Cumhuriyetin 100. yıl dönümü nedeniyle yazılanlara-söylenenlere baktığımızda “biz nerede yaşadık bugüne kadar?” diye sormadan edemiyoruz.

Yazılanlara-söylenenlere bakılırsa, AKP iktidarından önce oldukça Demokratik, laik, insan haklarına saygılı, herkesin eşit ve özgürlüklerin sınırsız olduğu bir “Cumhuriyet” ülkesinde yaşamış olmamız gerekiyor.1 Ancak AKP ve Tayyip Erdoğan, 20 yıl içinde her şeyi değiştirmiş, demokrasiyi, laikliği yok etmiş, insan haklarını ayaklar altına almış, gerici-şeriatçı örgütlenme ve uygulamalara yol vermiş ve sonuçta 1923’te kurulan “Cumhuriyet”i yok etme noktasına gelmiştir.

AKP ve Tayyip Erdoğan bununla da kalmamış Cumhuriyetin yarattığı ve “tüm halkın malı” olan maddi zenginliklerimizi de yok etmiş, hoyratça satıp savmıştır.

Fazla ayrıntıya girmeden özetlersek, sosyal demokratından sosyalist-komünistine muhalif tüm siyasal odakların yaklaşımı aşağı yukarı bu şekildedir. Her iki kesim de bu özel günde halkı ve kendi tabanlarını “Cumhuriyet” için mücadeleye çağırıyor.

Sosyal demokratlar çağrılarını “1923 Cumhuriyeti”ni yeniden kurma hedefiyle biçimlendirirken, sosyalist-komünistler “bir yeni cumhuriyet” hedefiyle çağrılarını biçimlendiriyorlar. Ancak haksızlık etmemek için, bu “bir yeni Cumhuriyet”in ideolojik-politik bir makyajla hafiften pembeleştirilmiş bir “Cumhuriyet” olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Pembe veya beyaz farketmiyor ortak tema “Cumhuriyet’i savunmak”, ve her iki taraf da birbirine açık veya gizli ittifak çağrıları yapıyor. Bir ortak nokta daha var, yazı ve çağrıların neredeyse tamamı, büyük bir coşku içinde bayrak ve Atatürk posterlerini dalgalandıran kitle resimleriyle “güçlendirilmiş”. Tam bir PİAR çalışması yani...

Sosyal Demokratları, emekli subayları, kimi liberalleri bir kenara bırakırsak, sosyalist-komünist etiketli solun “Cumhuriyet”in, özel olarak da ülkemizdeki “Cumhuriyet”in ne olduğunu bilmemesine olanak var mı?

Gerçekten, AKP ve Tayyip Erdoğan gelmeden önce bizler hangi Cumhuriyet'te yaşıyorduk? Yaşadığımız yer daha öncesinde “Sosyalist Halk Cumhuriyeti” miydi?

Her ne kadar zamanında Tansu Çiller buna benzer bir iddiada bulunmuş olsa da, değildi tabi ki!

Bu Cumhuriyet’in temelinde 15’lerin Karadeniz’de boğdurulması vardır; Kürt halkına karşı yürütülen asimilasyon-ulusal baskı politikaları vardır; emekçi sınıfların örgütsüz-kölece çalıştırılması vardır; her türlü sol tandanslı muhalefetin baskı ve terörle yok edilmesi vardır; başta Aleviler olmak üzere tüm dini ve etnik azınlıkların inkarı, asimilasyonu ve baskı altında tutulması vardır.

Dersim’deki katliamı organize eden bu Cumhuriyetti, katliamı gerçekleştiren ordu da bu Cumhuriyetin ordusuydu. Maraş’taki, Çorum’daki, Sivas’taki katliamları organize eden bu Cumhuriyet değil miydi?

Bugünkü AKP Cumhuriyeti ile birilerinin özlediği “geçmiş Cumhuriyet” arasında ezilen halklara karşı tavır noktasında öyle çok da büyük farklar-çelişkiler yoktur.

Sur’u yakıp yıkan, birçok Kürt ilini yerle bir eden de Cumhuriyetti; iktidarda AKP’nin olması kimseyi yanıltmasın. Bu Cumhuriyet o cumhuriyetti.

Ve bugün olduğu gibi dün de katledilen, işkence edilen, susturulan, cezaevlerine doldurulan, bizlerdik?

Bu noktada sormak gerekiyor, sol-sosyalist kesimlerdeki bu Cumhuriyet aşkı nereden peydahlandı?

Şirazesi Kayan Sol

Bu sorunun tek bir cevabı var, o da solun ideolojik-politik-örgütsel platformlardaki yetersizlikleri, daha doğrusu belirsizliğidir.

Bu ideolojik-politik yetersizlik ve belirsizliğin nedenleri ise sayılamayacak kadar çoktur ve bunların başında da solun gerek ülkemiz gerekse de dünya çapında yaşadığı yenilgiler yer alır.

“Yenilgi öğretir” diye bir “özdeyiş” vardır ve tekrarlamayı çok severiz. Ama şu gerçek gözardı edilir çoğu zaman, yenilginin ilk sonuçlarından biri “öğretmesi” değil yılgınlık-karamsarlık-pişmanlık ve ihanet üretmesidir.

