Kürt halkı, tarihte askeri başarıları, cesaretleri, savaşçı olmaları ve misafirperverlikleri hatta dil zenginlikleriyle tanınıyor. Fakat bu halkın bugünkü beş parçalı hali, devletlerini kuracak bir uluslaşma sürecini yakalayamamış olmaları da onların zayıf tarafını oluşturuyor. Çünkü geçmişte girdikleri askeri savaşları kazanmışlar fakat sınıflar mücadelesine, modern anlamda donanımlı giremedikleri için, siyasi savaşları tek tek kaybetmişlerdir!  

Bu acı sonu hazırlayan gerçeğin ise, aşağıdaki iki nedene dayandığını görüyoruz: 

Birincisi; feodal sistemden çıkamamışlar, bu ekonomik yaşam biçimini sevmişlerdir. Bu da onların uluslaşma sürecine geç girmelerinin başlıca sebebi olmuştur. Çünkü uluslaşma; kapitalistleşme yani burjuva demokratik, aydınlanma süreci ile başlar. Biz Türklerin uluslaşmada ki tökezlemeleri de benzer nedenlere dayanır: feodalizmin tasfiye edilememesi, gericilik vb. gibi. Biz de ki ikili(burjuva ve feodal) karakter, ne yazık ki Kürt yaşam koşullarında, tartışmasız feodalizmden yana olmuştur. Bu da onların uluslaşma sürecine, en azından bizim ülkemizde oldukça geç bir tarihte, 1980’lerden sonra girmesi sonucunu doğurmuştur. 

İkincisi de din faktörüdür. Birinci faktör nesnel olanı, maddi temeli açıklarken, bu faktör de bu nesnelliğin üzerinde yükselen, bu ilişkiyi yönlendiren ve bu anlamda da zorunlu olarak ortaya çıkan üst yapıyı, insanın düşünsel-iradi seçimini bize verir. İşte bu da İslamiyet’tir. Tüm tek tanrılı dinler gibi İslamiyet de feodal toplumun manevi-tinsel muhafız alayıdır. Avrupa, bundan burjuva devrimleriyle (evrimsel ve devrimsel olarak) kurtulmuş, kurtulamayan Almanya-İtalya-İspanya ve Portekiz gibi ülkeler de faşizmi deneyleyip onun acı sonuçlarını yaşayarak, Avrupa’nın burjuva kampına son anda( 1940-1975) katılabilmişlerdir. Ne var ki kapitalizmin ulaştığı tekelci aşama, ilerici olan her şeyi göstermelik, yapay hale getirerek gericiliğin tüm biçimlerini sisteminin bir parçası haline sokmuştur. İşte bu açıdan; burjuva demokratik devrim sürecinin(kapitalistleşmenin), tarihte böylesine zorunluluktan gelen bir iyileştirici ve düzeltici gücü olmasına rağmen, geldiğimiz tarihsel aşamada hiçbir ülke bu rolü bağımsız ve doğal süreciyle tamamlama şansına sahip değildir. İşte biz Türklerin durumu ortada; ülkemizi işgal edenler İngiltere, Fransa, İtalya gibi kapitalist ülkeler iken bize yardım eden ülke ise komünist SSCB. Ama biz gittik işgalci İngiltere’yle anlaştık.   

Kürt halkı da uluslaşmaya geç başladı! Onu da boş bırakmayacaklardır. Son yıllarda aydınlanma da oldukça mesafe almış olmalarına rağmen ABD ve ortakları bu halkı, sahte ‘demokratik’ ulus tuzağına çekmekte oldukça mesafe almış bulunuyor.   

ULUSALLAŞMA FEODALİZMLE SAVAŞARAK, DEMOKRATİK ULUSLAŞMA İSE SOSYALİZME YANAŞARAK OLUR 

Feodalizmin ideolojisi tek tanrılı dine, bir yenisi daha eklenmiştir: milliyetçilik- şovenizm- ırkçılık- faşizm. Nasıl ki siyasallaşmadığı müddetçe din tehlikeli olamazsa, aynı şekilde milliyetçilikte, siyasal araç haline gelmedikçe tehlikeli değildir. Din burjuva anlamda siyasallaştıkça gericiliğe-yobazlığa-bağnazlığa ve şeriatçılığa doğru gelişim gösterirken, milliyetçilik de burjuvazi tarafından siyasallaştırılmadığı müddetçe yurtseverlik çizgisini aşamaz. Ama ne zaman ki egemenler ve emperyalistler tarafından siyaseten kullanışlı hale getirilir, işte o zaman yurtseverlikten yani toplumculuktan çıkar, çelişkilere ve krizlere bağlı olarak şovenizm-ırkçılık ve faşizm olarak gelişir-canavarlaşır. Dolayısıyla çağımızda bu iki ideolojik güç, emekçi sınıfların ve uluslaşma sürecinin en büyük düşmanı olarak karşımıza çıkmış olur.  

