Dün Türkiye'de yapılan ve sadece Türkiye insanının değil, tüm dünyada, özellikle de Türk Ordusu'nun sürekli işgali, saldırıları ve tehdidi altında bulunan komşu ülkelerde büyük umut bağlanan cumhurbaşkanı ve parlamento seçimleri, muhalefetin büyük zaferiyle sonuçlanması beklenirken, sürprizlerle sonuçlanmış görünüyor...

Her ne kadar birinci turda beklenen gerçekleşememiş olsa da, Recep Tayyip Erdoğan'ın 21 yıldır, önce başbakan, ardından cumhurbaşkanı olarak işgal ettiği diktatörlük tahtından ikinci turda alaşağı edilebileceğinin belli olması, kuşkusuz, bu seçimin hiç tartışma götürmez en olumlu sonucu... Bu sonucun alınmasında, başta HDP olmak üzere muhalefet partilerinin hemen hemen hepsinin, geçmişteki tüm yanlışlarını, milliyetçi ve savaşçı tavır alışlarını nisyana gömerek, karşı aday göstermeden, Kemal Kılıçdaroğlu'nu desteklemiş olmaları en belirleyici etken oldu. Bu özverili tavır alışlarından dolayı hepsini kutlamak gerek… 

Yine de, birinci turda Erdoğan’ın oy oranının Kılıçdaroğlu’nunkine göre daha yüksek olduğu, birinci turda yüzde 5,21 oy alan sağcı aday  Sinan Oğan’ın seçmenlerinin büyük ölcüde Erdoğan’a oy verebilecekleri göz önünde tutulduğunda, 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur seçimin sonuçları fazla iyimser olmamak gerekir.

Parlamento seçiminin elimize ulaşan ilk sonuçlarına baktığımızda, muhalefetteki üç ayrı seçim ittifakı, bırakın anayasayı değiştirebilecek 360 koltuk elde etmeyi, TBMM’de adi çoğunluk elde etmeyi dahi başarabilmiş değil.

Seçim sonuçlarından çıkartılması gereken bir önemli ders, hiç kuşkusuz, aylardır Artı Gerçek'te ve İnfo-Türk'te yayınlanan yazılarımda ısrarla üzerinde durduğum gibi, seçime katılma hakkı kazanmış olan sol partilerin, geçmiş yıllarda işlenmiş vahim hataları tekrarlayarak milletvekili oylamasında seçmen karşısına demokratikleşme, barış, sosyal adalet ve halkların eşitliği temelinde ortak bir programla ve ortak bir listeyle çıkmamış olmasıdır.

Bu yazının yazıldığı ana kadar gelen seçim sonuçları da göstermektedir ki, seçime ayrı listelerle katılan 3.TİP, TKP, TKH, HKP ve Sol Parti, çoğu yüzde 1'i dahi bulmayan oy oranlarıyla hep birlikte 60'lı yıllarda 1. TİP'in tek başına ulaştığı yüzde 3 oranına bile erişememişlerdir.

Daha da acı olan, yıllardır parlamentoda tek başına yiğitçe ve ödünsüz mücadele vermiş olan HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı kurmuş olan 3. TİP'in, tüm ülkede ve diyasporada seçime bu ittifak adına ortak bir listeyle gitmek yerine, son anda 49 il ve 52 seçim çevresinde, yurt dışının tamamında tek başına ayrı listelerle oylamaya katılması, bunu da Kürt seçmenlerle sol seçmenlerin tercihleri arasında farklılıklar olduğu iddiasına dayandırmasıdır. 

Kışanak ve Demirtaş'ın uyarılarına rağmen...

