UMUT deyince kimin aklına ne gelir bilinmez ama “sihirli” bir kelime olduğu inkar edilemez.

UMUT deyince akan sular duruyor.

Manzara ne kadar olumsuz olursa olsun, gidişat ne denli kötüye giderse gitsin, umut kelimesini dilimizden düşürmüyoruz, umutsuz yaşayamıyoruz.

Bir yanıyla UMUT elimizdeki tek koz, tek tutamak, tek silah…

Ama diğer yanıyla da UMUT, çıkmazımız, çaresizliğimiz, avuntumuz…

Artık nerede UMUT’tan söz ediliyorsa, orada bir başarısızlık, bir yenilgi, bir çaresizlik, bir çıkmaz vardır. UMUT kelimesi tüm bu olumsuzlukların dışavurumu olarak karşımıza çıkıyor artık.

Elbette ki umut üzerine daha birçok şey söylenebilir ve söylenmiştir de. Tarihe damgasını vurmuş halk önderlerinin, yazarların, ozanların, “umut” üzerine söyleyip yazdığı sayısız değerlendirme ve eser vardır ve bunların birçoğu da belirli gerçekliklerin, yaşanmışlıkların ifadesi olarak politik-edebi literatürde yerlerini almışlardır.

Örnek mi?

Yılmaz Güney’in unutulmaz eseri “Umut” filmi ilk sırada yer alır tabii ki. Ancak adı umut olan bu filmde başrol “boş umutlar”ındır. Muskalarla, hocalarla, okuyup üflemelerle bir definenin ardından koşan At arabacı Cabbar’ın içine düştüğü çaresizliğin-çıkmazın ve sonuçta mahkum olduğu umutsuzluğun hikayesidir bu.

İkinci sırada 12 Mart koşullarından çıkışın simgesi olarak “Umudumuz Ecevit!” sloganında ifadesini bulan “umutlarımız” yer alır. Ki burada ülkemiz siyasi tarihi açısından çok önemli dersler barındıran bir “UMUT” yaratma-yönlendirme stratejisi ortaya konulmuştur. Hedef; 71 Devrimci hareketinin yarattığı toplumsal uyanışın Ecevit aracılığıyla tekelci burjuvazinin hesabına aktarılması, bunun olmadığı-gerçekleştirilemediği noktada da etkisizleştirilip saptırılmasıdır. Küçümsenmeyecek bir başarıyla uygulanmıştır bu strateji.

Bunun dışında Ahmet Arif’in dizeleri vardır ve “UMUT” nedir yüreğimize-bilincimize işler.

 “Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.[1]

Bu dizelerdeki “UMUT” bir direniş, bir mücadele, bir kavga enstrümanıdır. Tıpkı kitap gibi, tıpkı iş-emek gibi, tıpkı diş ile tırnak gibi kavgada bir silahtır. Dahası, tutkulu bir sevda gibi, sınırsız düş gibi kavganın-mücadelenin ruhudur. Umut burada (“sevda” ve “düş”le birlikte) mahsunluğun, garipliğin, kendini yıkmanın-düşürmenin panzehiridir; celladın, fırsatçının, fesatçının, hayının üstüne üstüne yürüten, harekete geçiren güçtür UMUT.

Beklemenin-ummanın-dilemenin değil, atılımın, ilerlemenin ve elde etme iradesinin ifadesidir UMUT.

Bugün ise bütün değerlerin çaptan düşüp yerlerde süründüğü bir çağ yaşıyoruz. Ve “UMUT”, bu aşağılık çağın dejenere ettiği en önemli kavramlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Acıdır ama, tam da bu noktada “umut fakirin ekmeği, ye Memed ye” geliyor aklımıza ve dilimizin ucuna. “UMUT” kavramının ülkemizdeki güncel-geçerli ve gerçek anlamını veren de bu “özlü” deyiştir aslında.

Gerçekten de “UMUT” kavramını tek başına ve somut durumda ele aldığımızda, yarattığı çağrışım “beklenti”dir, “dile(n)mek”tir, “ummak”tır, beklemek, beklemek ve beklemektir… Bu dileklerin- beklentilerin muhatabı ise ne yazık ki, güçlülerdir, egemenlerdir.

Bu anlamıyla ve özellikle günümüz koşullarında “Umut” edilgen, belirsiz, içi boş bir kavrama dönüşmüştür. Ki yarattığı duyguların da bu özelliklerine uygun olduğunu söyleyebiliriz. Beklenti, çaresizlik ve iradesizlik sarmalıdır bu…

Bu anlamıyla GODOT’nun en sevdiği kavram UMUT’tur. 

GODOT’yu vareden ve yaşatan insanoğlunun boş “UMUT”ları değil midir?

Beklemek ve ummak dışında bir sonuç yaratmayan içi boşaltılmış UMUT kavramından artık vazgeçmeliyiz.

“Umut”larımız tutkulu sevdalarla, sınırsız düşlerle, ama asıl yönüyle bir hedefe sahip olma ve bu hedefe ulaşmanın karar ve iradesiyle şekillenmelidir.

Sonrası, yine Ahmet Arif’in dizelerinde:

 “Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?” [2]


[1] Ahmet Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim, “Anadolu” S.69-74, Cem Yayınevi, Şubat 1996, 37. Basım

[2] agy