılan bu afişler ve üniversitelere dalga dalga yayılan ırkçılık geçmişin bir tekrarı gibi saldırgan kimliğini göstermişti. Türk milliyetçiliği ırkçılıktan ve şövenizm‘den başka neyin göstergesi olabilirdi? 

.6/7 Eylül olayları,tam bir terör dalgasıydı. Farklı dillere sahip azınlıklar, Rum, Ermeni ve Yahudiler'e karşı geliştirilen azgınca bir terördü. Bu bir azınlıkları temizleme kampanyasıydı,Sabri Yirmibeşoğlu'nun dediği gibi "özel harp'ın muhteşem başarısıydı." 6-7 Eylül olaylarında Mithat Pelin'e önemli bir rol verilmişti. Mithat Pelin kimdir? 

13 Mart 1917 Bulgaristan'ın Mevrekop köyünde doğdu. Lozan Antlaşması’ndan sonra ailesiyle Türkiye'ye göç etti. Istanbul'a yerleşen Pelin 1938‘de Son Posta gazetesinde gazeteciliğe başladı. 1951'de Istanbul Ekspres Gazetesi imtiyaz Sahibi ve başyazarı oldu. 1952'de Istanbul Cemiyet 2. başkanı- 1946-60 yılları arasında Demokrat partiye üye oldu- ırkçı ve milliyetçi bir çizgide politik faliyet sürdürdü. Pelin‘in sahibi olduğuIstanbul Ekspres Gazetesi 6 Eylül 1955 günü manşetten "Atatürk'ün Selanikteki evibombalandı” haberini yayınladı.

Bu haber sonucu körüklenen milliyetçi duyguların infilakıyla, bir anda olaylar patlak verdi. Rumlara, Yahudilere ve Ermenilere ait ev ve işyerleri yağmalandı, evler yakılıp yıkıldı, 15 kişi öldü, 73 kilise, 1 fabrika, 8 ayazma, 5 bin 538 konut ve işyeri tahrip edildi. İstanbul Ekspres gazetesi bu haber sonucu bir anda tiraj patlaması yaptı. Günlük satışı 296 bine ulaştı. Bu başlık sonucu Pelin İstanbul'un altını üstüne getiren adam olarak tanındı.

Atatürk'ün evine dinamit koyan iki üniversite öğrencisi (provakatör) bugün valilik görevinde bulundular. Yine yağmacıları kışkırtanlar arasında iki tanıdık yüz daha karşımıza çıkıyor, Orhan Birgit ve Hikmet Bil . Bu iki provakatörden Orhan Birgit CHP'den bakan oldu. Hikmet Bil 'de Türkiye türklerindir yazan gazetenin köşe yazarı oldu. 

6/7 Eylül olaylarında sadece İstanbul’dan yağmacılar yoktu, çeşitli illerden getirilen yağmacılar vardı. Sivas 145, Trabzon 117, Kastamonu 116, ve Erzincan’dan 110 kişi getirilerek yapmaya katılmışlardır.
„Cumhurbaşkanı Celal Bayar 6/7 Eylül için bakın ne söylüyor“ Galiba dozu biraz kaçırdık“ Orgeneral olan sabri Yirbibeşoğlu emekliye ayrıldıktan sonra tuğgeneral olarak göreve başlıyor. Sabri Yirbibeşoğlu bakın ne diyor.“ Olay bir özel harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Sorarım size bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi“ 6/7 Eylül olayları sonrası Hürriyet, Tercüman ve Hergün gazeteleri kapatıldı.

1960 darbesinde sonra tutuklanan Menderes’e 6 yıl, Zorlu’ya ise 4,5 yıl ceza verildi. 6/7 Eylül olaylarından dolayı. Muhteşem özel harp olayında kimler karlı çıktı“. (2013. Dünden Yarına, Kanal A. 6/7 Eylül olayları üzerine yaptığı program.  Toplumsal olayların mutlaka tarihsel , siyasal , politik, ekonomik nedenleri ve  bütün bu nedenleri ortaya çıkartan toplumsal zeminlerde vardır, Bu zeminler varoldukça benzer tarihsel olaylar her daim kaçınılmazdır.

Bütün totaliter, otariter, oligarşik devlet yapılarında devlete sahip olan güçler, temel çelişkiyi gizleyerek emekçi halkları , sınıfları bir birine düşürmeyi temel yöntem haline getiriler.

Elbette ki Türkiye'deki rejim totaliter bir rejim değildir ama parlamenter merkezli otariter bir rejimdir. Parlamentosu olan ama gerçek bir demokrasisi olmayan; hukuku , yasaları, anayasası olan ama adaleti  mülkü olanların elinde olan adaleti vardır, insan haklarından yana adaleti olmayan bir devlet yapısı vardır. Bu yapı 90 yıllık Cumhuriyet anayasasının temel yapısıdır. Biçimsel değişiklikleri yapması onun özünü asla değiştirmemiştir. 

Cumhuriyet anayasası laik değildir, laik'de doğmamıştır , laiklik sıfatı bir aldatmacadır çünkü laik bir devlet de farklılıklar arasında ayrım olmaz,her dine eşit yaklaşır. Laik olan bir devletde insan halklarına saygı olur. Tek'lik üzerine kurulan anayasa , tek din, tek dil kavramına endekslenmiş ise o anayasa ırkçıdır. Laik olan bir devlet de herkese aynı mesafede yakın olmak zorundadır. Peki Türkiye Cumhuriyeti devleti olmazsa olmaz kırmızı çizgilerine neden sıkı sıkı sarılıyor.

T.C anayasasında, Azınlıklar, Kürtler ve Alevilerin en insani talepleri yok sayıldığı, anayasal güvence altına alınmadığı , devletin elini dinden çekmediği sürece, yani Diyanet İşleri Başkanlığı dağıtılmadığı sürece ; katliamları , saldırıları, provakasyonları düzenleyenler en ağır cezalara çarptırılmadığı müddetç, Kürt sorunu nasıl ki sadece Kürtlerin sorunu olmayıp Türkiye'nin sorunu olmadıkça, Alevi sorunu sadece Alevilerin sorunu olmayıp Türkiye'nin sorununa dönüşmedikce. Temel sorunlar, Alevi, Kürt, Rum, Ermeni, Süryani vd olmayanlar tarafından sahiplenmedikçe; Sorunlarımızı ve nedenlerimizi ortadan kaldırmadıkça , demokratik olmayan bir toplumun yarattığı toplumsal boşlukları ırkçı ve dinsel bağnazlıklar tarafından doldurulur/doldurulacaktır.