Yaklaşık yedi yıldır tutuklu bulunan eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak 3. TİP'in bu tavrını "HDP’nin ve bu seçime girecek olan Yeşil Sol Parti’nin de Kürt sosyalistler, yurtseverler ve Türkiye sosyalist hareketinin ortak partisi olduğunu da hatırlatmak isterim. Yani Meclis’te tek sosyalist parti TİP değil. Bu hakikatleri dikkate alarak, bir tek oyu bile heba etmeye kimsenin hakkı olmadığının da altını çiziyorum" diyerek sert şekilde eleştirmişti,

Edirne F Tipi Cezaevi'nde tutuklu bulunan HDP liderlerinden Selahattin Demirtaş da, "Meclis'te, alanlarda ve cezaevlerinde yıllardır direnen sosyalistler olarak, Türkiyeli tüm yoldaşlarımızı parlamentoda en güçlü şekilde görmek istiyoruz. Her bir arkadaşımız birbirinden değerlidir, yıpratılmaları asla doğru olmaz. Tek bir milletvekilliğinin bile geleceğimizi belirleyeceği bu seçimde Türkiye'nin tüm sosyalistlerini, tüm demokratlarını Yeşil Sol Parti listelerine güç vermeye, güç almaya çağırıyoruz" diyerek Kışanak'ın çağrısına destek vermişti.

3. TİP'in ayrı liste çıkartmakta direnmesi üzerine Demirtaş, 17 Nisan 2023'te şu uyarıda bulunmuştu: “Halen zaman varken bazı kritik seçim bölgelerinde partilerimiz birbirlerinin lehine adaylarını geri çekecek taktik bir beceri gösterebilmeli ve bu kırgınlıkları da giderecek yoldaşça tutum alabilmeliler. Mesela Ankara, Antalya, Hatay, İzmir gibi yerlerde, bu şehirlerin bazı bölgelerinde yeni taktikler için geç değil.”

2018 seçimlerine sol parti olarak sadece HDP katılmış ve oyların yüzde 11,70'ini alarak 67 milletvekili çıkartmışken, Emek ve Özgürlük İttifakı’na umut bağlayan sol seçmenler önümüzdeki seçimde gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında YSP ve 3. TİP arasında tercih yapmak zorunda bırakılmışlardır. 

En son verilere göre bu seçimde YSP'nin oy oranı yüzde 9 civarında ve çıkartabildiği milletvekili sayısı ise bir önceki seçimin gerisinde kalmaktadır. 

Yurt dışında ise, 2018 seçimlerinde HDP oyların yüzde 17,8’ini almışken, 2023 seçiminde oyların bir bölümünün 3. TİP’e ve diğer üç sol partiye gitmesi nedeniyle YSP’nin oy oranı yüzde  9 civarında kalmıştır.

Sol partilerin tutumu, sadece sol oyların dağılmasına neden olmakla kalmamış, aynı zamanda, geleneksel olarak tek veya bir iki sol partiye oy veren seçmenlerin bir bölümünün sol partiler arasındaki bu anlamsız rekabetten rahatsız olarak Millet İttifakı'na oy vermeyi tercih etmiş olmaları da büyük olasılıktır.

Geçmiş seçimlerin dikkate alınmayan dersleri

1965 seçiminde Meclis'e 15 milletvekiliyle giren 1. TİP iç çekişmeler nedeniyle 1969 seçiminde hem oy kaybına uğramış, hem de milli bakiye sisteminin kaldırılmış olmasının da etkisiyle milletvekili sayısı 2'ye düşmüştü. Bu düşüşte, hiç kuşku yok ki, kapanan yasama döneminin Meclis çalışmalarında hem entellektüel birikimleriyle, hem de hitabet yetenekleriyle iz bırakan Sadun Aren ve Behice Boran gibi milletvekilleri dahi aday listelerinden dışlanırken örneğin Adıyaman'da sırf oy hesabıyla bir toprak ağasının liste başı yapılması da büyük rol oynamıştı.

Sol oyların bölünmesine ilişkin bir başka dramatik örnek ise, 12 Eylül 1980 darbesinden bir yıl önce, 14 Ekim 1979 senato seçimlerinde yaşanmıştı. İstanbul’da seçimlere 2. Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi adaylarının yanı sıra Türkiye Komünist Partisi ile bir başka sol grupun desteklediği bağımsız adaylar da katılmıştı. Bu dört parçalı katılım nedeniyle sol seçmen ciddi bir kararsızlık yaşamış, TKP’nin desteklediği bağımsız aday Beria Onger 20.215, 2. TİP adayı Behice Boran 12.969, oy alabilmiş, diğer iki adayın oyları ise 5 bin’in de altında kalmıştı.