Kürtler bugün bir yol ayrımına doğru hızla gidiyorlar. İki sınavdan geçecekleri görülüyor. Biri; İlerde tüm parçalarda uluslaşmak için verecekleri sınav ile ikincisi; kısa vadede ülkemizde ki son seçimde alacakları tavır olacak.   

Uzun vadede;     

Burada ki sorun, DEMOKRATİK ULUS tanımını doğru şekilde belirleyebilmekte yatıyor. Biçimsel olan ‘demokratik’ ulusu, gerçek uluslaşmayla karıştırmamak gerekiyor. Bugün İngiltere, İsviçre, ABD, İspanya vb. Batı ülkelerinde, hatta İsrail’de bile ‘demokratik’ ulus uygulaması var. Bu ülkelerde değişik uluslar kendi dilleriyle konuşmakta, kültürel faaliyetlerini yapmakta hatta bazılarında özerk iktidarlara bile sahipler. Fakat ayrılma, ayrı devlet kurma hakları kesinlikle yoktur (Irak'taki son referandum skandalını hatırlayın). Referandum hakları olmasına rağmen, ayrılma yönündeki girişimler terör suçu ve bölücülük olarak cezalandırılmaktadır. Yani kendi devletlerini kuramazlar! Bu konuda şüphesi olanlar İspanya/Katalonya ilişkisine göz atabilirler. 

Sonuçta ulusların, ayrılma hakkı da dâhil kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı, emperyalist-kapitalist ülkelerde ve onların yönettiği sistemde yoktur. Tüm Kürt özgürlük hareketi, tüm stratejilerini, Batı ülkelerinde ki sahte uluslaşmaya göre belirlemiş bulunuyor. Dolayısıyla bu, biz Türklerin Kurtuluş savaşı sonrası emperyalist bataklığa girişimize benziyor. Şu an Kürtlerin, kurtuluş savaşlarını ya kapitalist sistemi ya da sosyalist sistemi tercih ederek yürütme şansları var. Evet, feodalizmle savaşarak ve onu tasfiye ederek uluslaşmaya girerken, bu süreci ilerletip sosyalizme yani ayrı devlet kurma hakkını elde edebilir veya kapitalizmde karar kılıp, bir daha asla kendi devletlerini kuramayacakları özerklikle idare edebilirler. Böylece bugüne kadar kaybettikleri siyasal savaşı yani devlet kurma fırsatını bir kere daha yinelemiş olacaklardır.   

İşte Kürtlerin tarihle, uzun vadede birinci imtihanları budur. Karar onlara ait!  

Bir de güncel, kısa vadede gerçekleşecek olan imtihanları var:  

Bu da AKP’nin kırk satırı ile muhalefetin kırk katırı arasında ki kıstırılmışlıkta saklı duruyor! Askeri olarak NATO’ya kafa tutan, Irak’ı saymazsak diğer parçalarda kitlesel muazzam bir güçleri olan Kürtler, bunu aynı oranda siyasi arenaya aktarmakta pek başarılı değiller. AKP ile yapılan çözüm süreci başlı başına bir ders niteliğinde. Türk devletini ve bu devletin, Kırmızı Anayasa denen bir Siyaset Belgesiyle yöneltildiğini bilmeyenlerin, siyaseti el yordamıyla yürüttüklerini söylersem az bile söylemiş olurum. Muhalefetin de bu Anayasaya göre hareket ettiğini, Kürtlere yönelik tüm yaklaşımların da bu anayasa hükümlerine göre belirlendiğini bilmek gerek! Dolayısıyla da kim iktidara gelirse gelsin, bu yasadışı anayasa ilga edilmedikçe, tüm ziyaretler, güleryüzler, çözümler vb. lerin hepsi sahte, ikiyüzlü ve alçakça olduğunu anlamak gerekir.  