Bir anda karşı safa geçip düşmanlaşan hainleri bir kenara bırakalım yılgınlık-karamsarlık ve pişmanlıklar ideolojik-siyasal boyutlarıyla açığa çıkarılıp etkisizleştirilmedikleri noktada, ideolojik-siyasi çizginin belirsizleştirilip dönüştürülmesinde en büyük rolü oynarlar. Mücadelenin şiddeti ve ödenen bedeller, çoğu zaman kişiyi kaçamak yollar aramaya (bu bazen kişilerin niyetlerinden bağımsız bir şekilde de olabilir), bu yolların ideolojik-politik boyutlarını oluşturmaya yöneltir. Örneğin 12 Mart dönemi sadece kuşatmalarda, işkence tezgahlarında, idam sehpalarında destan yazan, kahramanlaşan devrimcileriyle değil, inkarcıları-dönekleriyle de hafızamızda yer etmiştir.

12 Eylül yenilgisi ve ardından gelen dünya çapında sosyalist sistemin çözülüşü, benzer bir etkiyi çok daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Umutların, hayallerin karardığı, belirsizleştiği bir dönemin başlangıcıdır bu. Artık kaçamak-kolay yollar arayan, bireyler-kişiler değil, bir bütün olarak siyasal hareketlerdir. Bütün bunlar da “yenilgiden dersler çıkarılması” adına yapılır.

Baskı ve terör, tüm dünyada örnekleri görüldüğü üzere, “komünistleri sosyal demokrat, sosyal demokratları liberal, liberalleri muhafazakar, muhafazakarları da faşist” haline getirebiliyor. Bunu “şirazenin kayması” olarak nitelendirirsek, bugün ülkemiz solunda da böyle bir kaymanın örneklerini görüyoruz aslında.

İşin özünde herkes bu “Cumhuriyet”in ne menem bir cumhuriyet olduğunu aslında çok iyi bilmektedir. Ancak ülkemiz solu, yukarıda belirttiğimiz ideolojik-politik-pratik yetersizlikleri-belirsizlikleri nedeniyle uzun bir süredir siyasal gündemin dışındadır ve başkalarının gündemine “yancı” olmayı politika yapmak olarak görmektedir. Özellikle de son seçimler bunu daha net bir şekilde ortaya koymuştur.

Bugün de aynı şey söz konusudur, kendi gündemini oluşturamayan sol başkalarının oluşturduğu “Cumhuriyet” gündeminden kendine bir pay çıkarmaya çalışmakta, hazır gündemin sırtından kitlelerle bağ kurmaya çalışmaktadır.

Seçimlerde her yönüyle kendilerini K. Kılıçdaroğlu’nun sistemi koruma-yaşatma taktiklerine teslim edenler, bugün “Cumhuriyet” savunusuyla, “bayram” kutlamalarıyla kitleselleşme hayalleri kurmaktadır.

Politik arenada bazen kitlesel dalgalanmalar-yükselişler olabilir. Solun görevi bu dalgalanmalara-yükselişlere ideolojik bir içerik kazandırmak, politik bir hedefe yönlendirmektir. Yükselen dalganın sırtına binerek bir yerlere ulaşma çabaları hiçbir zaman olumlu sonuçlar vermemiştir. Geçmişte, özel olarak 90’ların ikinci yarısı ile 2000’li yılların başında oldukça olumsuz örnekleri yaşanmıştır ülkemiz solunda. O dönem “varoşlar”dan yükselen bir dalganın sırtına binerek bir yerlere geleceğini sananlar bir süre sonra kendileri “varoşlaşma” yaşamıştır. Bunun ideolojik siyasi çizgideki yansımaları milliyetçi yaklaşımlar biçiminde kendini ifade ederken, örgütlenme alanındaki yansımaları ise militan-kadro yapısındaki “lumpenleşme” olarak kendini göstermiştir.

Bugünkü “Cumhuriyet” kampanyalarının içinde elbette ki bir takım demokratik talepler-özlemler (laiklik, kadın hakları vb.) vardır, ancak belirleyici olan bu kampanyaların devletçi-milliyetçi boyutudur. Soyut, içeriği belirsiz bir cumhuriyet savunusu her şeyin üstünde ve önündedir. Sonuçta bu cumhuriyet savunusu ve kutlamaları devletçi-milliyetçi boyutun güçlenip yaygınlaşmasına hizmet etmek dışında bir sonuç yaratmayacaktır.

Cumhuriyet, sınıfsal özü ortaya konulmadıkça içi boş bir kavramdır. Ülkemizdeki Cumhuriyetin sınıfsal özünü belirleyen ise başından beri bir sömürücü sınıflar ittifakıdır. Ezilen sömürülen halklar açısından bu cumhuriyetin savunulacak bir yanı yoktur ve olmamalıdır da...

Sol’un kendi gündemini oluşturma; kitlelerle bağ kurma konusunda yeni biçim ve yöntemleri bulmak gibi bir zorunluluğu vardır. Ancak bugünkü haliyle sol, bu yeni yöntem ve biçimleri bulup çıkarmada son derecede yetersiz ve kelimenin tam anlamıyla beceriksizdir. Bu durumu aşamadığı sürece Demokrasi mücadelesi bağlamında cumhuriyet savunuculuğuyla kuyrukçuluk arasındaki o ince çizgiyi de göremeyecek ve burjuva politikalarının peşinden sürüklenecektir.

1 Siyasal yapıları bir kenara bırakırsak, bugün bu yazıları yazan kişilerin çoğu 2013’e, bir kısmı ise 2015’e kadar AKP ve Tayyip Erdoğan destekçisiydi. Destekliyorlardı çünkü onlara göre AKP ve Tayyip Erdoğan Cumhuriyet’i demokratlaştırıyorlardı. Cumhuriyet’e AKP’den önce farklı bakıyorlardı, AKP’den sonra farklı bakmaya başladılar. Bu durum bir kısım siyasi yapı için de geçerli aslında ama üzerinde durmaya değmez.