Bir örnek de Ortanın Solu'ndan:

1994 yerel seçimleri sırasında da üç "orta sol"partiden SHP'nin başında Murat Karayalçın,DSP'nin başında Bülent Ecevit, CHP'nin başında ise Deniz Baykal bulunmaktaydı. İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı seçiminde SHP adayı Zülfü Livaneli yüzde 20,3, DSP adayı Necdet Özkan yüzde 12,38, CHP adayı Ertuğral Günay yüzde 1,4 oy almış, yani üç "orta sol"partinin toplam oyu yüzde 34,08'ü bulmuştu. Ancak "orta sol" oyların bölünmüş olması nedeniyle Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25,19 oyla aradan sıyrılarak İstanbul Büyükşehir belediye başkanı olmuş, böylece 2000'li yıllardaki başbakanlığının ve cumhurbaşkanlığının anahtarı kendisine altın tabakta sunulmuştu.

...Ve az bırakılan halkların sesi duyulmayacak bir Meclis

Son bir nokta daha... 

Geçen iki dönem TBMM'de yiğitçe mücadele vermiş olan sevgili dostumuz Garo Paylan'ın teknik nedenlerle yeniden aday gösterilmemesi anlaşılabilir olsa da, SYP listelerinde onun mücadelesini sürdürecek bir başka Ermeni aday gösterilmemiş olması nedeniyle üzüntümü daha önceki yazılarımda ifade etmiştim.

Evet, bu seçimde ayrı baş çeken 3. TİP, İstanbul 2. bölgede değerli Ermeni aydınlarından, bizim de yakın dostumuz ve mücadele arkadaşımız olan Masis Kürkçügil'i aday göstermiş bulunuyordu.

Aynı yazımda, "Sol oyların tam altı parti arasında bölüneceği İstanbul 2. Bölge'de, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın üyesi YSP seçime Hasan Cemal'in, diğer üyesi TİP ise Ahmet Şık'ın başını çektiği listelerle seçime girerken, bu ikinci listede 13. sıradan aday gösterilen Masis Kürkçügil'in milletvekili seçilmesi mümkün olabilecek midir?" diye sormuştum.

Bittabi, Masis de yukarıda uzun uzun açıkladığım nedenlerle seçilemedi, ne acıdır ki yeni Meclis'te Ermeni Toplumu'nun bir temsilcisi bulunmayacak.

Seçim arefesinde, cumartesi gecesi, Brüksel'deki Ermeni dostlarımın düzenlediği bir etkinlikte, 43 yıl önce Türkiye'de katledilen Ermeni devrimcilerimizden Orhan Bakır (Armenak) üzerine Nurcan Yıldırım'ın gerçekleştirdiği bir belgeseli izledim. 

60'lı yıllarda, İstanbul'da, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda öğrenci lideri olarak yakından tanıdığım, 50 yıl önce işkencede katledilen İbrahim Kaypakkaya'nın çizgisinde mücadele sürdüren Orhan Bakır da 13 Mayıs 1980'de, Karakoçan'da pusuya düşürülerek öldürülmüştü.

16 yıl önce İstanbul'da alçakça katledilen sevgili Hrant Dink gibi, Orhan Bakır'ı da yakından tanıyan Brüksel'deki Ermeni dostlarımla söyleşirken, ertesi gün Türkiye'de yapılacak seçimlerden söz açılmaması mümkün değildi.

Seçim sonuçları konusunda pek de iyimser olmadığımı belirttiğim gibi, 1915 Soykırımı'nın üzerinden 108 yıl geçtikten sonra yeni seçilecek TBMM'de Garop Paylan'ın yerini dolduracak bir Ermeni milletvekilinin olmaması konusunda üzüntümü de ifade ettim.

 milletvekili 

14 Mayıs seçiminin sonuçları üzerine son anda, tüm veriler elde olmadan, kısa sürede ifade edebileceğim görüşler şimdilik bunlar...

Dilerim, gelecek seçimlerde aynı acıları yaşamamak için, sol örgütlerimiz, aydınlarımız ve medyamız bu konuyu şimdiden derinlemesine tartışmaya açar, çözüm yollarını şimdiden aramaya başlar…