Bu nedenle bana göre, önümüzdeki seçimlerde izlenecek yol, tamamen Demirtaş’ın stratejisine göre belirlenmelidir: büyük tehlikeden kurtulmak için yani demir sopalıları gönderip tahta sopalıları( o da şimdilik. İlerde demir sopaları ellerine almayacaklarının bir garantisi yok) iktidara taşımak zorundayız. Bu sopalıları değiştirme işi, sadece Kürtler için değil, tüm ezilenler için de zorunlu bir yol. Kürtler, Komünistler-Kadınlar, Kızılbaşlar ve diğerleriyle aynı kaderi paylaşıyorlar. Sadece kafamızı bir an için de olsa sudan çıkarabilmek için, seçimlerde ki bu değişiklik gerekli. Çaresizliğin gerekliliği bu! Biliyoruz ki yeni gelenler de zamanı geldiğinde kafamızı tekrar suya sokacaklardır. Yasadışı Kırmızı anayasa ortadan kalkmadıkça bu böyle devam edip gidecektir. Çünkü ülkemizdeki muktedirlerin hepsi, kapitalist ülkelerdeki sahte uluslaşmaya bile hazır olmayan feodal-ırkçı milliyetçilerdir. 

EZİLENLERİN ÇÖZÜMÜ 

Peki, ezilenler, çalışanlar ve emekçiler için bir çözüm, bir alternatif yok mu? Elbette ki var! 

Her şeyden önce, tüm gücümüzü ve birikimimizi işçi sınıfı ve yoksullar arasında ki halklar arası( Türk-Kürt-ve diğerleri) dayanışma ve örgütlenmeye harcamalıyız. Duvar örer gibi acele etmeden, şakulümüzü gererek, su terazimizi kontrol ederek, sağlam ustalar bularak, halkların birlikteliğini buralarda örmeliyiz. Üretim alanında eğer güçlü değilseniz siyaseten havayı yumruklamadan öteye gidemezsiniz. Bu taktik Kürtler açısından tüm parçalarda sosyalist ajitasyon ve propaganda yapmak ve de bu amaçla örgütlenmek demektir.     

Ülkemiz için en uygun taktik ise; Tüm gerici, ilerici örgütlerde ve fabrikalarda çalışıp sendika ağalarını değiştirerek işe buradan başlayabiliriz. İşçi sınıfı içinde yaratılacak devrimci güç, tüm dengeleri değiştirecek bir potansiyeli taşır. Bu güce ulaşmak için; komünistlerle birlikte HDP’nin de stratejisinde yer alacak olan adımlar şunlar olmalıdır: 

1- Herkesin ama herkesin maaşı ortalama işçi ücreti kadar olacak. Milletvekili maaşlarında ki fazlalık mücadele fonuna aktarılacak. 

2- Kimse hiçbir örgüt, sendika, parti vb. yapılarda bir yıldan fazla yönetim ve başkanlık görevi yapmayacak. Özel durumlar varsa bu kitlenin onayı ile uzatılabilecek.  

3- Tüm yöneticiler(milletvekilleri de dâhil) istendiğinde üyelerin veya seçmenin belli bir çoğunluğunun istemesiyle geri çağrılabilecek.  

4- Sendikaların-Belediyelerin ve siyasi örgütlerin gelir ve giderlerini, bu konuda uzman üye işçiler kontrol edecek ve denetleyecek. Bu denetçiler sürekli değişecek!  

5- Tüm öncü işçiler, kanaat önderleri ve yöneticiler, durumlarına göre sırayla normal eğitime(Ortaokul-Lise-Üniversite) dayanışma ile gönderilecek. 

6- İşkollarındaki sendikalar ve tüm örgütlerde, kadınlar, mutlaka karar verici organlar oluşturacak. İş kolunda kadınlar yoksa da sendikalarda yönlendirici kadın-danışmanlık sistemi kurulacak. 

Eğer Kürtler, Güney Afrika, Vietnam, Kamboçya, Cezayir veya Türkiye gibi olmak istemiyorlarsa, devrimcilerle biçimsel ve görünüşte değil, sınıfsal çalışmalarda bir araya getirmeyi deneyerek güçlerini ortaya koyabilirler. Ya da muktedirlerin sahtenin sahtesi, alçaktan daha alçak ‘çözüm’ sörflerinin yarattığı dalgaların peşi sıra gidebilirler.  

Kürtlerin uzun ve kısa vadede tarihle imtihanları yaklaşıyor.