Geçen Pazar günü Bavyera’da yapılan eyalet Parlamentosu Seçiminin sonuçları, daha uzun süre siyaset arenasını meşgul edecektir derken, sermaye temsilcilerinin »sonuçlardan memnunuz« açıklamasını yapmalarıyla, birden bire burjuva medyasının manşetlerinden kayboluverdi. Haftaya, yani 28 Ekim’de Hessen’de yapılacak Eyalet Parlamentosu Seçiminde oy kaybı yaşamak istemeyen burjuva partileri de tartışmalara – görünürde – ara verdiler.

Sanki her şey güllük-gülistanlıkmış, SPD tarihsel yenilgilerinden birini daha almamış, ırkçı-faşist AfD’nin yüzde on oy oranıyla bir Eyalet Parlamentosuna daha girmesi olağan bir durummuş, güven ve yönetim krizi yokmuş gibi, gündelik siyasete geri dönüldüğünü görüyoruz. Tabii ki hiç bir şey göründüğü veya gösterilmeye çalışıldığı gibi değildir. Burjuva partilerinde harala-gürele iktidar kavgaları tüm şiddetiyle devam ediyor şüphesiz. Ve şamatanın 28 Ekim seçimlerinden sonra tekrar kopacağı gün gibi aşikar.

Alman sosyal demokrasisinin sefaleti üzerine de artık pek fazla bir şey söylemeye gerek yok. Belki de tartışmamız gereken, SPD’nin tekelci burjuvazinin stepnesi olma görevini yerine getirecek güce bundan sonra sahip olup olamayacağıdır. Ama kanımızca asıl dikkatimizi vermemiz gereken, Alman sendikal hareketidir.

Burada kast ettiğimiz kitle sendikacılığının Alman burjuvazisinin sınıf tahakkümünü güçlendirmesinde oynadığı rol ve solun Alman birlik sendikası anlayışına yönelik tavrının sorgulanmasıdır. Geçen Salı günü Berlin’de kutlanan bir yıl dönümü bize bu konuda ipucu verecektir.

Tam da 1918-1919 Kasım Devriminin yüzüncü yıl dönümünün arifesinde Alman Sendikalar Birliği DGB, Alman İşverenler Birliği BDA ile birlikte »100 Yıl Sosyal Partnerlik« kutlamasını yaptılar. Anımsanacağı gibi, Alman burjuvazisi dönemin yükselen devrimci işçi sınıfı hareketini baltalamak için 15 Kasım 1918’de dinci sarı sendikalarla »sosyal partnerlik antlaşmasını« imzalamıştı. Bu, 1914 sonrasında Alman burjuvazisinin sendikaları ikinci kez stepne yapma başarısıydı.

Aslına bakılırsa SPD ile 150 yıldır nikâhlı olan Alman sendikalarının günahları büyük. Saymak gerekirse: Birinci Dünya Paylaşım Savaşının patlak vermesini desteklediler; Kasım Devriminin kendi kanında boğulmasına katkı sundular; faşizmin iktidarı ele geçirmesini engelleyemeyip, faşizmi kendi öz güçleriyle yenemediler; Alman topraklarındaki ilk sosyalizm denemesini koruyamadılar, aksine Alman burjuvazisinin saldırgan antikomünizminin aracı oldular; günümüz Alman işçi sınıfının kendi içinde bölünmesini hızlandırdılar ve bugün dünyanın diğer ülkelerindeki sendikalara »sosyal partnerliği« empoze ederek emperyalist burjuvazinin stepneliğine devam etmekte, Alman silah tekellerinin koruyuculuğunu yapmaktalar.

Sendikalar, ezilen ve sömürülen sınıfların öz örgütleridir. Komünistler bu anlamda sendikalara sahip çıkar, güçlenmeleri ve asli görevlerini yerine getirmeleri için uğraş verirler. Ancak bu, sendika yönetimlerinin eleştiriden muaf oldukları anlamına gelmez. Aksine, tarihinden ders almak istemeyen bir sendika anlayışının sonunu getirmek, en başta komünistlerin görevidir. Çünkü sendikal hareket, yöneticilerinin tasarrufuna bırakılamayacak bir mücadele mevziidir.